Musul’un DAEŞ’ten kurtarılması için operasyonu 17 Ekim sabahı başladı. Haziran 2014’ten beri DAEŞ’in elinde bulunan kentin terör örgütünden temizlenmesi Irak’taki etnik ve mezhepsel sorunları yakından ilgilendirdiği gibi DAEŞ’in gücüne darbe vurması bakımından Suriye iç savaşını da etkileyecek bir potansiyele sahip. Bölge ülkelerinin ve uluslararası aktörlerin Ortadoğu sorunlarına yönelik yaklaşım farklılıklarının billurlaştığı bir kriz alanı olması nedeniyle de Musul sorunu bölgesel ve hatta küresel politikaları etkilemesi beklenen bir sorun.
Musul ülkesel, bölgesel ve küresel sorunların kesiştiği bir kent. Bir başka deyişle mesele sadece bir terör örgütünün kenti işgal etmesinden ibaret değil. Irak’taki etnik ve mezhepsel bölünmelerin yansımalarını Musul’da da görmek mümkün olduğu gibi burada yaşanacak gelişmeler Irak’ın bütünlüğü açısından önemli sonuçlar doğurabilir. Diğer yandan Musul’un sahip olduğu petrol kaynakları meselenin henüz gündeme gelmeyen önemli bir boyutunu oluşturuyor. Üstelik Irak’ın toprak bütünlüğüne ilişkin kaygıların yanı sıra kentte ve civarında yaşayan Türkmenler Türkiye’nin sorunla çok daha yakından ilgilenmesini gerektiriyor.
Musul’un Daeş Tarafından İşgali
Musul 2014 Haziran’ında DAEŞ tarafından ele geçirildi. DAEŞ kente girdiğinde herhangi bir direnişle karşılaşmadı. Kent adeta merkezi Irak ordusu tarafından DAEŞ’e teslim edildi. Irak ordusu hızla kenti boşalttığı gibi ABD’nin sağladığı önemli askeri teçhizatı da geride bıraktı. Bu yaşanan hadiseyi sadece Irak ordusunun yetersizliği ya da DAEŞ’in gücüyle açıklamak mümkün değil. Musul’un işgalinin bu kadar kolay olmasını açıklayabilmek için hem Musul’un geçmişine hem de Irak’ın geçmişten gelen sorunlarına bakmak gerekir.
Musul 2003 Irak Savaşı sonrasında Sünni Arapların yoğun olarak yaşadıkları ve ABD güçlerine karşı direnişin sürdürüldüğü bir kent olmuştur. Ayrıca Musul eski Baasçı grupların da mevzilendiği önemli kentlerden biridir. Irak’ın işgali sırasında Amerikan ordusuyla birlikte hareket etmeleri nedeniyle Peşmerge’ye karşı da önemli bir direniş gösterilmiştir. Diğer yandan Bağdat rejiminin 2003 sonrasında giderek Şii kontrolüne geçmesi nedeniyle Musul’daki Sünni Araplar rejime karşı bir cephe almıştır.
Kısacası Musul’da Sünni İslamcı bir radikalleşme DAEŞ’in kente girmesinden çok önce zaten başlamıştır. El Kaide’nin ve daha sonra DAEŞ’in kenti tamamen işgal etmeden önce de yoğun bir etkinlik gösterdiği bilinmektedir. Nitekim bu gelişmeler kentin demografisini de etkilemiştir. Şii ve Kürt grupların yanı sıra diğer azınlıklar da Musul’u yavaş yavaş terk etmiş ve Sünni ağırlık artmıştır.
