Sovyet sonrası coğrafyada Rus dış politikasının siyasi gelenekleri çerçevesinde bilinçli olarak oluşturulan birçok dondurulmuş ihtilaf sahası ya da kriz noktası bulunmaktadır. Prednestrovye (Transdinyester), Karabağ, Abhazya ve Osetya gibi topraklar ya da bölgeler söz konusu ihtilaf sahalarındandır. Bu ihtilaflardan ilki hariç diğerleri Kafkasya’da bulunuyor. Bu noktaları oluşturan Sovyetler Birliği stratejistlerin başarılı hamleleri günümüzde Rus dış politikası için farklı avantajlar sağlamakta. Çatışma sahalarının tampon bölgeler olarak kullanılması bu avantajların başında geliyor. Prednestrovye hariç diğer ihtilaf bölgeleri Kafkasya’da bulunuyor. Bu durum Kafkasya jeopolitiğinde dondurulmuş çatışma sahalarının oluşturduğu sıcak çatışma riskinin büyük olduğu anlamına da geliyor. Karabağ ihtilafı ise Kafkasya jeopolitiği içerisinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle Karabağ’ın statükosu aradan geçen 30 yıldan sonra öngörülemez bir biçimde başlayan savaşla değişti. Ermeni işgali altında olan Karabağ toprakları artık asıl sahibine geri döndü. Tabii yaşanan bu değişim irdelenmesi gereken çok önemli ve yeni bir Kafkasya jeopolitiği oluşturdu. Bunun için öncelikli mesele Karabağ Savaşı öncesinde nasıl bir Kafkasya jeopolitiğinin olduğu ve savaş sonrasında nasıl şekillendiğidir.
Kafkasya’nın tarihi jeopolitiği düşünüldüğünde; Güney Kafkasya bölgenin eski imparatorlukları Türkiye, Rusya ve İran tarafından dönem dönem kontrol edilen ve jeostratejik rekabetin yaşandığı bir böğledir. Bölgenin demografik çeşitliliği, demografik iç içe geçmişlik, Nahcivan gibi ekslav toprakların varlığı, etnik ve dini irredantizmin hat safhada olması, landlocked devlet Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan toprakları arasında taşeron duvar görevi görmesi gibi etkenler aslında jeopolitik siyasi ilişkiler düğümü oluşturmuştur. Kaldı ki Türkiye’nin Ermenistan sınırını kapalı tutması, Azerbaycan Türkiye iletişiminin arada Ermenistan topraklarının olması nedeniyle direkt olmaması, Gürcistan topraklarında Abhazya ve Osetya’nın Rusya dışında hiçbir dünya ülkesince tanınmayan bağımsızlığı bu jeopolitiğin önemli birer parçalarıdır. İran ise kendi içerisinde 38 milyon Azeri Türkünün varlığına bağlı irredantik korkular yaşamaktadır. Etnik kimliğin Şii İslam kimliği üzerinde kurduğu baskı İran’ın kâbusu olmuştur. Bu konjonktür içerisinde Azerbaycan için uluslararası ilişkilerde öncelikli mesele; enerji piyasalarına enerji arzı yapabilmek ve Karabağ topraklarını Ermeni işgalinden temizlemek olmuştur. Enerji satışını bağlı olarak tasarlanmış jeoekonomik, Azerbaycan için asli mesele olmuştur. Rusya için öncelikli mesele enerji, güvenlik, savunma ve stratejik anlamda bölgenin tamamında kontrolün sağlanması, İran içinse; Türkiye’nin Türk dünyası ile doğabilecek muhtemel doğrudan iletişimini kesmek olmuştur. Gürcistan ise toprak bütünlüğünü sağlama noktasında Rusya’ya karşı Batı desteğine muhtaç ancak Ermenistan’ı egale eden Türk ve Azerbaycan projelerinde önemli transit veya köprü ülke konumundadır.
Tüm bu konjonktür içerisinde II. Karabağ Savaşı öngörülemeyen bir anda yaşanmış ve bölgede yeni bir jeopolitiğin oluşmasına neden olmuştur. 2018 yılından bu yana küçük de olsa yaşanan çatışmaların kimse konvansiyonel bir savaşa döneceğine ihtimal vermiyordu. Karabağ ihtilafının sıcak savaşa dönmesinde asıl rolü oynayan ülke Ermenistan olmuştur. Kaldı ki teorikte ve pratikte Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı çıkacak bir savaşta hiçbir şansı da yoktu. Ancak buna rağmen Ermenistan’ın böyle bir savaşa girmesi her şeyden önce kafa karışıklığına neden olduğundan izaha muhtaçtır. Çünkü bu izah aynı zamanda yeni Kafkasya jeopolitiğinin de oluşmasında etkin olan sebep-sonuç zincirini ortaya çıkaracaktır.
