İran İslam Devleti ile Suudi Arabistan Arasındaki İlişkilere Bakış

Paylaş

Ortadoğu bölgesinin iki önemli gücü olan İran ile Suudi Arabistan arasındaki ikili ilişkiler tarihten bu yana sıkıntılıdır. İlişkilerde yaşanan bu sıkıntının temelinde etnik ve mezhebi farklılıklar olgusu yer almakla birlikte, jeopolitik mücadelenin de payı büyüktür. Bu çerçevede iki ülke arasındaki ilişkilerde, etnik ve mezhebi kimliklerin araç sallaştırılması ve dolayısıyla her iki olgunun da ulusal çıkarlar nezdinde pragmatist dış politika yapımına dayandırılması söz konusudur.

Bu çerçevede iki ülke arasındaki ilişkilerin geçmişinde, özellikle 1979 yılından itibaren İran’ın devrim ihracı, Suudi Arabistan’ın İran-Irak Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in yanında taraf alması ve İranlı hacıların Kâbe’de sergilemiş oldukları siyasi eylemler dikkat çeken olumsuz gelişmelerdendir.

Riyad ve Tahran yönetimlerinin dış politika yaklaşımlarından en genel hatlarla bahsetmek gerekirse, Suudi yönetiminin dış politika anlayışının “rejimin güvenliği” düzleminde şekillendiği söylenebilir. Bununla birlikte Şii karşıtlığı temelli mezhepsel politikalar izlemesi, sistemin enerji ihtiyacına cevap vermesi açısından ABD ile yakın temasta olması ve bölgede hegemon davranışlar sergilemesi, Riyad merkezinin dış politika düzlemini belirlemesi bakımından önemlidir.

Ortadoğu’nun en eski medeniyet sahalarından biri olan İran’ın dış politika yaklaşımı ise temel olarak güvenlik eksenlidir. İslam Devrimi sonrası İran’ın dış politika anlayışında ciddi kırılmaların yaşandığı bir gerçektir. Yaşanan bu kırılma noktaları stratejik düzeyde cereyan etmiş, hedeflenen olgu da büyük değişim yaşanmamıştır. Dolayısıyla dış politika algısında oluşan bu farklılaşma bölgesel dengeleri etkilemiştir. Bu çerçeveden bakıldığında İran dış politikasının ana hedefi, bölgede lider olma konumuna sahip olmakla birlikte küresel bir aktör olma yönündedir. Diğer taraftan İran’ın tarihten gelen işgal edilme travması ve ekonomik yaptırımların ağırlığı, karar alıcıları dışa bağımlılığı en aza indiren politikalar yürütme amacına yöneltmiştir. Mezhepsel politikalar da, Tahran yönetiminin dış politikasını şekillendiren unsurlar arasında yer almaktadır. Ancak İran’ın izlemiş olduğu dış politika tarzını salt Şiilik üzerinden açıklamak eksik bir değerlendirme olmaktadır. Buna göre İran karar alma mekanizmasının, geçmişten itibaren sistemi dikkatli bir şekilde okuduğundan hareketle rasyonel ve pragmatist politikalar izlediği kabul görmektedir. ABD ve İsrail karşıtlığı da İran’ın bölgesel düzlemde yürüttüğü dış politika yaklaşımlarından bir diğeridir. Tahran yönetiminin bölgesel düzlemde bir başka dış politika yaklaşımı rakip ve tehdit olarak gördüğü ülkelere karşı devlet dışı aktörleri desteklemesidir. Bu noktada pragmatik bir bakış açısı sergileyen İranlı karar alıcılar, Ortadoğu bölgesinde daha büyük çatışmaların yaşanmasına zemin hazırlamaktadırlar.

Bu genel çerçeveden hareketle her iki ülke arasında yaşanan krizin tetikleyici unsurlarına bakılacak olursa, öncelikli olarak karşılaşılan olgu “petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından zengin olan Körfez bölgesi ile Ortadoğu’ya nüfuz etme mücadelesi”dir. Bir başka ifadeyle, bölgesel güç olan iki ülkenin birbirine karşı yürüttüğü üstünlük mücadelesidir.

