Ermenistan’ın geçmişte işgal ettiği Azerbaycan topraklarında döşediği kara mayınlarına ilişkin hukuki ve operasyonel sorumluluklar, çatışma sonrası dönemde Güney Kafkasya’daki güvenlik mimarisini doğrudan etkileyen kritik bir meseledir. Mayın haritalarının yalnızca %25’inin doğruluğu teyit edilebilmiş olup bu durum, hem uluslararası insancıl hukuk bakımından Ermenistan’ın yükümlülükleri bakımından büyük önem arz etmektedir. Ermenistan’ın uluslararası hukuk bağlamında mayın temizleme veya harita paylaşma sorumluluğu ve doğruluğu düşük haritaların operasyonel etkileri; Azerbaycan’ın geniş ölçekli mayın temizliği sürecinde karşılaştığı zorlukları ve uluslararası toplumun bu sürece teknik, mali ve diplomatik düzeyde ne ölçüde katkı sunduğunu ele alınmalıdır. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi çok taraflı aktörlerin benzer durumlarda hangi yaptırım ve izleme mekanizmalarını devreye sokabileceği de bu kapsamda değerlendirilen başlıca tespit alanları arasında olmalıdır.
Uluslararası insancıl hukukun temel belgelerinden olan 1977 tarihli Cenevre Sözleşmeleri Ek Protokol I’in 51. ve 57. maddeleri, savaşan taraflara sivillerin korunmasına ilişkin açık ve bağlayıcı yükümlülükler yüklemektedir. Bu normlara göre, sivillere zarar verecek her türlü saldırıdan kaçınılması ve sivillerin yaşam alanlarının savaşın etkilerinden arındırılması temel ilkelerden biridir. Bu bağlamda bir tarafın çatışmalar sırasında döşediği kara mayınlarına ilişkin bilgi vermemesi, özellikle bu mayınların sivillerin yaşadığı veya geri dönmeye çalıştığı bölgelerde bulunması hâlinde ağır bir uluslararası ihlal niteliği taşımaktadır.
Her ne kadar Ermenistan, 1997 tarihli Ottawa Sözleşmesi’ne taraf olmasa da sivillerin yoğun yaşadığı alanlara patlayıcı yerleştirilmesi ve bu konuda bilgi paylaşımının kasten geciktirilmesi ya da saklanması, gelişen teamül hukuku ve insani sorumluluk prensipleri çerçevesinde kasıt unsuru taşıyan bir davranış olarak değerlendirilmektedir. Bu tür davranışlar, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda diplomatik düzeyde de güven erozyonuna neden olmakta; barış inşası ve yeniden yapılanma süreçlerini derinden etkilemektedir.
Savaşın sona erdiği Kasım 2020 tarihindeki üçlü bildiri sonrasında Azerbaycan’ın talebi üzerine Ermenistan tarafından sunulan mayın haritalarının yalnızca %25 oranında doğrulanabilmiş olması, iyi niyet ilkesinin açıkça ihlal edildiğini göstermektedir.[1] Üstelik, haritaların güvenilir olmaması yalnızca sahadaki teknik süreci aksatmamakta, aynı zamanda uluslararası hukuk önünde “ihlallerin sürekliliği” yönünde bir algı da oluşturmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında yer alan “etkili koruma yükümlülüğü” ilkesine göre, bir devletin sadece kendi yurttaşlarını değil, fiili kontrolü altındaki topraklarda yaşayan sivilleri de koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu ilke çerçevesinde değerlendirildiğinde, Ermenistan’ın savaş sonrası dönemde de etkin mayın temizliği gerçekleştirmemesi ve eksik ya da yanıltıcı bilgi sunması, AİHM nezdinde yaşam hakkı ihlali olarak yorumlanmaktadır. Bu durum, gelecekte bireysel başvuruların veya devletler arası davaların önünü açmakta; Ermenistan’a karşı uluslararası baskının artırılması ve belirli yaptırımların gündeme gelmesi için meşru bir zemin teşkil etmektedir.
Ayrıca, uluslararası toplumun bu tür vakalara karşı sessiz kalması, benzer örneklerde emsal oluşturabilecek bir zafiyet yaratmaktadır. Ermenistan’ın bilgi paylaşımındaki eksiklikleri ve teknik ihmalleri cezalandırılmaz ya da açık biçimde kınanmazsa, benzer çatışma sonrası tablolar hukuki açıdan gri bölgelerde kalmaya devam edecektir. Bu nedenle BM, AGİT ve Avrupa Konseyi (AK) gibi kurumların bu tarz ihlallere yönelik hem siyasi hem de normatif refleks göstermesi büyük önem taşımaktadır.
