Haşdi Şabi’nin Konumunu Tartışmak Kırmızı Çizgi mi?

Paylaş

Irak Başbakanı El-İbadi’nin geçtiğimiz günlerde ABD’ye gerçekleştirdiği son ziyaretin ardından Trump yönetimine yakın isimlerin yer aldığı bir heyet Irak’ı ziyaret etmiştir. Bağdat’ı ziyaret eden heyette Trump’ın damadı ve Beyaz Saray Kıdemli Danışmanı Jared Kushner ve ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford da yer almıştır. Heyetin Irak ziyareti esasında Trump’ın, İran’ın Irak ve bölgedeki varlığına son verme kararı bağlamında gerçekleştirilmiştir. İran’ın, Irak’taki en güçlü aracı Haşdi Şabi’dir. El-İbadi’nin son ABD ziyaretinin ardından söz konusu milis güçlerin geleceği hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Çünkü ABD artık Irak’ta doğrudan İran’a bağlı milis güçlerinin varlığını istememekte ve bu güçleri bir şekilde tasfiye etmeye yönelik planları hazırlamaktadır. Bu çerçevede El-İbadi doğrudan olmasa dahi dolaylı yollarla Haşdi Şabi’nin günümüzdeki pozisyonuna ve mevcut konumuna karşı olduğunu dile getirmektedir. El-İbadi, konjonktür gereği bu düşüncesini açık ve net bir şekilde dile getirmese de ABD ile işbirliği sürecinin tesisi için Haşdi Şabi’nin mevcut varlığına dair sorgulamalar yapması kaçınılmazdır.

Kushner, Bağdat ziyaretinde Irak siyasal sisteminde ciddi bir şekilde reform yapılmasını istemiştir. Ayrıca bir iddiaya göre ise, ABD tarafından hazırlanan ve İçişleri ve Savunma Bakanlığı bünyesinde İran’a yakın 610 subayın adını içeren bir liste El-İbadi’ye iletilmiştir. Listede, bu grubun Iraklı Nuri el-Maliki ve İranlı Kasım Süleymani tarafından doğrudan yönetildiği ve Irak hükümeti içerisinde paralel bir yapı oluşturduğu iddia edilmektedir. Yine aynı iddialar çerçevesinde, önemli bakanlıklarda genel müdür ve kurum başkanları düzeyinde oldukça ciddi sayıda bürokratın bu paralel yapı ile İran ve Haşdi Şabi milis güçleri arasındaki koordineyi sağladıkları ileri sürülmektedir.

Irak’ta Haşdi Şabi’ye karşı tavır içerisinde olan sadece El-İbadi değildir. Iraklı Şiiler arasında önemli bir tabana sahip olan genç Şii lider Mukteda As-Sadr da geçtiğimiz aylardan itibaren Haşdi Şabi’ye karşı tutumunu açıkça ilan etmiştir. As-Sadr, Bağdat’ın Tahrir Meydanı’nda düzenlenen protesto mitinginde yaptığı konuşmada; “Irak’ta güvenlik sadece ordu ve emniyet birimleri tarafından sağlanmalıdır.” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca Haşdi Şabi bünyesinde yer alan ve doğrudan kendisine bağlı “Selam Tuygayları”nı DAEŞ sonrası dönemde hemen lağvedeceğine dair söz vermiştir. Bu bağlamda Sadr, kendine bağlı milis güçlerinin dağıtılması dahil olmak üzere bütün milis güçlerin dağıtılmasını talep etmiştir. Fakat Sadr’ın bu tutumu İran’ı ciddi biçimde rahatsız etmiştir. Hatta Sadr, söz konusu tutumundan dolayı ölümle tehdit edilmiştir. Bu tehdidin arkasında İran’a bağlı Iraklı diğer Şii milislerin olduğu ön görülmektedir.

