Kırım, 21 Mart 2014 tarihinde yapılan referandumla, Rusya egemenliği altına girmişti. Meşruiyeti tartışmalı olan bu referandumun üzerinden tam beş yıl geçti. Gerek Türkiye’deki seçim iklimi gerekse uluslararası politikadaki yoğun gündem nedeniyle medyaya fazla yansımamış olsa da Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasının beşinci yılı Moskova’da ve Kırım’da özel etkinliklerle kutlandı.
Türkiye de dahil olmak üzere, uluslararası toplumun tanımadığı fiili durum, Avrupa güvenliğinin en önemli ve karmaşık sorunlarından biri haline gelmiş durumda. Dondurulmuş bir sorun olarak varlığını sürdüren Kırım meselesi, 2018 yılının son aylarında, Ukrayna ve Rusya savaş gemilerinin karşı karşıya gelmesiyle yeniden alevlenmişti. Bu gelişme de Rusya’nın inisiyatif üstünlüğünü ve Transatlantik ittifakının bu soruna ortak yanıt üretme konusundaki yetersizliğini göstermişti.
Rusya, Ukrayna üzerindeki ekonomik, siyasal ve askeri baskısını 2014’ten bu yana sürdürmektedir. Batılı ülkeler, Rusya’nın baskısı karşısında Kiev yönetiminin yanında yer almakta olup Ukrayna, kısa bir süre önce AB ve NATO üyeliklerini anayasal bir hedefe dönüştürmüştür. Ancak, ne 2014 sonrasında Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, ne de geçtiğimiz aylarda yeniden ısınan krize verilen tepkiler Moskova yönetimini geri adım atmaya ikna edebilmiştir.
Söz konusu Ukrayna-Kırım Krizinde Batı, etkin bir strateji geliştirememiştir. Transatlantik ittifakının böyle bir strateji geliştirmesini beklemek, başlı başına bir hatadır. Çünkü Ukrayna’daki krizin ardında yatan nedenlerin başında, Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya’yı sistematik biçimde Avrupa güvenlik mimarisinin dışına iten ve marjinalleştiren strateji gelmektedir.
Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın yarısı üzerinde hegemonya sahibi olan Rusya açısından bakıldığında, Avrupa’nın periferisine itilmek kabul edilebilir bir tablo değildir. AB’nin ve NATO’nun sınırları Rusya aleyhine sürekli genişlemekteyken ve NATO hava savunma sistemleri Rusya’ya karşı konuşlandırılırken Moskova yönetiminin sessiz kalmasını beklemek, gerçekçi değildir. Nitekim, Rusya’nın bu gelişmelere verdiği yanıt sert olmuştur.
Sorun sadece Avrupa güvenliğinde ortaya çıkan bu dengesizlik değildir. Rusya, nükleer rekabette karşılıklı caydırıcılığa dayanan dengenin NATO tarafından bozulduğunu düşünmekte ve yeniden denge kurmaya çalışmaktadır. Bu nedenlerle, Avrupa güvenliğinin en temel sorunlarından biri, Transatlantik ittifakının, “Rusya hakkında ne yapacağız” sorusuna sağlıklı bir yanıt verememiş olmasıdır.
Avrupa güvenlik mimarisinde, Rusya’yı konumlandırırken, Rusya’nın asgari güvenlik çıkarlarının dikkate alınmamış olması ağır sonuçlar yaratmıştır. Rusya, Avrupa güvenliğinde “ortak” ya da en azından “rakip” olarak tanımlanmamıştır. Bu yapının dışına itildikçe de “düşman” haline gelmektedir.
Batı ittifakı tarafından yeni bir çevreleme politikasıyla kuşatılmakta olduğunu düşünen Rusya, sert bir tepki vermektedir. Yakın çevresinde, Batı yanlısı rejimler görmek istememektedir ve stratejik açıdan önemi yüksek ülkelerin Batı yörüngesine girmesine kesinlikle izin vermeyeceğini göstermektedir. Bu anlamda, Gürcistan’la birlikte Ukrayna, Rusya’nın kırmızı çizgilerini oluşturmaktadır. 2014 sonrasında ortaya çıkan ilhak, iç karışıklık ve dondurulmuş krizler, Ukrayna’yı Batı ittifakı için değerli bir müttefik olmaktan çıkarmış, bir kriz yumağına dönüştürmüştür.