Musul’un işgali DAEŞ açısından büyük önem taşımıştır. Öncelikle DAEŞ burada belirli ölçüde yerel desteğe sahip olmuştur. ABD’nin Irak’ı işgaline verilen tepkinin yanı sıra Irak hükümetinin Şiileşmesi nedeniyle de Musul zaten radikalleşen Sünni aşiretlere ev sahipliği yapmaktadır. Bu nedenle DAEŞ kentte yoğun bir direnişle karşılaşmamıştır. Hatta Suriye’de yurtdışından gelen cihatçılara dayanan DAEŞ Musul’da yerli savaşçıları daha fazla kullanmıştır. Diğer yandan Musul’un işgali ve burada bulduğu dayanak sayesinde DAEŞ uluslararası bir propaganda yapma imkanı bulmuş ve tüm dünyadan cihatçı devşirmeyi başarmıştır. Bir başka deyişle Musul DAEŞ tarafından gücünü sergileyebileceği bir sahne olarak görülmüştür.
Musul’un işgalini kolaylaştıran bir diğer gelişme ise Merkezi Irak Ordusu’ nun yetersizliği olmuştur. Ancak bu yetersizliğin asıl sebebi askeri değil siyasidir. Basra kökenli Şiilerden oluşan askerler için Musul, uğrunda ölünebilecek olan vatanın bir parçası olarak algılanmamıştır. DAEŞ’in geldiğini duymak bile kenti terk etmek için yeterli olmuştur. Bu açıdan Peşmerge’nin kontrolünde olan bölgelerde zaten söz sahibi olamayan Bağdat yönetiminin Sünnilerin ağırlıkta olduğu bölgelerin güvenliği açısından ne ölçüde yeterli olduğu tartışmalıdır. Elbette bu zaaf Irak devletinin bir zaafı olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorun Musul operasyonunun orta ve uzun vadede başarısı açısından da önem taşımaktadır.
Musul’u Kurtarmak
Tüm bölgesel ve küresel aktörler Musul’un DAEŞ’ten temizlenmesi gerektiği konusunda hemfikir görünüyorlar. Asıl sorun bu temizliğin kim tarafından ve nasıl gerçekleştirileceği. Çünkü 2014 sonrasında DAEŞ’e karşı verilen mücadelede, DAEŞ’ten kurtarılan kentlerde yaşanan sorunlar aynı olmuştur. Bu kentlerin kurtarılmasında hangi aktör başrolü oynamışsa kentin yönetiminde ve geleceğinde bu aktör söz sahibi olmaktadır.
Özellikle Peşmerge’nin rol üstlendiği mücadeleler sonrasında DAEŞ’ ten temizlenen kentlerde Kuzey Irak Kürt Yönetiminin etkinliğini artırdığı ve hatta bazı kentlerde Kürtleştirme politikalarının izlendiği görülmüştür. Bu açıdan Bağdat yönetimi Peşmerge’nin Musul operasyonunda belirleyici bir rol oynamasına hiçbir zaman sıcak bakmamıştır.
Bağdat yönetimi Musul’un kurtarılmasını sadece kendi işi ve görevi olarak görmektedir. Ancak ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerinin hava desteği olmadan ve Peşmerge’nin yedek kuvvetleri olmadan bunu tek başına başarması mümkün görünmemektedir. İşte bu noktada Musul operasyonunda hangi güçlerin yer alması gerektiği tartışması kritik bir hale gelmektedir. Aslında bu tartışmanın varlığı bile çok ciddi bir soruna işaret etmektedir. Irak ordusunun askeri yetersizliği, Musul’un işgali sırasında görüldüğü üzere ülke savunmasını tek başına gerçekleştirecek siyasi ve ideolojik tutarlılığa sahip olmaması, herkesin hemfikir olduğu Musul’un kurtarılması operasyonunda bile merkezi bir komutanın oluşturulamaması Irak devletinin çok ciddi zaafları olarak görünmektedir.
Operasyona Kimler Katılıyor?
