İran’ın Filistin ve Suriye Politikalarının Olası İzdüşümü

Paylaş

Ortadoğu denince akla gelen ilk unsur olan Filistin-İsrail sorunu, günümüzde yerini artık Suriye sorununa bırakmıştır. Yaşanan iç savaş, dış ülkelerin müdahalesi gibi unsurlar Suriye’nin komşuları, bölge dışı aktörler nezdinde ülkenin hem dış hem de iç politikada gündem maddesi haline geldiğini göstermektedir. İran bu bağlamda öne çıkarılmaktadır. Esad rejimine verdiği destek, Hizbullah’ın Suriye sınırları içerisinde faaliyet göstermesi ve Tahran tarafından desteklenmesi ve İsrail’in bu ilişkiyi hedef alması gibi unsurlar göze çarpmaktadır. Filistin-İsrail sorununun bugün dahi çözülememesi veya “barış-istikrar” gündeminde yerini Suriye’ye bırakması bu sorunun önemini yitirmesi olarak yorumlanmamalıdır. İran’ın İsrail ile mücadelesine Filistin’i dahil etmesi, aynı hedefteki örgütlere olan desteğini arttıracağını açıklaması ve bölge ülkeleriyle giriştiği rekabet aslında konunun gündemde kolaylıkla üst sıralara çıkabileceğini göstermektedir. Suriye’de ve Filistin’de İran’ın bahse konu adımları ve İsrail’in tepkileri “2006 yılındaki Hizbullah-İsrail çatışmasının bir benzerinin bu sefer farklı bölgelerde ve farklı aktörler arasında yaşanabilir mi?” sorusunu sordurtmaktadır.

Filistin ve İsrail arasındaki müzakerelerin durması çözümsüzlüğün kabul edilip edilmediğini sorgulamaktadır. Diğer yandan 1980’lerin sonunda ortaya çıkan Filistin’de çift başlılık, hem Filistin içinde hem de dışında çözümsüzlük döngüsünü giderek pekiştiren bir unsur haline gelmiştir. Üçüncü seviyedeki yani bölgesel alandaki gelişmeler de Filistin’in iç sorunlarını ve İsrail ile olan ilişkilerini etkileyen faktörlerdendir. İran, gerek 1979 Devrimi öncesinde gerekse sonrasında Filistin mücadelesine destek veren bir devlet olagelmiştir. Ama bu hususta değerlendirilme altına alınması gereken çeşitli unsurlar bulunmaktadır: Tahran, Filistin’de kime neden destek vermektedir? Kendi çıkarlarına, yaşanan gelişmelere göre destek vermekte; ilişki kurduğu Filistinli örgütler de bu bağlamda değişebilmektedir. Dönem dönem Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), İslami Cihat ve Hamas’a destek vermiştir fakat genel değerlendirmede en fazla yakın olduğu aktörün Hamas olduğu görülmektedir. Hamas’ın Filistin sorununa olan yaklaşımının Tahran ile benzer olduğu düşünülebilir: İsrail’in varlığı kabul edilmemekte, İsrail’in yıkılması ve bu gerçekleşene kadar silahlı mücadeleye devam edilmesi hedeflenmektedir. FKÖ lideri Yaser Arafat’ın İran-Irak Savaşı’nda Irak’ı desteklemesi, müzakereler yoluyla Filistin-İsrail sorununa çözüm bulmaya karar vermesi Hamas’ın Tahran tarafından siyasi, askerî ve mali yönden desteklenmesine neden olmuştur. Örgütün Gazze’deki kontrolü ele almasından sonra İran, Hamas’ın en büyük destekçisi olarak nitelendirilmiştir. Ablukada da bu destek devam etmiştir. Arap hükümetleri Hamas’ın uğradığı ablukaya pek tepki göstermezken İran, örgüte mali desteklerde bulunmuştur. Hamas’ın ablukayı bir şekilde kırmasında ve faaliyet gösterebilmesinde etkili olan bu destek örgütün Esad’a destek vermemeyi tercih etmesiyle büyük oranda azalmıştır. Örgüt, siyasi bürosunu Şam’dan Doha’ya taşımak durumunda kalmış; Tahran ise İslami Cihat’ı desteklemeye başlamıştır. Diğer yandan 2013’te Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi Hamas’ı “rahatlatırken” Muhammed Mursi’nin devrilmesinden sonra örgüt, destek ihtiyacını Tahran’dan sağlamaya çalışmıştır.

