Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam Kaddafi’den sonra ülkenin farklı bir ismine daha savaş suçları ithamında bulunmuştur. Özel Kuvvetler Birliği Komutanı Binbaşı Mahmut el-Verfeli hakkında arama emri çıkarılması ve tutuklanmasının talep edilmesi, Afrika gündeminde ses getirmiştir.
Özel Kuvvetlerin, giderek siyasi ve askerî pozisyonunu arttıran General Halife Hafter’in liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun bünyesinde faaliyet göstermesi nedeniyle, el-Verfeli’nin, Haftar’ın müttefiki olduğu bilinmektedir. Kaddafi döneminde, eski rejimin unsurlarına karşı yürütülen mevcut soruşturmaların aksine; UCM bu son adımıyla “dünün Kaddafi muhaliflerini” bugünün siyasi-askerî isimlerini gündemine almıştır. Mahkeme’nin Libya’da “inceleme altına aldığı” isimler toplamda altıya ulaşmıştır. Bu tablo UCM ve Libya için ayrı ayrı önem arz etmektedir. UCM’nin Libya’ya dair attığı adımlar inandırıcılık bakımından önem taşımaktadır ki mahkeme, Afrika ülkeleri tarafından adil olmamakla suçlanmaktadır. Diğer yandan ülkedeki IŞİD varlığı, siyasi-askerî rekabet ve süregelen çatışmalar düşünüldüğünde, Libya’nın UCM’ye cevabı; uluslararası ilişkilerini idari, hukuksal yapısının işlerliğini incelemek açısından önemli bir örnek olacaktır.
El-Verfeli, 2016 ve 2017 yılları arasında gerçekleşen en az yedi vakada sivilleri ve yaralı savaşçıları bizzat öldürmekle ya da vur emri vermekle suçlanmaktadır. Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda cinayet işleyerek savaş suçu işlemekle itham edilmektedir. Libya Ulusal Ordusu, UCM’nin talebinden önce el-Verfeli’yi tutukladığını ifade ederken mahkeme ile işbirliğine hazır olduğunu açıklamıştır. Ülkenin hukukî mercilerinin yanında siyasi isimlerin açıklamaları da Libya-UCM ilişkisine dair fikir yürütebilmek adına önemlidir. El-Verfeli’nin tutuklanmasından hareketle Hafter’in tutum değişikliğine gittiğini söylemek mümkündür. Zira ülke içinden suçlamalar dile getirilirken el-Verfeli istifasını vermiş, fakat Hafter tarafından kabul edilmemiştir. Libya’nın geçtiği ve geçmekte olduğu süreçte binbaşının önemli role ve sorumluluğa sahip olduğunu ifade ederek desteğini göstermiştir. Böylelikle söz konusu tutum değişikliğinde ülkedeki siyasi sürecinin, Hafter’in rakiplerine karşı giriştiği meşruluk arayışının ve uluslararası konjonktürün etkili olduğu düşünülebilir. Birleşmiş Milletler (BM)’den Libya Ulusal Ordusu’na karşı gelen eleştiriler bu doğrultuda değerlendirilebilir. Nitekim BM, Ulusal Ordu tarafından tutuklanan kişilerin kötü muameleye maruz kalabileceğine dair endişesini kamuoyu ile paylaşmıştır.
Söz konusu soruşturmada Libyalı merciler, mahkeme ile işbirliği yapılabileceği söyleminde bulunsalar da mahkeme ve Libya arasında gerginlik çıkaran farklı konular da bulunmaktadır. “Kaddafi Libyası”nın yeni lideri olarak görülen Seyfülislam Kaddafi’nin durumu iki aktör arasında anlaşmazlık yaratmaktadır. UCM’nin Kaddafi’yi 2011 yılındaki halk ayaklanmasında insanlığa karşı suç işlemekle itham etmesiyle, hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. 2011 yılında tutuklanan Seyfülislam, savaş suçu işlediği gerekçesiyle Libya mahkemesi tarafından idama mahkûm edilmiş, Haziran 2017’de ise serbest bırakıldığı açıklanmıştır. Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’ne bağlı General Hafter güçlerinin yönettiği Zintan’daki silahlı gruplardan Ebu Bekir es Sıddık Tugayı, Kaddafi’nin serbest bırakıldığını duyurmuştur. Seyfülislam Kaddafi’nin Temsilciler Meclisi’nin çıkardığı genel affa dayanılarak serbest bırakıldığı kaydedilmiştir. Buna karşın Libya Başsavcılığı 2015 yılındaki mahkeme kararına karşı çıkıldığı gerekçesiyle konuyla ilgili soruşturma başlatmıştır. Kaddafi’nin serbest bırakılmasının Libya kanunlarına uygun olduğunu belirten avukatlar UCM davayı düşürmesi gerektiğini savunmuştur. Aynı suçtan iki kez yargılanamayacağının altını çizmiştir ki Kaddafi, aynı konuda Libya mahkemelerinde yargılanmış ve ölüm cezasına çarptırılmıştır. UCM Savcısı Fatou Bensouda, şu an nerede olduğu bilinmeyen Kaddafi’nin tutuklanması ve Mahkeme’ye teslim edilmesi için çağrıda bulunmaktadır.
