Üzerinde güneş batmayan imparatorluk tanımlamasıyla uluslararası ilişkiler ve tarih literatürüne girmiş olan Büyük Britanya İmparatorluğu (İngiltere), 19. yüzyılda dünyanın en büyük sömürge gücü olarak ön plana çıkmıştır. Nitekim tarihte ilk okyanus ötesi imparatorluğu İspanyollar kurmuşsa da İngilizlerin ulaştığı seviyeyi yakalayamamışlardır. İngiltere’nin hemen her kıtada varlık göstermesinin nedeni ise 18. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi’nin anavatanı ve bir ada ülkesi olarak denizci olmalarıdır. Büyük Britanya İmparatorluğu, 19. yüzyılın süper gücü olmasını da o dönemlerde yönünü doğuya çevirmesine borçludur. Daha doğrusu bu gücü, Asya-Pasifik bölgesini sömürgeleştirmesi neticesinde elde etmiştir.
Denizciliği önemsemesi sebebiyle bahsi geçen yüzyılın en büyük donanması da İngiltere Donanması olmuştur. Zira söz konusu dönemde Büyük Britanya İmparatorluğu, Napolyon Bonapart’ın ordularını ve donanmasını dahi yenmiştir. Bahsi geçen süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’de pek bir varlık gösterememesi ise zaten Çin, Afganistan ve Hindistan’ı çoktan işgal etmiş olan İngilizlerin Mısır’a ve Süveyş Kanalı vasıtasıyla çevresindeki diğer bölgelere yönelmesini sağlamıştır. Böylece İngilizler, mevzubahis bölgeleri de işgal etmişlerdir. Dünyanın en stratejik alanlarından biri olan ve Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yer alan Mısır’daki Süveyş Kanalı da 1869 yılında dönemin Mısır Valisi Said Paşa tarafından bir Fransız şirketine verilen ihale neticesinde tamamlanarak açılmıştır.
Kanalın açılmasıyla bölge jeopolitiği bir anda değişmiştir. Çünkü Avrupalı denizcilerin Afrika’nın batısını ve hırçın Ümit Burnu’nu geçmelerine gerek kalmamıştır. Bu durum, Büyük Britanya İmparatorluğu ve doğu kumpanyaları için de vazgeçilmez bir fırsat olmuştur. 1882 yılında ise Mısır’ın tamamı İngilizlerin işgaline uğramıştır. Mevzubahis gelişme, Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir kayıp olmakla birlikte, Büyük Britanya İmparatorluğu’nun dünyadaki sömürge yarışındaki liderliğinin perçinlenmesini sağlamıştır. Üstelik bu dönemde Afrika’nın savunmasız ve az gelişmiş bölgelerinde İngilizlere ve diğer Batılı sömürgeci devletlere mukavemet edebilecek ciddi bir rakip/engel de ortaya çıkmamıştır. Çünkü ilgili dönemde çağdaş devlet ya da imparatorluk anlamında Afrika’da, kıtanın kuzeyi hariç hiçbir oluşum veya kurum yoktu.
Büyük Britanya İmparatorluğu’nun bu hamlelerinin bir diğer nedeni ise 1839 yılında ticaret imtiyazları elde etmek için işgal ettikleri Çin ile 1858 yılında girdikleri Hindistan’ın güvenliği ve zenginliği meselesiydi. Tarihe I. (1839-1842) ve II. (1856-1860) Afyon Savaşları olarak geçen olayda İngiltere ve Fransa, Pasifik limanlarında ticari imtiyazlar elde etmek için Çin’e karşı savaşmışlardır. Ayrıca Avustralya ve çevresindeki adalardan elde ettikleri hammaddeler de “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” en büyük gelir kaynağı olarak ön plana çıkmıştır. Bu durum, 20. yüzyılın ortalarına kadar sürmüş ve zamanla İngiltere, büyük oranda bu ülkelerden askeri anlamda çekilse de yumuşak güç olan ekonomisi ve kültürüyle Mısır, Hindistan ve Çin’de varlık göstermeye devam etmiştir.