Ermenistan’ın kara mayınlarıyla ilgili sorumluluğu, yalnızca geçmişe dair bir çatışmanın kalıntısı değil, güncel bir uluslararası hukuk ihlali ve bölgede kalıcı barışa yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmelidir. Bu mesele, uluslararası aktörlerin hukuka dayalı düzeni sürdürme konusundaki kararlılıklarının da ciddi bir sınamasıdır.
Mayın temizliği, yalnızca teknik bilgiye değil, aynı zamanda doğru harita ve saha verilerine dayalı bir planlama sürecine ihtiyaç duymaktadır. Ermenistan tarafından verilen haritaların teknik açıdan yetersiz, eksik veya sistematik olarak yanıltıcı olması, sahada görev yapan ekiplerin hayatını riske atmakta; demining operasyonlarının süresini ve maliyetini katbekat artırmaktadır. Özellikle Fuzuli, Tartar ve Ağdam gibi sivillerin dönüşüne açılmış bölgelerde meydana gelen patlamalar, bu haritaların sahadaki güvenlik düzeyini ne denli etkilediğini somut biçimde ortaya koymaktadır.[2]
Ayrıca, haritaların eksikliği veya hatalı olması yalnızca operasyonel değil, stratejik sonuçlar da doğurmaktadır. Güvensiz koşullar nedeniyle tarımsal faaliyetlerin yeniden başlatılamaması, altyapı yatırımlarının ötelenmesi ve psikolojik güvensizlik gibi etkiler, savaş sonrası barışın toplumsallaşmasını ve ekonomik toparlanmayı da geciktirmektedir. Bu durum, yalnızca Azerbaycan için değil, bölgesel güvenlik açısından da ciddi bir istikrarsızlık kaynağı hâline gelmektedir.
Uzun vadeli sonuçlar bakımından, eksik haritalar nedeniyle oluşan bu gecikmeler, Azerbaycan’ın iç hukukunda da maddi tazminat taleplerinin artmasına yol açmaktadır. Yaralanan sivillerin, hayatını kaybeden bireylerin ailelerinin ya da geçim kaynaklarına dönemeyen çiftçilerin ulusal ve uluslararası yargı mercilerinde hak arayışı mümkündür. Dolayısıyla teknik bir yetersizlik gibi görünen harita sorunu, hukuki ve sosyal adalet mekanizmaları açısından da geniş kapsamlı sonuçlar doğurmaktadır.
Azerbaycan, savaş sonrası dönemde geniş kapsamlı bir mayın temizleme seferberliği başlatmıştır. Azerbaycan Mayın Temizleme Ajansı’nın (ANAMA) öncülüğünde yürütülen faaliyetlerde teknik kapasitenin artırılması yönünde önemli adımlar atılmış olsa da süreç hâlen çok sayıda zorlukla karşı karşıyadır. Nitelikli personel eksikliği, gelişmiş ekipmanlara erişimde yaşanan sıkıntılar, operasyonların yüksek maliyeti ve donör desteğinin süreklilik göstermemesi gibi yapısal sorunlar, sürecin hem hızını hem de güvenilirliğini sınırlandırmaktadır.
Uluslararası toplumdan gelen destek ise şu an için sınırlı düzeydedir. Teknik eğitim ve danışmanlık sağlansa da mali katkıların düzensizliği ve çoğu zaman politik çekincelere takılması, bu alandaki uluslararası işbirliğini kırılgan hâle getirmektedir. Azerbaycan’ın önerdiği gibi, küresel ölçekte işleyen bir Mayınla Mücadele Güven Fonu’nun kurulması yönündeki çağrılar, yalnızca Azerbaycan özelinde değil, genel olarak çatışma sonrası bölgelerde daha yapısal ve sürdürülebilir çözümler üretilmesi açısından da dikkate değerdir.[3] Gelecek dönemde bu önerinin, BM veya Avrupa Birliği (AB) düzeyinde kurumsal karşılık bulması ve fon mekanizmalarının daha sistematik hâle gelmesi beklenebilir.
Benzer durumlarda uluslararası toplumun başvurabileceği çok sayıda diplomatik ve hukuki araç mevcuttur. BM Güvenlik Konseyi, mayın kullanımı ve kalıntılarının varlığını uluslararası barış ve güvenliğe tehdit teşkil eden bir mesele olarak değerlendirebilmekte ve taraflara karşı diplomatik baskı mekanizmalarını devreye sokabilmektedir. Ancak bu tür adımların atılabilmesi, büyük güçlerin siyasal uyumuna ve ilgili bölgesel gelişmenin küresel öncelik hâline gelmesine bağlı görünmektedir.