Seyfülislam konusunda yaşanan bir diğer anlaşmazlık da; yargılamanın UCM mi Libya makamları tarafından mı yapılacak olmasıdır. Örneğin 2012’de UCM Ön Dava Dairesi, Libya Hükümeti’nin, Kaddafi’nin ülkede yargılanmasını öngören talebini kabul etmemiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2011 yılında aldığı karar neticesinde, UCM Libya’da “yasal yetkiye” haiz olmuştur. 1970 sayılı karar doğrultusunda BMGK, Libya’daki durumu UCM’ye havale etmiştir. 15 Şubat 2011 tarihinde başlayan olaylar üzerinde, UCM’nin savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar alanında yargı yetkisi bulunmaktadır. Böylelikle Mahkeme, Libya’da yaşananlara dair soruşturma başlatabilmiş ve halihazırda Roma Statüsü’nde belirtilen suçlar kapsamında ilgisini sürdürebilmektedir.
Sonuç Yerine
UCM-Libya ilişkisinde gözler hem Kaddafi hem de el-Verfeli’nin akıbetleri bakımından Libya’ya çevrilmiştir. Ülkenin önünde üç seçenek bulunmaktadır: Soruşturmanın yürütülmesi ve davanın açılması, az veya hiç ceza verilmeden soruşturmanın yapılması ya da durumun UCM’ye teslim edilmesi. Şimdilik Libya yetkinin kendisinde olduğunu ifade etmekte ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin beklediği cevabı vermemektedir.
Öte yandan UCM ve Libya yasal mercileri arasında işbirliğinin yapılması suretiyle, süreçte ilerleme sağlanabilir. BMGK’nın 1970 sayılı kararı, Libya’nın UCM ile işbirliği yapması bakımından bağlayıcıdır. BMGK, 14 Mart 2013 tarihli 2095 kararı neticesinde Libya’nın Mahkeme ile işbirliği yapmasının zorunlu olduğu yinelenmiştir. Libya’nın bu kararlara uymaması durumunda devreye BMGK girebilir ki bu durum yeni kararların alınabileceğini ve yaptırım uygulanabileceğini gösterir. Bugüne kadar UCM ve Libya, sonuç getirecek ölçüde işbirliği sağlayamamıştır. 2011 yılından beri UCM yetkililerinin savaş suçu işlemekle suçladığı şüphelilere yönelik başlattığı işlemler de halk ayaklanmalarında dolayı bekletilmektedir. Bu doğrultuda ilerleyen günlerde işbirliğinin yapılması zor bir ihtimal olarak değerlendirilebilir.
Mahkeme çeşitli hukuki girişimlerde bulunarak tavrını sürdürebilir. İlerleyen günlerde isimlerin teslim edilmesi gibi işbirliği çağrılarında bulunulması beklenirken, yeni davalar da açılabilir. Nitekim UCM Savcısı Bensouda, yeni davaların açılabileceğinin sinyalini çok önceden vermiş, 2013’ yılında BMGK’ya Libya’nın savaş suçlarına karşın kapsamlı strateji izlememesi durumunda yeni davaların açılabileceğini kaydetmiştir.
Önümüzdeki günlerdeki daha fazla gündeme gelebilecek ve bugün UCM’nin faaliyetlerini sorgulayan bir diğer unsur da Mahkeme’nin zaman ve konu açısından yetkinliğidir. UCM’nin 2011 olaylarıyla başlatılan yetkisinin “ayaklanmanın” bittiği, çatışan tarafların değiştiği günümüzde de geçerli olması tartışmalıdır. Örneğin el-Velfeli’ne getirilen suçlamalar zaman olarak 2016 ve 2017 yıllarını kapsamaktadır ancak UCM’ye göre bugün yaşanan olaylar 2011’in devamı niteliğindedir.
Libya içi dengeler de UCM ile siyasi ve hukuki ilişkilerin akıbetini belirleme hususunda önemli olacaktır. Örneğin Hafter, ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak istediğinden UCM ile işbirliğine açık olduğu mesajını göndermeyi hedeflemiş olabilir. Nitekim Hafter, UCM gibi farklı aktörlerle işbirliğinde bulunabileceğini gösteren adımları daha önce de atmıştır. Geçtiğimiz aylarda Fransa’nın girişimiyle Hafter’in de dahil olduğu rakip taraflar koşullu ateşkesin sağlanması ve 2018 yılında seçimlerin düzenlenmesi kararlarını almışlardır. Diğer yandan UCM ile işbirliği tavrını Kaddafi konusunda da sürdürecek midir? Hafter’ın ülkenin lideri olması durumunda önüne gelecek gündem maddeleri arasında Seyfülislam Kaddafi’nin akıbetinin de olması muhtemeldir. Kaddafi’nin durumu gerek Libya’nın siyasetinde, hukukunda gerekse de UCM ile olan ilişkilerinde anlaşmazlık yaratmaya devam edecektir. Kaddafi’nin serbest bırakılmasının yasal olmadığına dair tartışmalar sürmesi söz konusu durumu gözler önüne sermektedir.
Diğer yandan UCM’nin Afrika ülkeleri tarafından eleştirilmesi Hafter’in pozisyonunu sınırlayabilir. 2017 yılı başında Afrika Birliği, UCM’ye taraf olan 34 üye devletini mahkemeden çekilmeye çağıran bir karar almıştır. Karar bağlayıcı olmasa da kıta-UCM ilişkisi çerçevesinde ses getirmiştir. İlgi çekici olan; mevzu şu ana kadar Mahkeme’nin sadece Afrikalıları yargılamış olmasıdır. Böylelikle UCM’nin siyasi koşullara göre hareket ettiği, kurduğu ilişkilerinde siyasetin öne çıkabildiği görülmektedir. Bu durumda UCM yeniden Afrika’yı hedef aldığı sonucu çıkmaktadır.