Yukarıda ifade edilenlerin dışında Haşdi Şabi’nin geleceğiyle ilgili, ABD tarafında bir başka adım da atılmıştır. ABD, Irak’ta ilk etapta DAEŞ terör örgütünü tasfiye etmeyi planlamaktadır. Çünkü Irak’ta hala Anbar’ın %33’ü, Musul’un %30’u, Selahaddin’in %10’u ile Havice’nin tamamı DAEŞ terör örgütünün kontrolü altındadır. ABD, Irak’ta Musul başta olmak üzere diğer bölgelerin tamamını DAEŞ terör örgütünden temizlenmeden, doğrudan İran’ı karşısına almayı hedeflememektedir. Bu doğrultuda ABD, Irak’ta DAEŞ’in kontrolü altında olan bölgeleri en kısa zamanda söz konusu terör örgütünden temizlemeyi amaçlamaktadır. Ancak, ABD’nin ilk hedefi olan DAEŞ’le mücadele meselesi, İran’ı Obama döneminde olduğu gibi serbest bırakacağı şeklinde algılanmamalıdır. ABD aynı zamanda Irak’ın stratejik bölgelerindeki askeri üslere kuvvetlerini yerleştirmektedir. Anbar’dan Irak’a komşu olan Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan’a açılma avantajı olan ABD, bu sebeple Anbar’da bulunan “Ayın El-Asad” askeri üssü ve Ramadiye bağlı Habbaniye askeri üssüne asker göndermiştir. Zaten Musul Operasyonu’nun başlamasıyla Gayyara askeri üssüne asker yerleştirmiştir. Dolayısıyla ABD, Anbar bölgesini tamamen kontrolü altına aldığı takdirde Irak’ın batı bölgesinde İran’ın varlığını zayıflatacaktır. Görüldüğü gibi, ABD bir yandan DAEŞ ile mücadelenin öncülüğünü yaparken diğer taraftan da İran’ın nüfuzunu azaltmak için farklı stratejileri uygulamaya çalışmaktadır.

Haşdi Şabi’nin statüsü ve varlığı bölgesel düzeyde de tartışma konusu olmuştur. Bu çerçevede Türkiye, Haşdi Şabi milis güçlerinin DAEŞ’e karşı mücadele bağlamında elinin kuvvetlenmesinin Irak’ın toprak bütünlüğüne ve istikrarın sağlanmasına karşı tehdit oluşturduğunu açık ve net ifade etmiştir. Türkiye’nin Haşdi Şabi’ye yönelik tutumunu Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Al-Jazeera kanalında katıldığı bir programda açıklamıştır. Sayın Erdoğan, Haşdi Şabi milis güçlerinin bir terör örgütü olduğu ve bunları destekleyen tarafların incelenmesi halinde zaten bunun anlaşılacağını söylemiştir. Türkiye’nin Haşdi Şabi’ye karşı tutumundan dolayı Irak’ta özellikle İran’a yakın gruplardan kınama ve Türkiye’yi eleştiren yorumlar gelmeye başlamıştır. Irak’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haşdi Şabi ile ilgili son açıklamalarına gelen tepkilerden öne çıkanlar aşağıdaki gibidir:

a. Irak Başbakanlığı’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanatına cevap niteliğindeki açıklaması incelendiğinde aşağıdaki hususlar dikkat çekmektedir;