2018 yılında Ermenistan’da yaşanan seçimleri Rus yanlısı Serk Sarkisyan değil Batı yanlısı Paşinyan kazanmıştır. Her ne kadar bir sokak hareketi, devrim ve benzeri diğer gelişmeler olmasa da Turuncu devrim teknolojisine bağlı bir siyasi süreç yaşanmıştır. Bundan hemen sonra Peşinyan’ın iktidarının ilk günlerinden itibaren aslında Azerbaycan ve Ermenistan arasında Karabağ sınır hattında çatışmalar yaşanmaya başlandı. Burada süreci tetikleyen ülke Ermenistan değil Batı yanlısı lider Paşinyan olmuştur. Paşinyan’ın Karabağ’da savaşı tetiklemesinin nedenleri ise şu şekilde açıklanabilir:
Kafkasya’da, dondurulmuş ihtilaflara rağmen; Türkiye, Rusya, İran ve Azerbaycan işbirliğiyle göreceli bir istikrar mevcuttu. Bu istikrarı sağlayan şey Türkiye, Rusya, İran’ın dışarıdan gelecek tehditlere karşı Ortadoğu’da yaptığı bölgesel işbirliği olmuştur. Tabii bu durum Türkiye, Rusya ve İran arasında işbirliğine rağmen sorunların olmadığı anlamına gelmemeli. Ancak bu ülkelerin işbirliğindeki asli amaç bölgeye dışarında gelecek olan tehditlerdi. Buna bağlı olarak bu ülkeler arasında var olan birçok sorun ve zayıf nokta şimdilik görmezden geliniyor ya da bir şekilde üzerinde anlaşma sağlanıyordu. Zaten bu sayede Ortadoğu’da batılı ülkelere karşı yapılan alan savunması başarılı olmuştur. Karabağ’da çıkacak bir çatışma konjonktürel işbirliği yapan bu ülkelerin arasındaki ilişkiyi sabote edecek en önemli seçenekti. Karabağ’da yaşanacak muhtemel savaş bu ülkelerden özellikle Türkiye ve Rusya arasında siyasi ve diplomatik krizlere neden olabilecekti. Çünkü bölge üç imparatorluğun eski hâkimiyet ve rekabet sahasıydı. Kaldı ki Karabağ her ne kadar Azerbaycan toprağı olsa da üç ülkenin yumuşak karnıydı. Bu anlamda Paşinyan genelde Batı özelde ise Fransa önderliğinde bölgedeki savaşı tetikledi. Ancak kendisini bu noktada cesaretlendirenler nasıl bir güvence verdiler bunu tam olarak bilemiyoruz. Savaşın hemen başlarında Paşinyan’ın sürekli olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den yardım istemesi, hem kendi başlattığı savaşta Rusya tarafından korunma hem de Türkiye ve Rusya’yı bölgede karşı karşıya getirme çabası olarak değerlendirilmelidir. Kaldı ki Karabağ sorunuyla çok yakından ilgilenen Fransa bu anlamda Ermenistan’a uluslararası kamuoyu nezdinde destek vermek dışında hiçbir yardım yapamayacaktı. Bu noktada Vladimir Putin Paşinyan’ın telefonlarında dahi çıkmayarak onu bir noktada hem cezalandırmış hem de bu yolla savaş diplomasisi yürütmüştür. Tabii bunda Paşinyan’ın iktidara gelir gelmez Ermenistan’da Rus askeri üslerini kapatmak istemesi ve Rusya karşıtı, Batı yanlısı politikalar izlemesi de etkili olmuştur. Sahada istediğini alamayan Ermenistan bölgesel çatışmayı tetikleme konusunda da başarısız olmuştur. Bu süreç Türk-Rus işbirliğinin daha sağlam bir zeminde olduğunu gösterdiği gibi Rusya’nın daha da güneye inerek Karabağ’a barış gücü sıfatıyla yerleşmesiyle sonuçlanmıştır. Bu bakımdan Rusya Kafkasya jeopolitiğinde yeni jeostratejik avantajlar elde etmiştir. Kaldı ki Suriye’de komşu olduğu İran’a Kafkasya’da da komşu olmuştur. Rusya eski Sovyet coğrafyasının en güney sınırına bir noktaya daha tekrar dönmüştür. Şimdilik yeni Kafkasya jeopolitiği Sovyet sınırlarının tarihi simetrisi baz alınarak dizayn edilmektedir diyebiliriz. Bu anlamda Rusya; Hazar – Karadeniz, Hazar –Anadolu arasında ve Kafkasya’da Kuzey-Güney yönlü gerek enerji, gerek ulaşım gerekse siyasi ve askeri anlamda yeni avantajlar elde etmiştir. Kaldı ki Çin’den gelecek ya da gelmesi muhtemel ticaret yolu güzergâhına yakın bir alanda adeta çekiç güç gibi yerleşmiştir. Bu konumunu nasıl kullanacağına dair öngörüler olmakla beraber henüz konuşmak için erken. Ancak şimdilik Rusya’nın küresel stratejisinde kendi sınırlarına yakın coğrafyada yeni avantajlar elde ettiği ve gelecekte yeni stratejik hamleler yapabileceği kesindir. Yine Karabağ sorunu kısmen de olsa ihtilafın azaldığı bir bölge olmuş ve bu sayede bölge dışı ülkelere konunun doğrudan içeriğine dahil olacak siyaset yapabilecekleri alan bırakılmamıştır.
