Karadeniz Jeopolitiğinde Rusya-Ukrayna Gerilimi: Sular Yeniden Isınıyor

Paylaş

Soğuk Savaş sonrası dönemin en önemli gerilimlerinden başında yer alan Rusya-Ukrayna geriliminde Ekim ayından beri sinyalleri alınan 25 Kasım 2018 tarihindeyse doğrudan çatışma riskini de bünyesinde barındıran ciddi bir kriz baş gösterdi. Krizin nedeni Rusya ve Ukrayna arasında Karadeniz jeopolitiği bağlamında uzunca bir süreden beri söz konusu olan gerilime bağlı olarak ele alınabilecek sınır ihlali durumudur. Mevzu bahis tarihte Ukrayna donanmasına ait iki adet zırhlı savaş gemisi ile römork gemisi Odessa Limanı’ndan Azak Denizi’ndeki Moriupol Limanı’na doğru hareket emiş ve Kerç Boğazı’ndan geçmiştir. Bu gelişme üzerine Rus savaş gemileri kara sularının ihlalini gerekçe göstererek Ukrayna savaş gemilerine müdahale etmiştir.

Konuyla ilgili olarak Ukrayna Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) tarafından Ukrayna Deniz Kuvvetlerine ait gemilere ateş açıldığı, gemilerin rotasını kaybettiği, tahribatın, ölü ve yaralıların olduğu belirtildi. FSB tarafından yapılan açıklamadaysa Kiev yönetimini tehlikeli ve sorumsuz kararlar vermekle suçlayarak sonuçlarına katlanmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. Konuyla ilgili olarak başta bölge devletleri olmak üzere çok sayıda devlet ve Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) gibi uluslararası örgütlerden itidal çağrısı yapılırken konu Birlemiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde de ele alınmıştır. Dolayısıyla sadece Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan iki taraflı bir gerilim olmanın ötesinde bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliği tehdit noktasında da ele alınan gelişmenin iki devlet arasındaki ilişkilerin ötesinde küresel bir denklemin parçası olduğu ifade edilebilir. Bu noktada Kerç Boğazı’nın önemi ve Karadeniz jeopolitiğindeki yeri, Ukrayna’nın rasyonel olmayan hamlesi, Rusya’nın ölçülülük ilkesinin çok ötesinde cevabı ve küresel jeopolitik noktasındaki etkisi tartışmaya değer konulardır.

Krizin yaşandığı bölge olan Kerç Boğazı, Karadeniz jeopolitiğinin en mühim alanlarından bir tanesi olmakla beraber Kırım’ın ilhakıyla birlikte Rusya’nın ulusal güvenliği bakımında da vazgeçilemez öneme sahiptir. Bir yandan Rusya ile Kırım arasında ekonomik iletişim ve ulaşım noktasında birleşim noktası olan diğer yandan güvenlik ve askeri hassasiyetler bakımından faydalar sağlamakla beraber Mayıs 2018’de kullanıma açılan köprüyle de jeo-stratejik önemi daha da artan Kerç Boğazı, Azak Denizi’ne giriş bağlamında Rusya’nın hakimiyetini ifade etmektedir. Ayrıca yaklaşık 6 ay kadar önce kullanıma açılan köprü ise Moskova yönetimi tarafından Kırım’ın Rusya’ya katılımının bir sembolü olarak ele alınmaktadır.

