İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, 30 Ekim’de katıldığı bir askeri sempozyumda uluslararası şartların İran’ı kendi değerlerine sahip çıkmaya ve Orta Doğu’da güçlü bir ülke olmaya ittiğini dile getirmiştir. Buna ek olarak Zarif, İran’ın askeri ve ekonomik kapasiteye olduğu kadar İslam Devrimi’nin üstün ideallerine ve söylemine de dayanarak tarihte ‘dikkat, farkındalık ve tehdit tanımlaması gerektiren’ önemli bir dönüm noktasına ulaştığını dile getirmiştir. Zarif, İran’ın devrim liderinin yorumlarına dayanan riskli, proaktif ve hassas eylemlerle karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. Diğer bir ifadeyle İran, sonun başlangıcına geldiğinin farkındadır. Modern Orta Doğu’nun sonu İran’a yeni bir başlangıç yapma fırsatı sunmaktadır. Peki, büyük oranda başarılı olarak nitelendirebileceğimiz İran’ın tarihsel süreçteki Orta Doğu serüveni, yakaladığı geleneksel İran’a dönüş fırsatı ve günümüz şartlarının İran’ın lehine olması gerçekten İran’ın büyük devlet aklı ve geleneğinin bir ürünü mü, yoksa mevcut varoluşsal bir kriz ortamının basit anlamdaki bir yansıması mı?
Sasaniler döneminde Roma’ya karşı mücadele ve mandeizmin teşvik edilmesi, açık bir şekilde politik hesaplardan kaynaklanmaktaydı: Roma’ya karşı savaşlar, ilk planda istikrarı sağlamayı ve meşrulaştırmayı, Zerdüşti tanrılara yakınlık ise kendi egemenliklerinin dinsel olarak güvence altına alınmasını hedefliyordu. Böylelikle Sasani kralları Zerdüşti tanrılara atıfla kendisini ilahi bir kökenden geldiğini ve dünyada onların vekilliğini üstlendiğini iddia ederek dini meşrulaştırıcı bir unsur olarak kullanmışlardır. 16. yüzyılda Safevi Devleti’nin Şiiliği devletin resmi dini haline getirmesiyle ‘İranlılık’ vurgusu bu kez Şiilik üzerinden ve din etrafında kenetleyici bir unsur vazifesi gören savaş ise Osmanlı Devleti’ne karşı gerçekleşmeye başladı. Safevilerin temel Şii mezhep öğretilerinden farklılaşan, içerisinde diğer inançların öğelerini de bulunduran ve kendisinden olmayan mezhepleri sapkın veya dinden çıkmış olarak nitelendiren melezleşmiş radikal bir Şii inancı geliştirmesi, kendisine düşman olarak Sünni mezhebinin en güçlü temsilcisi Osmanlı’yı düşman olarak konumlandırmasına ve buna karşı yürütülecek savaşı da kendi egemenliğinin meşrulaştırıcı bir unsuru olarak görmesine yol açmıştır. 1979 İran İslam Devrimi’yle oluşturulan velayet-i fakih sisteminde ise; şeriatın bir kısım hükümlerinin beyan edildiği diğerlerinin ise zamanı gelmediği için izahlarının vekillerine emanet edildiği öngörülmektedir. İran’da devletin en üst konumuna yerleştirilen fakih(vekil), aynı zamanda devlet ve toplum arasında kenetleyici(bağlayıcı) bir vazife görmekte ve din üzerinden sistemin meşrulaştırıcısı bir konuma yükselmektedir. Buna ek olarak İran, devrim ihracı politikalarıyla hem ülke içinde velayet-i fakih sistemini sağlamlaştırmış hem de Ortadoğu’da düşman veya sapkın olarak konumlandırdığı unsurlarla savaş üzerinden etkinlik sahasını genişletebilmiştir.