İkinci bir mesele ise Fransa; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Kızıl Deniz’de ve Adalar Denizi’nde, üç kıta havuzunda, yürüttüğü etkin dış politikayı zayıflatmak için Karabağ savaşıyla yeni bir cephe açmak istemiştir. Karabağ Savaşı’nın Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Fransa arasında yaşanan mücadeleyle hemen hemen eş zamanlı olarak başlaması da bu durumu ispat eder niteliktedir. Fransız stratejisine göre; Türk dış politikası enerjisini Doğu Akdeniz’e değil Kafkasya’ya harcamalı ve geleneksel siyaset sahasına dönmeliydi. Ancak bu durum da Türkiye’nin Karabağ’da ateşkes sürecini gözleme merkezi yani askeri üs kurmasıyla, konumunu daha da güçlendirmesiyle sonuçlanmıştır. Diğer yandan Doğu Akdeniz ve Libya’daki faaliyetlerine de eskiden olduğu gibi devam etmektedir. Bu anlamda Türkiye kendi gücünün 2,5 katı kadar etkin dış politika yürütebilecek kabiliyete sahiptir. Tabii bundan sonra bölgede izlenecek diplomasi çok önemlidir. Kuvvetle muhtemel Rusya diplomatik yollarla Türkiye’nin Azerbaycan ve Kafkasya üzerindeki gücünü kırmaya ve bölgede etkisizleştirmeye çalışacaktır. Oluşan yeni konjonktür bu anlamda yeni bir süreci başlatmış, yeni bir jeopolitiği oluşturmuştur.
Sonuç olarak böyle bir savaşın arkasından konjonktürü en iyi değerlendiren ülke Rusya olmuştur. 13 Kasım’da yine bir Rus hava aracının, düşük saldırı kabiliyetine sahip askeri taşıma helikopterinin, (Mi 24) olmaması gereken bir hava sahasında seyir ederken Azerbaycan birliklerince doğal olarak yanlışlıkla düşürülmesiyle Rusya’nın patronajlığında Ermenistan ve Azerbaycan’a dikte edilen bir ateşkes ve anlaşma süreci başlatılmıştır. Tabii bu arada iki kez insani yardım için yine Rusya tarafından savaşa ara verilmiştir. Savaş sürecini ve şiddetin dozajını doğrudan Rusya kontrol etmiştir. Bu bakımdan üçüncü ülke kontrollü bir savaş süreci yaşanmıştır diyebiliriz.
İran ise yeni Kafkasya jeopolitiğinde kuzeyden tekrar Rusya ile komşu olmuştur. Bu komşuluk Suriye’de karşı karşıya gelinmesi durumunda Rusya tarafından en ideal bicimde kesinlikle kullanılacaktır. İran’ın Karabağ Savaşı sürecinde Ermenistan’ı desteklemesi İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin İran’a bakışı noktasında da önemli değişikliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Farsi ve Azerbaycan demografisinin ortak paydası Şii İslam bu anlamda derin bir kriz yaşayacaktır. Kafkasya jeopolitiğinde Gürcistan az önce de değindiğimiz gibi ABD ve Batı destekli dış politikasına Karabağ Savaşı’nda da devam etmiştir. Ancak ABD, devam eden seçim süreci ve iç siyasi belirsizlik nedeniyle bu süreçte Gürcistan’ın çağrılarını boşa çıkarmıştır.
Türkiye bölgeye ateşkesi gözleme üssü kurarak İran’a kuzeyden komşu olmuştur. Türkiye de bu anlamda İran’ı siyasi ve askeri olarak baskılayabilir. Yine bu yeni konum İran’ın dönem dönem yumuşak güç uygulamak suretiyle Azerbaycan’a verdiği gözdağına da son verecektir. Bunun dışında aslında Ermenistan’ı da hem doğudan hem batıdan kuşatma altına almıştır. Ancak Türkiye’nin amacı Ermenistan’ı kuşatmak değil, diplomatik ve ticari yollarla marjinal devlet alanından meşru siyasi alana çekmektir. Bunu başardığı takdirde yeni Kafkasya jeopolitiğinde diğer ülkelere göre bir adım daha öne geçecektir.