İran ve Suudi Arabistan’ın yürütmüş olduğu bu nüfuz mücadelesinin bir basamağını da Yemen, Lübnan, Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan ve Körfez bölgesinde etkin olma oluşturmaktadır. Bu çerçevede etnik veya mezhepsel açıdan kendine yakın olan tarafların desteklenmesi suretiyle böyle bir politika geliştirilmektedir. Burada İran ve Suudi Arabistan’ın çıkar olgusu önemli bir ayrıntıdır. Nüfuz mücadelesinin hüküm sürdüğü bu yerlerde, aidiyetlik duygusu çıkarlar ile örtüştüğü takdirde, İran ve Suudi Arabistan’ın mezhepsel/etnik taraf olma politikası devreye girmektedir. Kısacası mezhepsel/etnik aidiyetlikler çıkarlar doğrultusunda öne sürülmekte ve kullanılmaktadır.

Diğer taraftan İran ve Suudi Arabistan arasında yaşanan güvenlik sorunsalı da krizin bir başka tetikleyici unsurudur. Bu açıdan bakıldığında her iki ülkenin de ilişki odaklı olmak yerine çatışma eksenli bir tavır sergilediği görülmektedir. İran ve Suudi Arabistan arasında yaşanan güven bunalımından hareketle, her iki ülkenin de bölgesel üstünlük bağlamında birbirinin varlığını tehdit olarak algılaması krizin derinleşmesinde etkendir. Bölge ülkeleri nezdinde İran’ın yürütmüş olduğu politikalar Suudi Arabistan tarafından saldırgan ve yayılmacı olarak algılanmaktadır. Buna karşılık İran açısından da Suudi Arabistan yönetimi ülkesindeki Şii yönetime baskı uygulamakta, silahlanma harcamalarını giderek arttırmakta ve Batı ülkeleriyle işbirliği yaparak İran’ın rejimine tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında her iki ülkede de güvenlik ikilemi sorunu görülmektedir.

Suudi Arabistan’ın İran’a yönelik politikasının giderek katılaşmasının nedenleri sıralandığında, ilk olarak ABD’nin Ortadoğu bölgesinde asker tesisinde azaltmaya gittiği görülmektedir. İkinci olarak, Suudi Arabistan’ın ekonomik ve askeri seviyesinde istenilen düzeye ulaşılması göze çarpmaktadır. ABD yönetiminin İran ile ilişkilerde normalleşme sürecini başlatmasının Riyad yönetiminde endişe uyandırdığı aşikârdır. Diğer taraftan ekonomik ve askeri seviyesini güçlendiren Suudi Arabistan’ın teknik açıdan donanımlı olduğu düşüncesiyle, İran ile mücadelede daha etkin olacağına inanmaktadır.

Diğer taraftan İran’ın P5+1 ülkeleriyle nükleer programda uzlaşması sonrası bölgede nüfuzunun artması Suudi Arabistan nezdinde rahatsızlık yaratmış ve Riyad yönetimini ABD ve Batılı ülkeler haricinde yeni ittifak arayışlarına yöneltmiştir. Bu minvalde Suudi Arabistan’ın, İran’ın bölgede artan etkinliğini kırmaya yönelik yeni dış politika stratejisi geliştirmeye başladığı gözlenmektedir.

Tüm bu genel değerlendirmelerin neticesinde her iki ülkenin de bölgeye yönelik farklı önceliklerinin ve kendilerine has dinamiklerinin olması, belirlenen stratejilerin istenilen hedeflere ulaşamamasının temel etkenidir. Bu çerçevede her ülkenin ulusal güvenlik kaygılarında farklı parametrelerin rol oynadığı görülmektedir.

Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Doç. Dr. Fatma Anıl Öztop Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktorasını “Karar Birimlerinin Dış Politika Yapım Sürecinin İşleyişine Etkileri: Türk Dış Politikası Örneği” adlı çalışmasıyla Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, yüksek lisans derecesini Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine “Türk-İngiliz İlişkileri (1939-1945)” isimli çalışmasıyla Fırat Üniversitesi’nden, lisans eğitimini ise uluslararası ilişkiler üzerine Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden almıştır. Çalışmalarını terörizm, devlet-içi çatışmalar ve dış politika üzerine yoğunlaştıran Dr. Öztop’un Terrorism and Political Violence, Middle Eastern Studies gibi çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri, kitap bölümleri ve “Terörizm ve Kadın: Fail mi Kurban mı? (2022)”, “Türk Dış Politikası Yapım Sürecinde Karar Birimlerinin Etkileri (2016)” ve “Dış Politika Analizi Üzerine Okumalar (E. Efegil ve R. Kalaycı ile birlikte, 2020)” adlı kitapları mevcuttur. 2011 yılında Fırat Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Uzman olarak göreve başlayan Öztop, bu görevini 2016 yılına kadar sürdürmüştür. 2016 yılından itibaren Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam eden Dr. Öztop, evli ve iki çocuk annesidir.

Benzer İçerikler