Operasyonda birçok aktörün rol alması beklenmektedir. Bunların başında elbette Irak ordusu gelmektedir. Ancak belirtildiği üzere Irak ordusunun bu yeteneğe sahip olup olmadığı tartışma konusu. Operasyon başarıya ulaştığı takdirde bile kentin güvenliğinin yeniden sağlanması, DAEŞ militanları temizlendikten sonra DAEŞ’e destek veren radikal grupların ve eski Baasçı grupların arındırılması ve en önemlisi de yerel halkın desteğinin kazanılması çok zor görevler olarak Bağdat yönetiminin önünde durmakta. Bu kenti savunma iradesinin zayıflığını 2014’te gösteren orduya yerel halkın güven duyması hiç de kolay görünmemekte.
Operasyonda yer alan diğer iki gruptan birincisi Kuzey Irak Kürt Yönetimine bağlı Peşmerge iken ikincisi ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçleridir. Peşmerge’nin Musul’un dışında bir savunma hattı oluşturarak karada destek kuvvet olarak operasyonda yer alması beklenmektedir. Uluslararası koalisyon güçleri ise operasyona hava desteği sağlayacaktır.
Operasyona katılması beklenen aktörlerle ilgili asıl tartışma konusu ise Şii ve Sünni milislerdir. Şii gönüllü birliklerden oluşan Haşdi Şaabi, DAEŞ’in Irak’taki ilerlemesi sonrasında Şiilerin savunma refleksiyle oluşturdukları bir milis grubudur. İran’la bağlantılı ve Bağdat yönetiminin desteklediği bir milis gücüdür. Her ne kadar aksi açıklanmış olsa da Haşdi Şaabi’nin Musul operasyonuna katılması beklenmektedir. Bu katılım doğrudan olmasa bile Irak ordusu ile birlikte hareket etme şeklinde gerçekleşecektir. Nitekim ABD’nin de DAEŞ’le mücadeleye katkısı nedeniyle Haşdi Şaabi’yi saygı değer bir aktör olarak tanımladığı bilinmektedir.
Bununla birlikte Haşdi Şaabi’nin Musul operasyonuna katılması büyük sakıncalar taşımaktadır. Her şeyden önce Haşdi Şaabi’nin etkin olduğu Tikrit, Diyala ve diğer bazı kentlerde Sünnilere karşı sergilenen tavır oldukça mezhepçi ve sert bir tavırdır. Musul’un etnik yapısı düşünüldüğünde bu grubun operasyonda yer alması ve operasyon sonrası Musul’da etkin olması mezhepsel bölünmeleri güçlendirebilir. Hatta uzun vadede Irak’ın toprak bütünlüğünü tehlikeye atacak gelişmelerin tetikleyicisi olabilir.
Musul operasyonunda yer alması muhtemel bir diğer aktör ise Haşdi Vatani olarak kurulan ve kısa bir süre önce ismini Ninova Bekçisi olarak değiştiren Sünni milislerdir. Bu gönüllü milisleri önemli hale getirense büyük ölçüde Türkiye’nin eğittiği ve örgütlediği bir grup olmasıdır. 2015 başından beri Başika’daki kampta Türkiye Haşdi Vatani milislerine eğitim vermektedir. Türkiye ve Irak yönetimi arasındaki çeşitli sorunlar nedeniyle Haşdi Vatani grubunun operasyonda yer alıp almayacağı iki taraf arasında tartışma yaratmıştır. Bu noktada Türkiye’nin Musul’daki amaçları ve oynayacağı olası roller üzerinde durulması yerinde olacaktır.
Başika Krizi
Başika sorunu ile başlamak gerekirse, Türkiye Başika kampında Bağdat yönetiminin davetiyle eğitim vermeye başlamış olsa da sonradan Bağdat yönetimi Türkiye’nin kampı boşaltmasını istemiştir. Türkiye şimdiye dek kampı boşaltmamıştır ve boşaltmaya niyeti olmadığını en yüksek düzeyden dile getirmiştir. Sorun daha önce de birçok kez gündeme gelmiş ancak tam da Musul operasyonu öncesinde Bağdat yönetimi tarafından yeniden alevlendirilmiştir. Bağdat yönetimi Türkiye’yi adeta bir işgal kuvveti gibi göstermektedir. Oysa Türkiye buraya Bağdat yönetiminin talebi ve teşvikiyle gelmiştir.