Bilindiği gibi Avustralya ve Yeni Zelanda, İngiliz Milletler Topluluğu’na bağlı ülkelerdir. Bu coğrafyalardaki müstemleke etkisi o kadar büyüktür ki günümüzde Hindistan ve Çin’de İngilizce bilen kişilerin sayısı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere’nin toplam nüfusundan daha fazladır. Elbette bunda günümüzde küresel ortak dilin İngilizce olmasının da payı vardır. Ancak İngiltere Premier Futbol Ligi takımlarının da en çok taraftarı yine Asya ülkelerindedir. Bir diğer çarpıcı örnek ise 156 sene İngiliz sömürgesi olmuş Asya finansının kalbi Hong Kong’dur. Hong Kong, 1 Temmuz 1997 tarihinde Çin’e devredilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya liderliğini istemeyerek de olsa ABD’ye kaptıran İngiltere’nin bu durumu gözle görülür ilk kabullenişi ise 1956 yılında vuku bulan Süveyş Krizi’nde olmuştur. Günümüze kadar Amerikan liderliği devam etse de ABD’nin birçok alanda uyguladığı strateji ve siyasetin perde arkasındaki senaristi de hiç şüphesiz yine İngiltere’dir.
İngiltere’nin bir diğer tarihsel özelliği ise devlet çıkarı neyi gerektiriyorsa, her türlü tarafla her koşul ve şartlar altında görüşmesi ve politikalar geliştirmesidir. Örneğin İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu’na garantörlük yapmasına rağmen Rusya Çarlığı’yla da çeşitli anlaşmalara imza atmıştır. Yine uluslararası ilişkiler literatürüne giren kuvvetler ve bölgeler arasındaki “denge politikasının” da mimarı İngiltere’dir. Nitekim İngiliz diplomasisinin donanması sayesinde dünyada ulaşmadığı bölge kalmamıştır.
Son günlerde ise İngiltere, Pasifik’te yeni askeri ve ticari açılımların ilk sinyallerini vermektedir. Brexit Anlaşması ile Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılan İngiltere’nin ne yapacağı; yani hangi eksende yer alacağı merak konusudur. Esasen Londra, Brexit’i Washington’la istişare ederek hayata geçirmiştir. Ancak aynı zamanda Londra, Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin de Batı’daki son durağıdır.
İngiltere’nin Pasifik açılımını da ülkenin en yetkili isimlerinden olan Savunma Bakanı Gavin Williamson’un yaptığı açıklamalardan anlamak mümkündür. Konuyla ilgili yaptığı açıklamada Williamson şunları söylemiştir:[1]
“Brexit sonrası bizim hangi tutum içinde olacağımızı dünya merak ediyor… Kanun delen ve silahlı kuvvetler inşasında yeniden canlanan Rusya ve Çin gibi ülkelerden gelebilecek saldırılara hazırlıklı olmalıyız… Sert karşılık vermenin sonucu ne olursa olsun biz ve Batılı müttefiklerimizin geleceği için bu konu elzemdir.”
İngiltere’deki mevcut yönetim, Brexit’i bir fırsat olarak görmektedir. Çünkü 2000’li yılların başından beri, AB’ye kabul edilen ve çoğu eski Sovyet uydusu olan ülkelerin maddi sıkıntısı ve buralardan önlenemeyen insan göçü, artık İngiltere’nin ne daha fazla kaldırabileceği ne de katlanabileceği bir durumdur. Üstelik 2008 yılındaki ekonomik krizin İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan ve hatta Fransa gibi Akdeniz ülkelerinde yarattığı tahribatın AB’nin daha zengin kuzey ülkelerine olan külfeti de Brexit’i tetikleyen unsurlar arasında yer almaktadır.
Aslında İngiltere, Brexit aracılığıyla bir taşla iki kuş değil; birkaç kuş vurmaya çalışmaktadır. Birincisi, AB’nin yoksul ülkelerinin ekonomik ve beşeri yükünün altına girmeyecektir. İkincisi, ABD’nin duraklamaya geçtiği bu dönemde güçlü nükleer donanması, ekonomisi ve teknolojisiyle yeniden eski gücüne dönmenin yollarını arayacaktır. Üçüncüsü, her şeye rağmen baş müttefiki olan ABD’yle Asya-Pasifik bölgesinin ve dünyanın yükselen güçleri olan Çin ve Rusya’yı dizginlemek için adımlar atacaktır. Dördüncüsü, bölgelerine hâkim olan ve yavaş yavaş orta seviyeden güçlü seviyeye geçiş yapan ülkelerle ikili ticari işbirliği anlaşmaları yaparak müttefik kazanmaya çalışacaktır. İngiltere’nin 1.8 milyar sterlin tutarındaki askeri harcamalarını artırmasının ve Türkiye ve Japonya’yla ikili ticaret anlaşmaları imzalamasının temel nedeni de budur.