Kremlin tarafından hem politik-askeri hem de psikolojik-algısal önemi olan Kerç Boğazı’nda Ukrayna’nın son dönemde bölgesel veya uluslararası konjonktürde ciddi bir değişiklik olmamasına rağmen böylesi bir hamle yapması izaha muhtaç ya da en azından yorumlanması gereken bir durumdur. Bu noktada Ukrayna yönetiminin hem iç hem de dış politikada kullanacağı bir kriz sürecini başlattığı iddia edilebilir. Yaklaşan seçimler noktasında yapılan anketlerde Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko’nun, eski Devlet Başkanı Yuliya Timoşenko karşısında ciddi anlamda geri kaldığına dair sonuçlar elde edilmektedir. Bu noktada Poroşenko yönetiminin söz konusu krizle milliyetçilik ekseninde oylarını konsolide etmeyi amaçladığı düşünülebilir. Bunun yanı sıra mevcut yönetim sıkıyönetim ilanıyla birlikte seçimleri tehir etme seçeneğini de tartışmaya açabilir. Dış politika bağlamındaysa Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanında olan günümüzdeyse Sovyet nüfuzunun yerine Rus nüfuzunu reddeden Ukrayna’nın NATO üyeliğini güvenlikleştirme amacı yer alabilir. Üyeliği tartışılmalı olan ve kabul edilmesi için gerekli dönüşümleri gerçekleştirmesi için en az 10 yıla ihtiyacı olan Ukrayna’nın, böylece üyelik konusunu “güvenlik” meselesi haline dönüştürme ihtimalinin de göz ardı edilmemesi gerekir.

Krizin diğer tarafı olan Rusya ise özellikle Vladimir Putin’in yönetime gelmesinden itibaren iç sorunlarının büyük bir kısmını çözmekle beraber hem sert hem de yumuşak güç bağlamında önemli mesafeler kat etmiştir. Bu nedenle küresel aktör eğilimi göstermeye başlayan ve uluslararası politika bağlamında gerek Sovyetler Birliği gerekse Çarlık Rusya’sı özlemine sahip Moskova yönetimi revizyonist eylemlerde bulunmaktan kaçınmamaktadır. Batı aleyhine gerçekleştirdiği revizyonist eylemlerine sessiz kalınan veya gerekli tonda cevap verilemeyen Rusya, son dönemdeki uluslararası konjoktürel şartların da kendisi açısından müsait olduğu gerçeğinden hareketle Ukrayna’ya orantısız şekilde karşılık vermiştir. Rus tarafının bu noktada vermeye çalıştığı en önemli mesaj ise “arka bahçesi olarak gördüğü eski Sovyet alanında tek söz sahibi olduğu ve herhangi bir meydan okuma karşısında askeri kapasitesini kullanmaktan kaçınmayacağıdır.

Uluslararası kamuoyuna ve tüm aktörlere doğrudan mesajlar taşıyan Rusya’nın son hamlesinin Rusya ve Ukrayna arasında yaşan iki taraflı bir kriz veya sadece Karadeniz jeopolitiği bağlamında ele alınacak bir mesele olmadığının da belirtilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) hegemonyasının en önemli sac ayağı olan Atlantik İttifakı’ndaki gelişmelerin ele alınması gerekmektedir. Bilindiği üzere ABD Başkanı seçilen Donald Trump, göreve başlamasıyla birlikte Almanya ile ilişkilerin sorunlu bir hal aldığı döneme girilmiştir. Bununla birlikte yakın dönemde Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un “Avrupa Ordusu” çıkışı, ABD-Fransa ilişkilerinin Washington tarafından sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Trump’ın Macron’a cevap niteliği taşıyan ve Almanya’nın Fransa’yı işgaline vurgu yapılan sosyal medya mesajı Atlantik İttifakı içerisinde kartların yeniden dağıtıldığına işaret etmektedir. Küresel liderliği için Atlantik İttifakı’nı yani Avrupa’yı elinde tutmak zorunda olan ABD açısından Ukrayna merkezli son krizle Avrupa’nın Rus tehdidini yeniden hatırlaması sisteme (Atlantik İttifakı’na) itiraz eden devletlerin hizaya çekilmesi için bir fırsat olabilir. Çünkü gerek konvansiyel gerekse yeni nesil askeri kapasite bakımından Kıta Avrupası’nın Rusya’ya karşı koyabilme yeteneği söz konusu değildir. Dolayısıyla Rus tehdidini hisseden Avrupa’nın tercihi Avrupa Ordusu’ndan ziyade NATO sistemi içerisinde yer almaktan yana olacaktır.  Sonuç itibarıyla söz konusu kriz NATO’nun gerekliliğini teyit eden ve Atlantik İttifakı’nın sürdürmesi zaruretine işaret eden bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Bu netice ise en fazla ABD’nin işine yarayacaktır.

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.

Benzer İçerikler