Tahran’ın; İsrail’e karşı mücadele eden Filistinli gruplara yardımını arttırma kararına dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda Hamas ile son dönemde yeniden başlayan diyalog örnek olarak verilebilir. İran’ın Şubat 2017’de düzenlediği ve İsrail’e karşı mücadele eden Filistinli gruplara karşı daha fazla yardımda bulunacağını açıkladığı 6. Filistin İntifadası’na Uluslararası Destek Konferansı veri olarak kullanılmaktadır. Hamas, İslami Cihat, el-Fetih ve sol tandanslı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden temsilciler hazır bulunmuştur. Hizbullah da katılmıştır. Tahran’ın Filistin’e dair çözümü bu toplantı vesilesiyle bir kez daha anlaşılmıştır: Dini lider Ayetullah Ali Hamaney, Filistin’in tam anlamıyla özgürlüğüne kavuşmasını yani İsrail’in kuruluşundan önceki İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarında Filistin devletinin kurulmasını bir kez daha İran’ın hedefi olarak açıklamıştır. Hamaney ayrıca Filistinlileri bu durum gerçekleşinceye kadar silahlı mücadelede bulunmaya çağırmıştır.
İran-Filistin ilişkileri, İran-Arap ülkeleri ilişkileri kapsamında da değerlendirilebilir. Arap ülkeleri, Hamas ve Filistin Otoritesi’nin (FO) aralarındaki uyuşmazlığa son vermeleri yönündeki çağrılarını giderek arttırmaktadır. Örnek olarak; Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Fas ve Katar verilebilir. Bu sıralanan ülkeler aynı zamanda İran’ın bölgede artan etkisine ve Suriye’deki politikalarına karşı çıkmaktadır. Böylelikle Tahran’ın Filistin’e destek olarak adı geçen Arap ülkelerine karşı strateji geliştirmeye çalıştığı ifade edilebilir.

Suriye’deki İsrail ve Hizbullah temelli gelişmeler; söz konusu unsurların İran’ın Filistin politikasıyla bağlantılı olabileceğini, “Tahran, İsrail’e iki cephe mi açtı?” sorusunu akla getirmektedir. Örneğin gerek Filistin’de Hamas gerekse de Suriye’de Hizbullah temelli bir “2006 yazının” tekrarlanıp tekrarlanmayacağı düşünülmektedir. İran’ın Suriye’deki varlığına ilişkin uluslararası ajanslara düşen çeşitli maddeler, 2006 süreciyle benzerlik kurulmasında kullanılabilir. İsrail işgali altında bulunan Golan Tepeleri’ne yakın Kuneytire civarında İran askerî üssünün kurulabileceği iddiasında bulunulmaktadır. Kuneytire’de dönem dönem iki ülke arasında gerginliğin yaşanması diğer bir ilginç unsuru teşkil etmektedir. Esad’ın Lazkiye limanında İran’a bir askeri üs verebileceği de öne sürülmektedir. İsrail’in Hayfa Limanı’na yakın olan Lazkiye’de Tahran’ın askerî varlığı İran-Hizbullah ilişkisinin lehine bir gelişme olarak yorumlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle Tel Aviv, bu durumu kendisine yönelik tehditlerin artması olarak değerlendirmektedir. Bir diğer unsur da Hizbullah’ın Suriye’deki mevcudiyeti ve İsrail’in bu yönde uyguladığı politikalarıdır. İsrail, Suriye’de Hizbullah’ın varlığından rahatsızdır ve örgütün hedeflerini vurmak gibi çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Amacını İran’ın örgüte ileri teknolojide silah temin etmesinin engellenmesi olarak açıklamaktadır. Tel Aviv, Hizbullah’ın Suriye’deki kapasitesini azaltmayı hedefleyen bu saldırılara devam edeceğini fakat bunların dışında Suriye’de başka bir askerî faaliyeti olmadığını öne sürmektedir. İsrail’in son hava saldırılarına İran karşı cevap vermiştir. İsrail’in saldırılarının kabul edilemez olduğunu savunan Tahran, İsrail’in Suriye’de çatışmalarda bulunan terör örgütleriyle ortak çıkarlara sahip olduğunu öne sürmektedir.