Bu noktada akıllara “İngiltere, Çin’le birlikte tarihi İpek Yolu’nu canlandırmak için çalışırken; nasıl oluyor da Pasifik Okyanusu’na F-35 hayalet uçak filosunu taşıyan Queen Elizabeth savaş gemisini gönderiyor?” sorusu gelebilir. Sorunun cevabı ise tarihte saklıdır. Nasıl ki; müttefiki saydığı Osmanlı İmparatorluğu’nu Rusya Çarlığı’na karşı korumak için 1878 yılında Kıbrıs’ı deniz üssü olarak istedikten sonra, 1882 senesinde Mısır’ı işgal ettilerse ya da 1914 senesinde Ruslarla birlikte hareket ettilerse, Çin’le ticari anlamda projeler yapıp; donanmasını da bölgeye aynı mantık çerçevesinde göndermektedir.
Belirtmek gerekir ki; Çin’i tedirgin eden sadece İngiltere Donanması’nın bölgeye intikali ve Williamson’un tehditkâr sözleri değildir. Zira ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya da Çin’in denize çıkış kapısında ortak askeri deniz tatbikatları yapmaya karar vermiştir. Dörtlü Güvenlik Diyaloğu adını verdikleri bu oluşum, önümüzdeki süreçte Çin’in başını ağrıtabilir. Çünkü Pekin yönetimi, bu girişimin kendilerini Güney Çin Denizi’nde izole etmek amacıyla yapıldığının farkındadır.
Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nun içinde resmi olarak yer almayan İngiltere’nin fikren ve fiilen söz konusu ittifakı desteklediği ifade edilebilir. Ancak yaklaşık otuz yıldır İngiltere’nin savunma bütçesinde bu denli bir artış yapmadığı ve dünya kamuoyunda İngiliz sömürge kültürüne karşı büyük bir önyargının ve hatta nefretin bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Çin’in eksisi ise yüzyıllarca kapalı ve gizemli bir toplum olduklarından dolayı yumuşak gücünü etkili kullanamamasıdır. Nitekim “Dünya halkları Hollywood’u ve İngilizceyi benimsediği gibi, Çin kültürüne de kabul eder mi?” sorusunun yanıtı olumsuza yakın bir belirsizlik içerisindedir. Londra, New York, İstanbul ve Brüksel gibi metropollerde Çin restoranına giden insanların çok fazla olmasına rağmen Çin’in disiplini ve baskıcı rejimi birçok ülkede önyargıyla karşılanacak ve Pekin’in yumuşak gücünü etkili bir biçimde kullanmasını zorlaştıracaktır.
Tüm bu bilgiler çerçevesinde İngiltere’nin 18. ve 19. yüzyıldaki Doğu Açılımı misyonuna yeniden döndüğü öne sürülebilir. Çünkü mevcut durumda ABD’nin birçok derdi vardır. Başkanlık seçimlerinin ardından yaşanan tartışmalar artarak sürmektedir. Covid-19 salgınının en çok can aldığı ülke de ABD’dir. Dahası ABD’nin gerek üçüncü dünya ülkelerinde ve gerekse de İslam Dünyası’ndaki imajı oldukça olumsuzdur. Buna ek olarak Avrupalı devletlerin de ABD liderliğinde kurulan North Atlantic Treaty Organization/Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) ilişkin bir sorgulama içinde olduğu ve NATO’nun geleceğinin tartışıldığı görülmektedir. Ayrıca Washington, Pekin ve Moskova’yla Soğuk Savaş’a da benzetilebilecek sert bir yarışın eşiğindedir. Bütün bu durumlar ise küresel liderliğine ilişkin sorunlar yaşayan ABD’nin yakın müttefiki olan İngiltere’nin yeniden dünya liderliğine hazırlandığına işaret etmektedir.
[1] “İngiltere Sert Güç Gösterisi Yapmak Amacıyla İhtilaflı Pasifik Sularına Uçak Gemisi Gönderdi”, Independent Türkçe, https://www.independentturkish.com/node/14761/d%C3%BCnya/ingiltere-sert-g%C3%BC%C3%A7-g%C3%B6sterisi-yapmak-amac%C4%B1yla-ihtilafl%C4%B1-pasifik-sular%C4%B1na-u%C3%A7ak-gemisi, (Erişim Tarihi: 04.01.2021).