  1. İlk olarak, Irak’ın iç işlerine müdahale etmenin kabul edilemez olduğu belirtilmiştir. Bu noktada Erdoğan’ın açıklamalarının ülkenin iç meselesine yönelik olduğunun altı çizilmiş ve bu açıklamayı şaşkınlıkla karşıladıklarına dikkat çekilmiştir. Irak hükümeti bir yandan böyle açıklama yaparken öte yandan Başbakan El-İbadi, İran başta olmak üzere ABD ve diğer ülkelere ait askeri varlıkları görmezden gelmiştir. Ayrıca El-İbadi, İran’ın Irak’ın siyasal ve toplumsal yapısındaki nüfuzu ve etkisini görmezden gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasını Irak’ın içişlerine karışma olarak nitelendirmesi ciddiyetten ve gerçeklikten yoksundur.
  2. Başbakanlıktan yapılan resmi ve yazılı açıklamada öne çıkan ikinci hususta ise Haşdi Şabi’nin, Ali As-Sistani’nin fetvası sonucu kurulduğu ifade edilerek, söz konusu güçlerin ordu ve emniyet birimleri ile birlikte DAEŞ terör örgütüne karşı mücadele ettiği ve bu bağlamda büyük başarılar elde ettiğine işaret edilmiştir. Açıklamanın bu kısmında, kuruluş fetvasını veren As-Sistani’nin; Haşdi Şabi’nin gün geçtikçe İran’ın etkisine girmesinden duyduğu rahatsızlık belirtilmemiştir. Haşdi Şabi’nin yaklaşık %85’i As-Sistani’yi değil Ali Hamaney’i dini lider/mercii olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla bu durum As-Sistani’yi tedirgin etmektedir. Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir diğer husus ise As-Sistani’nin bir dini lider olduğu ve esasen dini misyona sahip olanların askeri ve(ya) politik konulara müdahale etmemesi gerekliliğidir. Ancak Ortadoğu’da bu anlayış yerleşmiş değildir. Dini liderin siyasete müdahalesi kabul edilse dahi As-Sistani doğrudan Haşdi Şabi’nin kurulmasını talep etmemiş, söz konusu fetvada Şii gençlerin Irak silahlı güçleri bünyesinde silahlanması çağrısı yer almıştır. Fakat fetva verilmesini müteakiben dönemin Başbakanı ve İran’a yakınlığıyla bilinen Nuri El-Maliki, bütün Şii milisleri Haşdi Şabi bünyesinde bir arada toplamıştır. Sonuç itibariyle As-Sistani’nin bu ve buna benzer fetvalarının pratikteki karşılığı çarpıtılmış ve olumsuz olmuştur.
  3. Üçüncü husus; açıklamada Irak’ın egemen bir ülke olduğu ve Haşdi Şabi’nin (Haşdi Şabi Yasası’yla) devletin kontrolüne girdiğine vurgu yapılmıştır. Ayrıca Haşdi Şabi’yi hiçbir ülkenin etkilemediği ve kimsenin kontrolünde olmadığı ifadesine yer verilmiştir. Bu noktada, Haşdi Şabi milislerin kontrolünün doğrudan General Kasım Süleymani’de olduğu gerçeği herkes taraftan bilinmektedir. Ayrıca İran’ın, ülke siyaseti ve bürokrasisindeki nüfuzundan dolayı El-İbadi’nin sadece şeklen başbakan olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır. Birçok kararda iradesi bulunmayan El-İbadi’nin başbakanlığı ve Irak’ın egemenliği tartışmalı bir meseledir.
  4. Açıklamada öne çıkan dördüncü husus ise; “Irak’ta milis güçlerinin devlet dışında faaliyet göstermesi anayasaya aykırı bir durumdur.” ifadesidir. Aslında burada El-İbadi, dolaylı da olsa Haşdi Şabi’nin Irak Anayasası’na aykırı olduğu itirafında bulunmuştur. Malum olduğu üzere “Haşdi Şabi Yasası’nın” kabul edilmesi de yasal olmayan yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu noktada Irak Parlamentosu’nun nasıl böyle bir oluşuma destek sağladığını sorgulamaktadır.
  5. Açılamanın sonunda ise komşu ve dost ülkelere terörle mücadelede yardım çağrısı yapılmıştır. Türkiye, Irak’ın hem komşusu hem de dostu olan bir ülke olduğuna göre Irak hükümeti resmen Türkiye’den teröre karşı mücadele konusunda yardım talep etmiştir. El-İbadi, Türkiye’ye “Sünnilerden oluşan ve Irak devletinin kontrolünde olan silahlı grupların yetişmesinde bize yardım edin mesajını” vermeye çalışmıştır.

