Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında son dönemde süregelen ilişkilere bakıldığında bir “güven bunalımı”nın hâkim olduğu gözlenmektedir. Özellikle PKK terör örgütünün bölgedeki uzantısı olan YPG’ye ABD’nin verdiği destek, FETÖ terör örgütü liderinin iadesi konusu, ABD’li Rahip Andrew Brunson ile ilgili dava sürecinde Washington’un takındığı tutum ve vize krizi gibi gelişmeler Türkiye’nin ABD ile müttefiklik temelinde şekillenen ilişkisini zedelemiştir. Nihayetinde, 2018 yılı itibariyle oldukça gergin bir havada seyreden ilişkiler, 2019 yılına girilirken yeni bir kavşak noktasındadır. Bu süreçte, ilişkilerin rotasını belirleyecek gelişmelerin başında “Fırat’ın doğusu” meselesi ve bununla bağlantılı olarak “Suriye’den askerlerini çekmeyi planlayan ABD’nin bunu ne şekilde gerçekleştireceği” hususu gelmektedir. Bu aşamada sahada hangi aktörün etkin bir pozisyonda olacağı oldukça önemli olmakla birlikte söz konusu durumu bugünden net bir biçimde söyleyebilmek mümkün görünmemektedir.
İfade edilen alanda yaşanan belirsizliklere dikkat çekilecek olursa, öncelikle ABD askerlerinin çekilmesi durumu henüz kesinlik kazanmamıştır. Ciddi düzeyde bir çekilmenin somut bir biçimde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya çekilme süresinin nasıl bir zaman dilimini kapsayacağıyla ilgili Beyaz Saray’dan şimdilik bir açıklama yapılmamıştır. Kaldı ki ABD Başkanı Donald Trump hem cumhuriyetçi hem de demokrat kanadın senatörlerini tam anlamıyla ikna edebilmiş görünmemektedir. Başta ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) olmak üzere birçok üst düzey yetkili Suriye’den çekilmeyi stratejik bir hata olarak yorumlamakta ve Rusya ile İran’ın elinin daha da güçleneceğini düşünmektedir. “Suriye’de siyasi çözümün sağlanması” ve “İran’ın sınırlandırılması” hedeflerini gerçekleştiremeden bölgeden çekilen bir ABD’nin uluslararası alanda yaratacağı imaj ise güvenlik bürokrasisi açısından ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Sonuçta sahada kaybedilen bir cephenin masada kazanılmasının oldukça zor olduğunu tüm taraflar iyi bilmektedir.
İkinci olarak, alelacele gerçekleşecek bir çekilme sahada bir güç boşluğuna sebebiyet verebilir. Böyle bir durumda Rusya’nın daha fazla öne çıkması kuvvetle muhtemeldir. Üçüncü olarak, olası bir çekilme halinde, bölgede halihazırda var olan ve irili ufaklı yaklaşık 18 üsse yayılmış bulunan askeri varlığın nasıl bir pozisyonda olacağı veya buralara hangi aktörlerin konuşlanacağı sorunsalı da belirsizliğini koruyan bir başka unsurdur. Bununla birlikte ABD’nin bu üsleri tamamen boşaltması veya kaldırması beklenen bir durum olmadığı gibi, üslerin ne şekilde dizayn edileceği de henüz netlik kazanmamıştır.
Ayrıca soru işareti içeren alanlardan bir başkası da Washington’un son iki yılda terör örgütü YPG’ye temin ettiği ağır silahlar, tanksavar ve mühimmatın geleceği meselesidir. Bu konuda Ankara’nın hassasiyeti malum olmakla birlikte, iki ülkenin birçok kez de karşı karşıya geldiği ortadadır. Diğer taraftan, terör örgütü DEAŞ’ın etkinliği kırıldığı için Suriye’den çekileceğini açıklayan Trump’ın bu kararı, bireysel düzeyde olmakla birlikte sadece ABD halkında kısmi bir memnuniyet yaratmış gibi gözükmektedir. Pentagon başta olmak üzere Dışişleri Bakanlığı ve Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) gibi kurumlar konuya oldukça temkinli yaklaşmakta ve ABD Başkanının kararını yeniden gözden geçirmesi gerektiği yönünde beyanatlar vermektedir. Güvenlik bürokrasisinde hâkim olan mevcut tavrın benzerine ABD basınında rastlanmaktadır. Buna göre, DEAŞ’ın gücü zayıflamıştır ancak tamamen ortadan kalkması gibi bir durum mevcut değildir. Dolayısıyla söz konusu ülkede Trump’ın bu kararına karşı yürütülen faaliyetlerin merkez noktasını “DEAŞ’a karşı bir zafer kazanılmadığı” düşüncesi oluşturmaktadır.
Diğer taraftan Trump’ın mevcut açıklamaları, koalisyon ortakları olan İngiltere ve Fransa’yı da oldukça rahatsız etmiş durumdadır. Başta Fransa olmak üzere Suriye’de sorunun henüz tam olarak çözülmediğine vurgu yapan ortaklar, belirtilen bölgede kalmaya devam edeceklerini açıklayarak ABD Başkanının kararını onaylamadıklarını göstermektedirler. Tüm bu genel çerçeveden bakıldığında, sosyal medya aracı Twitter üzerinden diplomasi yürütmeyi tercih eden Trump’ı oldukça sıkıntılı günler beklemektedir.