Sonuç

Yukarıda değinilen Filistin ve Suriye örnekleri, İran’ın kendi ulusal çıkarlarının yanında bölge koşullarına göre politika geliştirdiğini göstermektedir. Filistin’de taraflar arasında ve İsrail ile Filistin arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Gerek bölgedeki etkisini pekiştirmek gerekse de İsrail karşıtı politikalarını desteklemek amacıyla Tahran’ın Filistin’deki bu son “açılımı” yaptığı düşünülebilir. Suriye’de ise farklı aktörler farklı politikalar gütmektedir. İran’ın Suriye’de Hizbullah’a yönelik politikası da bölgedeki etkisini arttırmak ve İsrail karşıtı politikalarını farklı bir alanda uygulamak açısından değerlendirilebilir.

Tahran’ın Ortadoğu’da artan etkisine karşı yapılan çeşitli ittifaklara hem Filistin hem de Suriye üzerinden cevap vermeyi amaçladığı düşünülebilir. Arap dünyasına hatta Türkiye dahil olmak üzere bölge ülkelerine birer mesajı olarak yorumlanabilir. Diğer yandan Ankara ve Arap dünyası İran’ın Filistin üzerindeki etkisini kırmayı hedefliyorsa çeşitli düzeylerde aktif olmaları gerekmektedir. Hamas ve El-Fetih arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi, her iki yapıya da desteğin sağlanması, ulusal birlik hükümetinin kurulmasının desteklenmesi, İsrail-Filistin görüşmelerinin başlatılması için inisiyatif kullanılması yapılacak faaliyetler olarak sıralanabilir. Suriye’de ise adı geçen ülkelerin ortak hedef benimseyip ilgili politikaları izlemesi şimdilik uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir.
İran’ın Akdeniz’de askerî üsse sahip olması ihtimali, İran’ın veya Hizbullah’ın Golan sınırına asker gönderme olasılığı, Tahran’ın Hizbullah’a verdiği destek ve Filistin’de silahlı çatışmayı savunan unsurlara desteğini arttıracağını açıklaması; İsrail-İran-Lübnan arasındaki 2006 yılının denklemi göze alındığında nasıl okunulabilir? Tahran, o dönemde Lübnan’da herhangi bir askerî unsurunun olmadığını ifade etse de süreç açısından önemli bir role sahip idi. Oysa ABD, İngiltere ve İsrail; İran’ın Hizbullah’a askerî ve maddi yardımda bulunduğunu savunmaktaydı. 2006’da Hizbullah’ın Lübnan’da ve bölgede güç gösterisinde bulunması İran’ın elini kuvvetlendirebilecek bir gelişme olarak yorumlanabilir; fakat bu noktada “İran, Lübnan’daki temel hedeflerini gerçekleştirebildi mi?” sorusu İran’ın Filistin ve Suriye’deki hedeflerinin anlaşılması bağlamında önemlidir. Tahran, Lübnan’da kendi rejimine benzer ikinci bir “İslam Cumhuriyeti”ni kurmayı hedeflemiş fakat bu hedefte istediği başarıyı yakalayamamıştır. Öte yandan Lübnan’daki Şii unsurların varlığıyla İsrail siyasetini hem Lübnan hem de Suriye üzerinden yürütme “fırsatına” sahip olduğu düşünülebilir; fakat Suriye denkleminde birden fazla ve güçlü devletin bulunması İran’ı çeşitli alanlarda sınırlayabilir. Diğer bir ifadeyle “2006 süreci” 2017’ye uyarlandığında Tahran’ın İsrail’e farklı cepheler “açmayı” istediği görülmektedir. Suriye’deki siyaseti bu bağlamda yorumlanabilir fakat Filistin’de söz konusu bir “cephenin” açılması uzak bir ihtimal olarak görünmektedir. FO/FKÖ/El-Fetih’in böyle bir seçeneği kabul etmesinin imkansıza yakın olduğu düşünülebilir; Hamas da bahse konu seçeneğe temkinli yaklaşabilir. İsrail’in cevabı, Filistin halkının mevcut sorunlarını arttırabilir. Ayrıca Hamas ve El-Fetih ile bir türlü başlatılamayan ulusal birlik hükümetinin daha da yara almasına sebebiyet verebilir.