Buna karşılık AGİT gibi daha esnek ve teknik niteliğe sahip yapılar, bölgesel saha misyonları aracılığıyla teknik gözetim, tarafsız raporlama ve uzman desteği sunarak daha somut katkılar sağlayabilmektedir. Önümüzdeki süreçte AGİT’in bölgedeki faaliyetlerinin artırılması ve bu tür krizlerde teknik hakem rolü üstlenmesi söz konusu olabilir.
Hukuki çerçevede ise AİHM ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi platformlara yapılan bireysel veya devlet düzeyindeki başvurular, bu meselelerin uluslararası hukuk zeminine taşınmasını mümkün kılmaktadır. Daha ileri bir senaryoda, sivillere yönelik mayın döşeme faaliyetlerinin kasıtlı, yaygın ve sistematik olduğu; ayrıca etkilerinin savaş sonrasında da devam ettiği teknik olarak kanıtlanabilirse, bu durum Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) nezdinde “savaş suçu” ya da “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendirilebilmesi mümkün görünmektedir.
Özellikle 2021 menşeli mayınların sahada hâlen varlık göstermesi, savaşın sona ermesinin ardından dahi sivil güvenliğe yönelik aktif tehditlerin sürdüğünü ortaya koymaktadır.[4] Bu durumun belgelenmesi ve uluslararası forumlarda gündeme taşınması hâlinde, sahada kalıcı etkiler yaratan tüm aktörlerin artan bir hukuki ve siyasi denetim altına girmesi olasılık arz etmektedir. Bu kapsamda, ilgili devletlerin uluslararası baskılarla karşı karşıya kalmaları söz konusu olabilecektir. Bahsi geçen baskılar; diplomatik kınamalardan, kalkınma fonlarının sınırlandırılmasına ve yargısal süreçlerin başlatılmasına kadar farklı düzeylerde gerçekleşebilmektedir.
Gelecek dönemde, çatışma sonrası mayınların yalnızca silahlı çatışmanın bir kalıntısı olarak değil; aynı zamanda uzun vadeli insani, çevresel ve kalkınma temelli hak ihlallerinin kaynağı olarak tanımlanması beklenmektedir. Böylelikle, savaş sonrasında devam eden tehditlerin yalnızca güvenlik temelli bir sorun olarak değil, aynı zamanda yaşam hakkı, mülkiyet hakkı ve çevresel adalet çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün görünmektedir. Bu bağlamda meydana gelecek normatif dönüşüm, yalnızca Azerbaycan örneğiyle sınırlı kalmayıp benzer şekilde mayınlı bölgelerde yaşayan sivillerin korunması açısından da küresel ölçekte yeni hukuki açılımların önünü açabilecektir.
Sonuç olarak Ermenistan’ın güvenilir mayın haritaları sunmaması, uluslararası hukuki sürecin derinleşmesine, AİHM ve UCM nezdinde sorumluluk tartışmalarının gündeme gelmesine neden olacaktır. Bu durum, bölgede karşılıklı güvenin yeniden tesisini zorlaştırmakta, teknik işbirliklerinin askıya alınması riskini doğurmakta ve Ermenistan’a yönelik uluslararası finansman kanallarında şartlılık uygulamalarını gündeme getirmektedir. Donör desteğinin sürdürülemezliği, operasyonel ilerlemenin yavaşlamasına ve insani yardım aktörlerinin sahaya erişiminin sınırlanmasına yol açacaktır. Uluslararası toplumun pasif tutumu ise benzer vakalarda norm ihlallerinin meşrulaşmasına zemin hazırlamaktadır. Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında Güney Kafkasya’da kalıcı ve kapsayıcı barışın sağlanması orta vadede kırılgan bir hedef hâline gelecektir.
[1] “Armenia and Azerbaijan accuse each other over minefield maps”, JAM News, https://jam-news.net/armenia-azerbaijan-minefield-maps/, (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2025).
[2] Aynı yer.
[3]“Azerbaijan proposes the creation of a global fund to combat the mine threat – Presidential aide”, Military-Industrial Courier (vpk.name), https://vpk.name/news/591747_azerbaidzhan_predlagaet_sozdat_globalnyi_fond_po_borbe_s_minnoi_ugrozoi-pomoshnik_prezidenta.html, (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2025).
[4] “Azerbaijani MFA: We demand that those responsible for war crimes in Armenia be held accountable”, AZERTAC, https://azertag.az/ru/xeber/MID_My_trebuem_ot_Armenii_chtoby_lica_otvetstvennye_za_voennye_prestupleniya_otvetili_pered_zakonom-2316644, (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2025).