Bu konunun Musul operasyonu öncesinde dile getirilmesi Musul’un geleceğine dair birtakım hesaplarla ilgilidir. Daha önce belirtildiği gibi bir kentin DAEŞ’ten temizlenmesine katkıda bulunan aktörlerin o kentte etkinliklerini artırdıkları görülmektedir. Musul ve civarı Türkmen nüfusu da barındırması açısından Türkiye için özellikle önemlidir ve Türkiye’nin bu bölgede kuracağı etkinlik Bağdat yönetiminin kesinlikle karşı çıktığı bir gelişme olacaktır. Diğer yandan Türkiye ile İran’ın da sadece Irak’ta değil başka bazı bölgesel sorunlarda karşı karşıya geldikleri bilinmektedir. Bu açıdan Başika sorunu hem Bağdat için hem de Tahran için Türkiye’ye karşı kullanılabilecek kullanışlı bir araç haline gelmiştir.
Türkiye’nin Musul’daki Hedefleri
Türkiye Musul operasyonuna büyük önem atfetmektedir. Türkiye’nin öncelikli hedefi bölgenin DAEŞ’ten tamamen temizlenmesidir. Nitekim konsolosluğu ele geçirilen Türkiye Musul’un işgalinden en çok etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye’nin bir diğer hedefi ise Şengal (Sincar) gibi kilit bölgelerde PKK varlığına engel olmaktır. Bu bölgenin Daeş’ten temizlenmesinde PKK da rol almıştır ve PKK burayı ikinci bir Kandil haline getirmek istemektedir. Diğer yandan PKK’nın Musul operasyonuna da katılmakta istekli olduğu bilinmektedir. Türkiye PKK’yı güçlendirecek bir sürece kesinlikle karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla Irak’ta Daeş’e karşı yürütülen mücadele ve Daeş’in çekilmesi sonrasında güç boşluklarının doldurulması meselesi Türkiye’nin çok yakından takip ettiği bir süreçtir.
Türkiye’nin en önemli hedeflerinden biri de Türkmenlerin güvenliğini sağlamaktadır. Musul Misak-ı Milli sınırları içerisinde de yer alan ve Türkmenlerin her zaman yoğun olarak yaşadıkları bir kenttir. Dolayısıyla Türkmenlerin güvenliği hayati bir önem taşımaktadır. Bu mesele aynı zamanda Musul’un etnik yapısındaki hassas dengelerin korunması açısından da önem taşımaktadır. Türkiye bu hassas yapının korunmasını arzu etmekte, bir Şiileştirme ya da Kürtleştirme politikası yoluyla dengenin bozulmasına ve yeni bir etnik çatışmanın yaşanmasına karşı çıkmaktadır. Başka bir deyişle Türkiye etnik çatışmaları önlemek istemektedir. Bu çatışmaların önlenmesi Irak’ın toprak bütünlüğü açısından da büyük önem taşımaktadır. Kaldı ki Irak’la ilgili hangi sorun olursa olsun Türkiye’nin izlediği politikanın temelini Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması anlayışı oluşturmaktadır.
Sonuç: Operasyonun Başarı Şansı
Musul operasyonunun tam anlamıyla başarılı olması kolay görünmemektedir. Musul’a yerleşmiş beş bin civarında DAEŞ militanından bahsedilmektedir. Bu sayıya Musul’un yerli halkından DAEŞ’e katılacak ya da destek verecek militanlar dahil değildir. Bu katılıma rağmen Musul’daki DAEŞ varlığı operasyona katılacak güçlerle kıyaslandığında çok az gibi görünmektedir ama savaşın kolaylıkla kazanılması yine de mümkün değildir.
Birincisi daha önce değinildiği üzere DAEŞ burada yabancı cihatçılara değil yerel güçlere dayanmaktadır. Böyle bir gücün savunma direnci çok daha yüksek olacaktır. Bu savaşçıların yerel halktan ayrıştırılması da kolay olmayacaktır. Yani savaş süresince yerel halkın DAEŞ’e desteğinin ya da en azından sempatisinin yok edilmesi sağlanmalıdır. Bu da çok zor bir görevdir.