Rusya, Ukrayna krizinde inisiyatifi elinde bulundurmaktadır. Geçtiğimiz aylarda yaşanan son kriz, Rusya’nın gerilimi istediği zaman tırmandırıp istediği zaman yatıştırabildiğini göstermektedir. Bugüne kadar uygulanan yaptırımlar da Rusya’ya geri adım attırma konusunda yetersiz kalmıştır. Bunun nedenleri, sadece Ukrayna’daki sürecin dinamikleriyle ilgili değildir. Rusya, Suriye’deki etkinliği üzerinden uluslararası siyasetteki ağırlığını artırmıştır. Transatlantik ittifakının kendi içindeki çatlakları iyi değerlendirmektedir. Yeni nükleer silahlarıyla kendisini yeniden dengeleyici bir aktör haline getirmektedir. Yani, Rusya, tutarlı ve kararlı bir strateji izlemektedir. Batılı müttefiklerse Rusya’nın Avrupa güvenliğindeki rolüne ilişkin tutarlı bir politika geliştiremedikleri gibi, Ukrayna krizi karşısında da anlamlı bir strateji izleyememişlerdir.
Üstelik Ukrayna krizi, Transatlantik ittifakı içindeki çıkar farklılıklarını artırmıştır. ABD Başkanı Donald Trump, Doğu Avrupa’nın AB’nin ekonomik hegemonyasına girdiğini ancak bu bölgenin güvenlik maliyetlerini ülkesinin üstlendiğini düşünmektedir. NATO üyesi Avrupa ülkelerini daha fazla harcama yapmaya davet etmektedir.
Bu durum, Avrupa ülkelerinin kendi içindeki çıkar farklılıklarını da ortaya koymaktadır. Doğu Avrupa ülkeleri Rusya’yı bir tehdit olarak görürken, Batı Avrupa ülkeleri başka güvenlik sorunları hakkında daha fazla kaygılanmaktadır. Ayrıca, Rusya’yla yaşanan gerilimin Avrupa’da yeni bir silahlanma yarışı ortaya çıkarmasından rahatsızlık duymaktadırlar. Transatlantik ittifakındaki bu çatlaklar, Rusya’nın daha emin adımlarla hareket etmesini sağlamaktadır.
Rusya’nın Ukrayna’da yarattığı ortam, NATO genişlemesinin sınırlarını da çizmiş durumdadır. Bu sınır Rusya’nın tahammül sınırıdır. Bu durumda, Ukrayna krizi, Rusya’nın makul bir çözüme ikna edilmesiyle aşılmayacaktır. Avrupa güvenlik mimarisinin, Rusya’yı düşman olarak görmeyen bir biçimde ve Rus güvenlik ihtiyaçları asgari düzeyde de olsa dikkate alınarak yeniden kurgulanması gerekmektedir. Ukrayna sorununu çözebilmesi için, Transatlantik ittifakının, Rusya’yı Avrupa güvenliğinde nereye ve nasıl konumlandıracağına tutarlı bir yanıt vermesi gerekmektedir. NATO’nun Rusya’ya karşı izlediği strateji sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır ve bugüne dek izlenen politikalar Rusya’yı marjinalleştirmekten başka bir sonuç doğurmamıştır.
Ukrayna sorununu, bir devletin kiminle ittifak yapıp yapamayacağına kendisinin karar vermesi gerektiği ve Rusya’nın Ukrayna’nın tercihine saygı duyması gerektiği yönünde yorumlamak sorunun temelindeki etkenleri gözden kaçırmaktadır. Meseleyi, Rusya’daki otoriter rejim ve onun yayılmacı dış politikası ekseninde ele alan görüşler, çok da haksız olmasalar bile yeterli bir açıklama sunmamaktadır.
Bu noktada, Transatlantik ittifakının hamleleri karşısında Rusya’nın hangi seçeneklere sahip olduğunu sormak gerekir. Geçmişte iki kutuplu dünyanın blok liderlerinden biri olarak Avrupa güvenliğinde oynadığı belirleyici rol ve günümüzde sahip olduğu askeri/siyasi güç düşünülürse, Batılı ülkelerin kendisini çevrelemesine izin vermesi Rusya açısından kabul edilebilir bir seçenek değildir. AB’nin Rus yakın çevresinde ekonomik bir hegemonya tesis etmesi, NATO’nun Rus sınırına dayanması, ABD’nin füze kalkanı teknolojisiyle nükleer dengeyi bozması büyük güç iddiasındaki Rusya’nın kolaylıkla kabulleneceği bir senaryo değildir. Bu bağlamda, bütün bu gelişmelerin yeni bir soğuk savaş yaratmış olması da bizleri şaşırtmamalıdır.