İran’ın Filistin politikası çoğu zaman retorikte kalmaktadır. İran, Filistin’de laik kesimin kullanmadığı söylemlere başvurmaktadır. Bu ifadelerin Filistin tabanında ve uluslararası hukukta ne kadar geçerli olduğu tartışmalıdır. Filistin’de ulusal ve uluslararası meşruluğu olan taraf, çözümü müzakerelerde aramaktadır. O yüzden Tahran’ın ve Hamas gibi silahlı çatışmayı hedefleyen, İsrail’in varlığını tanımayan örgütlerin hedeflerinin daha çok retorikte birleştiği düşünülebilir. Buna ilaveten FKÖ merkeze alınarak Filistin mücadelesi değerlendirildiğinde bölge ülkeleriyle gergin ilişkileri dengede yürütmeye çalıştığı ve bunda da çoğu zaman başarılı olduğu görülmektedir. Tek bir ülkeden alınan desteğin Filistin mücadelesine yardımcı olamayacağının FKÖ ve El-Fetih farkındadır. Hamas’ın, -silahlı mücadeleyi tekrardan kabul etmeleri durumunda-FKÖ’nün ve FO’nun salt İran’ın desteğiyle İsrail’e karşı girişecekleri silahlı mücadeleyi sürdürmelerinin uzak bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. Diğer yandan İran, bu örgütlerin İsrail ile uzun süre çatışmasını ne kadar desteklemektedir? İsrail’e karşı bir müdahale örgütlerin güçlerini kaybetmelerine, Tahran’ın uluslararası alanda yeni kazandığı “işbirliği fırsatlarını” kaybetmesine yol açabilir.
Tahran-Filistin ilişkilerinin ne kadar yakın olduğu tartışmalı bir diğer unsuru teşkil etmekte ve kimi boyutlarıyla Tahran’ın dış politikasına ışık tutmaktadır. Örneğin Hamas’ın Halid Meşal gibi “sürgün” liderleri Ürdün, Suriye, Katar derken neden İran’a geçmemiştir? Hamas mı Tahran mı bu değişikliği kabul etmemektedir? Ya da İran’ın merkez üs olma konusu hiç mi görüşülmemiştir? Hem Hamas hem de İran ABD’nin tepkisinden mi çekinmektedir? Hamas, İran’ın “rakibi” olan Suudi Arabistan’ın “misillemesini” mi göze alamamaktadır? Yukarıda ifade edildiği üzere çeşitli sorgulamalar ya da farklı ülkelerin öne çıkarılması Tahran-Hamas ilişkilerinin önemini kaybettiği anlamına gelmemelidir. Yahya Senvar’ın Hamas’ın Gazze liderliğinin başına geçmesi, örgütün silahlı kanadı olan İzzeddin el Kassam Tugayları’nın Hamas üzerindeki etkisini arttırması ve Hamas’ı Suudi Arabistan’dan uzaklaştırıp İran’a yakınlaştırabileceği şeklinde de okunmaktadır.

Son tahlilde Filistin sorununun barışın tesis edilerek çözülmesi girişimlerinin neredeyse yok olduğu günümüzde İran’ın faaliyetleri Filistin’in gündemde kalmasına neden olmaktadır. Ayrıca İran, rekabet alanında Filistin’in bulunduğunu bölgesel ülkelere göstermektedir. Arap dünyasının Filistin’e desteği dün olduğu gibi bugün de sorgulanmaktadır. İran’ın sertleşme politikaları İsrail’i müzakere masasına oturmasına ufak bir ihtimal olsa da neden olabilir.

Doç. Dr. Erjada PROGONATI
Doç. Dr. Erjada PROGONATI
Erjada Progonati, 1983 yılında Arnavutluk’ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimini Arnavutluk’ta tamamladıktan sonra, 2001 yılında Ankara Üniversitesi’nde Türkçe dili eğitimini aldı. 2006 yılında Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. 2008 yılında Yüksek Lisans ve 2012 yılında Doktora programlarını tamamladı. Uzmanlık alanları, Balkanlar ve Avrupa siyaseti. Türkçe’nin yanı sıra, İngilizce, İtalyanca, Yunanca, Fransızca, Rusça ve İspanyolca dillerini iyi derecede bilmektedir. 2013 yılından itibaren Hitit Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde Doçent olarak çalışmaktadır.

Benzer İçerikler