İkincisi DAEŞ savaşın tüm gaddarlığını her cephede sergilemiştir. Bu kadar güçlü olduğu ve kendisi için böylesine önemli bir kenti terk etmemek için tüm savunma mekanizmalarını devreye sokacaktır. Zaten çok uzun bir süredir hendekler kazarak, mayınlar döşeyerek ve tuzaklar kurarak savaşa hazırlanmaktadır. Bu savaş kentin dar sokaklarında çok yoğun çatışmalara sahne olacaktır ve Musul Irak’ın en büyük şehirlerinden biri olması nedeniyle operasyon muhtemelen çok uzun sürecektir. Sabırla hareket edilip bir sokağın ele geçirilmesi için bazen günlerce bazen aylarca beklenmesi gerekecektir. Aksi bir yöntem benimsenir ve tahrip gücü yüksek silahlarla toplu bir yıkım gerçekleştirilirse bu kez yerel halkın desteği tamamen yitirilecektir. Şehri tamamen tahrip ederek ve yoğun can kayıplarına yol açarak operasyonun tamamlanması operasyon sonrası kenti elde tutmayı zorlaştıracaktır.
Üçüncüsü Musul operasyonunun yeni mezhepsel düşmanlıklara yol açmadan yürütülmesi kolay değildir. Tüm aktörlerin çok dikkatli hareket etmesi gerekmektedir. Bu operasyon sırasında yapılacak bir hata uzun vadede yeni etnik ve mezhepsel çatışmaları tetikleyecek ve Irak’ın bölünmesiyle sonuçlanabilecektir. Operasyon bu nedenle Irak’ın bir bütün olarak varlığına devam edip edemeyeceğini gösterecek bir sınava dönüşmüştür. Yerel halkı marjinalleştirmeden, kentin demografisini değiştirecek bir harekete girişmeden ve mezhep temelli yeni bir düşmanlık yaratmadan operasyonun tamamlanması gerekmektedir. Musul’u bütün halinde tutmak Irak’ın toprak bütünlüğü açısından da umutlu sonuçlar doğurabilecektir.
Dördüncüsü operasyonda yer alacak aktörler arasındaki temel yaklaşım farklılıkları giderilmeden sahada omuz omuza savaşacakları bir operasyon hiç de kolay olmayacaktır. Operasyonun ortak ve merkezi bir komuta kademesinden yoksun olması bile bu noktada ikinci planda bir sorun haline gelmektedir. Irak’ın kendi içindeki aktörler arasındaki yaklaşım farklılıklarının yanı sıra örneğin Türkiye ile ABD arasında ya da Türkiye ile İran arasında temel yaklaşım farklılıkları da henüz giderilmemiştir. Oysa güçlü barış düzenlemelerinin, sadece bu barışı güvence altına alabilecek güçlü aktörler tarafından gerçekleştirilebileceği bilinen bir gerçektir. Ne bölgesel aktörler arasında ne de uluslararası aktörler arasında henüz Musul’un geleceğine dair bir uzlaşı bulunmamaktadır. Musul’un DAEŞ’ten temizlenmesi gerektiği konusunda herkes hemfikir olsa da Daeş sonrasında nasıl bir Musul olması gerektiği sorusuna kimse aynı yanıtı vermemektedir. Bu bakımdan Musul üzerinde güçlü aktörlerin yaptığı güçlü bir barış düzenlemesi en azından yakın bir gelecekte beklenmemektedir. Şu anki görüntü bir aktörün kendi çıkarları doğrultusunda tek taraflı harekete geçerek tüm dengeleri altüst edebileceği bir ortama işaret etmektedir. Tüm bu etkenler düşünüldüğünde Musul’u uzun ve kanlı bir savaş beklemektedir.