b. Haşdi Şabi Sözcüsü Ahmed El-Asadi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haşdi Şabi’ye karşı açıklamalarının Irak’ın egemenliğini hedef aldığını iddia etmiş ve kendilerinin bu açıklamalara karşılık vereceğini belirtmiştir. Bunun yanısıra, El-Maliki’nin başkanlığındaki Kanun Devleti Koalisyonu’na bağlı bazı milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına karşı sert tepki göstermiştir. Sert tepki gösterenlerin tamamının İran yanlısı isimler olmaları dikkat çekici bir durumdur. Ayrıca, Haşdi Şabi Sözcüsü’nün Irak’ın egemenliğinden söz etmesi de çok ilgi çekicidir. Çünkü resmi sözcüsü olduğu Haşdi Şabi, Irak’ın egemenliğine karşı oluşturulan en büyük tehditlerin başında yer almaktadır. Bunu Sadr da açıkça ifade ederek, Haşdi Şabi’nin Irak’ın güvenliğine karşı oluşturulan doğrudan bir tehdit olduğunu belirtmiştir. Dahası, Haşdi Şabi’nin lider kadrosunda yer alan Hadi Al-Amiri’nin, İranlı Kasım Süleymani ile birlikte görüntüleri kamuoyu tarafından da bilinmektedir. Yabancı bir ülkenin emrinde çalışan ve Irak’ın bütün imkanlarını yabancı bir ülkeye sunan Hadi Al-Amiri’nin vatan haini olup olmadığı sorgulanmalıdır. Üstelik bu isim İran’dan mali destek de almaktadır. Haşdi Şabi’de Hadi Al-Amiri’ye gibi İran etkisinde ve İran’ın çıkarları için çalışan çok sayıda isim bulunmaktadır.

c. Irak Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi’ni çağırarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haşdi Şabi hakkında yaptığı açıklamalardan dolayı rahatsızlığını iletmiştir. Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Cafer’in İran’ın etkisinde ve hizmetinde olduğu göz önüne alındığında büyükelçinin çağrılmasının şaşırtıcı bir durum olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla Irak, Türkiye ve İran noktasında ikili ilişkilerinde çifte standart uygulamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir açıklamasından dolayı Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi bakanlığa çağırılırken, İran’ın yeni büyükelçisi ise Bağdat’ta üst düzey ilgi görmektedir. İran’ın Bağdat yeni büyükelçisi Eyric Mascidi, Kudüs Tugayları’nda Kasım Süleymani’nin yardımcılığını yapmıştır. Irak’ın geçirdiği böyle zor bir durumda 35 yıl boyunca İran Devrim muhafızlarında asker olarak görev yapmış bir ismin Bağdat büyükelçisi olarak atanması ve Irak tarafından kabul görmesi ülkenin ne kadar egemen olduğunu tartışmaya açmaktadır.

Sonuç olarak, şimdiye kadar katıldığı bütün çatışmalarda Sünnilere karşı çok sayıda katliam gerçekleştiren Haşdi Şabi’nin yasal bir statüye kavuşturulmasıyla beraber, bu silahlı illegal oluşumun Irak’ın geleceği ve bütünlüğü bağlamında bir tehdit olduğu açıkça ifade edilebilmektedir. Irak’ta dar mezhepsel temellere dayalı milis güçleri oluşturmak toplumsal ayrıştırmayı teşvik edici bir araç olarak kullanılmaktadır. Nitekim, güçlü ve istikrarlı bir Irak’ın oluşmasına büyük bir engel olması sebebiyle Haşdi Şabi’nin geleceği ve konumunu tartışmaya açmak, kırmızı çizgi niteliğinde olmayan bir meseledir.

Dr. Muwafaq Adil OMAR
Dr. Muwafaq Adil OMAR
Lisans (2005) ve Yüksek lisans ( 2008) eğitimini ‘Saddam Sonrası Irak’ta Şiilerin Yeni Konumları ve Körfez Ülkeleri Üzerindeki Olası Siyasal Etkileri’ başlıklı tezi vererek Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan Muwafaq Adil OMAR doktora programına Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası ana bilim dalında Doktora öğrencisi olarak halen devam etmektedir. Orta Doğu, Irak, Suriye, İran, Türkiye, Arap ülkeler ve Demokratikleşme üzerinde çalışmakta ve Arapça, Türkçe, Sorani Kürtçesi ile İngilizce dillerini bilmektedir. 2010-2012 yılları arasında Irak’ın Erbil kentinde bulunan Selahaddin Üniversitesi, Hukuk ve Siyaset Bilgiler fakültesinde öğretim görevlisi olarak Siyaset bilimler bölümünde; uluslararası teoriler, uluslararası ilişkilere giriş, siyaset bilimine giriş, siyasi tarih, siyasal sistemler ve hukuka giriş derslerini vermiştir.

Benzer İçerikler