İran tarihine bakıldığında hem Pers döneminde hem de erken ve geç modern dönemlerde devletleşme süreçlerinin, etnik açıdan çok çeşitliliğin görüldüğü günümüz İran coğrafyasında gerçekleşmesi, aynı zamanda İranlılık kimliğinin belirli bir din veya mezhep üzerinden oluşturulması zorunluluğunu da beraberinde getirmiş ya da kimliğin sağlamlaştırılması adına dine başvurulması gerekliliğini doğurmuştur.
El Mesudiye’ye göre, Pers imparatorluğunun kurucusu, varisi Şabuhr’a şu öğüdü vermiştir: ‘…Din ve krallık birbirinden ayrılmaz ve birbirine bağlı kardeşlerdir. Çünkü din, krallığın temelidir ve krallık da onun koruyucusudur. Sağlam bir temeli olmayan her şey çöküşten kaçamaz…’ Pers, Safevi ve modern İran İslam Devleti’ne bakıldığında din-devlet ilişkisinin İran’ın kültleşmiş bir geleneğini oluşturduğu ve İranlılık kimliğini oluşturma adına din veya mezhep unsurunun araçsallaştırıldığı görülmektedir. 1979 İran İslam Devrimi’yle gerçekleşen de din-devlet ilişkisiyle kültleşmiş geleneksel İran’ın bir başka boyutuyla modern devlet sistemi içerisinde yeniden hayat bulması demekti. Devrim sonrası İran, modern devlet sistemi ile zengin Pers irfan kültürüne dayanan geleneksel devlet aklını özdeşleştirme konusunda bir bunalım içerisine girdi. Mevcut velayet-i fakih sisteminin devamını savunanların tasavvuru; Şiiliğin bütün Orta Doğu coğrafyasına yayılmasını istemekle ya da en geniş anlamda Safevi devletini canlandırma hayaliyle sınırlı kaldı. Günümüzde daha geniş bir bakış açısına sahip olan gelenekselciler ise, Şiiliği etkinlik sahası oluşturmak için kullanmayı kabul etmesinin yanı sıra daha geniş anlamda bu etkinliği ve Pers kültürüne kadar uzanan İran devlet pratiğini, yeni bir Sasani İmparatorluğu ile taçlandırmak istemektedir.
Modern Orta Doğu’nun sonunu hazırlayan süreç, artan mezhepsel gerilim ve iç savaş ortamıyla hız kazanmış ve İran’ın modern devlet sistemini yıkabilecek güce ulaşamasa da büyük oranda dönüştürebilecek sarsıcı bir etki seviyesine ulaşmıştır. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, tarihte önemli bir dönüm noktasına ulaştıklarını dile getirerek aslında, parçalanmanın eşiğine gelen ve bu sebeple büyük güç boşluklarının ortaya çıktığı Orta Doğu coğrafyasına İran’ın daha güçlü bir şekilde dönebilmesi adına yeni bir gelecek vizyonu belirlemenin gerekliliğini ifade etmiştir. Diğer bir deyişle İran’da, İslam devrimi sonrası yaşanan geniş vizyonlu gelenekselciler ile mevcut velayet-i fakih sisteminin devamını ve dolayısıyla Şii yayılmacılığının yeterliliğini savunlar arasındaki bunalım açık bir şekilde gün yüzüne çıkmış ve İran, Orta Doğu’ya yeniden güçlü bir şekilde dönebilmek adına bir karar verme noktasına gelmiştir. Günümüzde Orta Doğu topraklarında yaşanan varoluşsal kriz, aslında İslam devrimiyle hayat bulup devrim ihracı politikalarıyla pratiğe dökülen geleneksel İran devlet aklının bir yansıması veya bir ürünüdür. Orta Doğu’daki varoluşsal krizin bölgeyi parçalanmanın eşiğine getirdiği bir süreçte İran’ın gelenekselci devlet aklı, yeni bir boyutuyla hayat bulup Orta Doğu sahnesine geri dönmeyi bilecektir. Genel eğilim ise, Şiiliğin etkinlik sahasının genişletilmesini kabul etmesinin yanı sıra aynı etkinlik sahası üzerinde yeni bir Sasani İmparatorluğunu kurmayı amaçlayan geleneksel İran’dan yanadır.