Bu belirsiz ve karmaşık ortamda Ankara ise konuya oldukça ihtiyatlı yaklaşmaktadır. ABD Başkanının almış olduğu karar, Türkiye tarafından olumlu karşılanmakla birlikte, askerlerin çekilme durumunun ne şekilde gerçekleşeceği, Ankara’nın üzerinde hassasiyetle durduğu konudur. Bu noktada, Türk karar alıcılarının beklentisi, ABD’nin Türkiye ile koordineli bir şekilde sahadan ayrılması, YPG terör örgütüne verdiği desteği tamamen çekmesi ve oluşacak güç boşluğunun Türkiye minvalinde doldurulması yönündedir. Ayrıca, ABD askerlerinin çekilme operasyonunun başarılı bir biçimde yürütülmesi, Türk askerinin ABD askeriyle karşı karşıya gelme ihtimalini de yok edici bir nitelik taşımaktadır. Daha açık bir ifadeyle, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi iki müttefik ülkenin sahada karşı karşıya kalma olasılığı, tüm dengeleri alt üst edebilir ve sorunu işin içinden çıkılamayacak bir boyuta taşıyabilir. Dolayısıyla risk faktörü yüksek olan böylesi bir durumun ortadan kalkması her iki taraf açısından da olumlu değerlendirilmelidir.
Gelinen noktada, Ankara ile Washington arasında yaşanan kriz sürecinin ABD’ye bir fayda sağlamadığı ve Türkiye gibi bölgede etkin pozisyonda olan bir müttefikinin Batı’dan uzaklaşması ihtimalini gündeme getirdiği de gözlemlenmektedir. Ayrıca, Türkiye gibi uzun yıllardır terörle mücadele eden bir ülkenin güvenlik boyutundan asla taviz vermeyeceği de başta ABD olmak üzere tüm taraflarca anlaşılmıştır. Her ne kadar Trump’ın çekilme kararında “DEAŞ’ın etkinliğinin kırılması”, “sahada bulunmanın oldukça maliyetli olması”, “seçim vaadini gerçekleştirme ve ABD askerlerinin artık evlerine dönmeleri gerektiği” yönündeki faktörlerin etkisi olsa da Ankara’nın kararlı duruşunun da payı yadsınamayacak derecededir. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump’ın yapmış olduğu telefon görüşmesine ilişkin olarak Trump’ın Twitter üzerinden yapmış olduğu açıklamalar da bunun en somut göstergesidir.
Diğer taraftan Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna gerçekleştireceği olası bir operasyonun, Suriye’nin siyasi geleceğini belirleyecek olan masada “elini sağlamlaştıracak bir hamle” olduğu ortadadır. Burada Beyaz Saray’ın takınacağı tutum ikili ilişkilerin yönünü belirlemesi bakımından önemli olacaktır. Mevcut durumun sürdürülemez oluşu, sahanın yeniden şekillenmesini ve oluşacak yeni koşullara göre tarafların tutumlarını belirlemesi gerekmektedir. Fırat’ın doğusu özelinde, Washington yönetimi için Ankara ile uzlaşıp uzlaşmama, bölgenin de ilişkilerin de kaderini belirlemesi bakımından dikkate değerdir. Eğer ABD, Türkiye ile koordineli hareket etmez ise bölgede güçlü pozisyonda olan söz konusu müttefiki ile aşılması zor bir kriz sürecine girebilir. Bu durum, özellikle Moskova için önemli bir fırsat alanı yaratarak Ankara ile yakınlaşma derecesinin daha da yoğunlaşmasını sağlayabilir ve bu sayede bölgesel düzeyde denklemler ABD aleyhine kurulabilir.
Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin ihtiyatlı ve stratejik bir plan doğrultusunda ilerlemesi en olası durumdur. Bu açıdan bir değerlendirme yapmak gerekirse, ABD’nin çekildiği bir Suriye düzleminde, Türkiye ilk hedef olarak Suriye sınırını güvenli hale getirmeye odaklanacaktır. PKK terör örgütünün bir uzantısı olan YPG’nin tamamen bertaraf edilebilmesi için Ankara’nın bu tehdidi ortadan kaldırması öncelikli meselesidir. Uzun ve kapsamlı bir harekât olması bakımından bahsedilen operasyonun önemli olmasının yanı sıra taşıdığı risk boyutu da dikkate değerdir. Dolayısıyla, Suriye temelinde Türkiye için ABD kaynaklı bir fırsat alanı gelişmiş olsa da bunun ne yönde şekilleneceği çok daha kritiktir. Ankara’nın kararlı duruşu, Fırat’ın doğusu konusunda Washington’la koordineli hareket etme ihtimalini arttırıcı bir nitelik taşımaktadır. Burada “terör örgütü YPG’nin ana omurgasını oluşturan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol altında tuttuğu bölgeyi rejim güçlerine mi devredeceği ya da “20 km derinliğe ve 30 km uzunluğa sahip bölgenin silahsızlandırılıp silahsızlandırılmayacağı konusu” masada olan iki kritik senaryodur. Terör örgütü YPG’nin tasfiyesi ve DEAŞ meselesi de dâhil olmak üzere bölgenin geleceğine yönelik tüm planlar, Türkiye ile ABD arasında 8 Ocak 2019 tarihinde gerçekleşecek olan toplantıda belirlenecektir. Gözlerin 8 Ocak 2019 tarihine çevrildiği bu kritik süreçte, iki ülke arasındaki ilişkilerin koordineli mi yoksa kriz seviyesinde mi ilerleyeceği bu tarihten sonra kendisini gösterecektir.