Fransa’nın ülke topraklarında bulunan bazı Cezayir vatandaşlarını sınır dışı etme girişimleri son zamanlarda ikili ilişkileri iyice germiştir. 2025 yılının Ocak ayında Fransa’nın Mulhouse kentinde sınır dışı kararı bulunmasına rağmen ülkede kalmaya devam eden bir Cezayirlinin gerçekleştirdiği ve bir kişinin ölümüne yol açan saldırı tansiyonu yükseltmiştir. Fransız makamları, defalarca ülkeyi terk etmesi istenen bu kişinin geri kabul edilmediğini vurgulayarak sorumluluğu Cezayir’e yüklemiştir. Mart ayında ise Cezayir Hükümeti, Fransa’nın yaklaşık 60 vatandaşının sınır dışı edilme talebini kabul etmeyince Paris yönetimi altı haftalık süre tanımıştır. Cezayir ise bu ültimatomu reddederek iki ülke parlamentoları arasındaki ilişkileri askıya almıştır. Göçmenlerin iadesine dair bu kriz, güvenlik kaygıları ile egemenlik hassasiyetlerini açıkça karşı karşıya getirmiştir.
1968 tarihli Göç Anlaşması’nın sorgulanmaya başlanması, son dönemde yaşanan diplomatik gerginliğin merkezinde yer almaktadır. Cezayir’in bağımsızlığının ardından imzalanan bu anlaşma, Cezayir vatandaşlarına Fransa’da ayrıcalıklı göçmen statüsü sağlamaktadır. Ancak Fransa, Cezayir’in anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmediğini öne sürerek mutabakatı gözden geçirme tehdidinde bulunmuştur. Başbakan François Bayrou, özel göç ayrıcalıklarının sorgulanmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Cezayir yönetimi ise mütekabiliyet uyarınca karşılık vereceğini açıklayarak bu anlaşmanın korunmasının önemine işaret etmiştir. Bir zamanların tarihsel uzlaşı simgesi olan bu anlaşmanın bugün siyasi kriz sebebine dönüşmesi, ilişkilerdeki değişen dengelerin açık göstergesidir.
Kasım 2024 tarihinde Cezayir asıllı Fransız yazar Boualem Sansal’ın tutuklanması, krizi derinleştiren bir başka gelişmedir. Rejim eleştirileriyle tanınan Sansal’ın tutuklanması ve açlık grevine başlaması, Fransa’nın sert tepkisine neden olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu tutukluluğu keyfi olarak nitelemiş ve Cezayir’den derhal adım atmasını istemiştir. Fransa Dışişleri Bakanlığı yaptırım tehdidinde bulunurken, Avrupa Parlamentosu da durumu kınayan bir karar almıştır. Cezayir Parlamentosu ise bu müdahaleleri iç işlerine karışma olarak değerlendirip reddetmiştir. Sansal meselesi, değerler çatışmasının sembolü haline gelmiştir.
Fransız medyası da gerilimin tırmanmasında kritik bir rol oynamaktadır. Fransız medyasında Cezayir’e yönelik eleştiriler sıkça yer almakta; demokrasi açığı ve insan hakları ihlalleri sıkça gündeme getirilmektedir. Le Figaro gibi gazeteler gerginliğin azalması yönünde mesajlar paylaşırken, medyadaki genel tavır Cezayir’e karşı eleştirel kalmaya devam etmektedir. Fransız basınının sert yayınları Cezayir’de ciddi tepkilere yol açmakta ve diplomatik kanalları zorlamaktadır. İki ülke arasındaki algı savaşının merkezinde yer alan medya, ilişkilerde tansiyonun artmasına doğrudan etki etmektedir.
Fransa’daki aşırı sağın yükselişi, Cezayir’le olan ilişkiler üzerinde doğrudan baskı yaratmaktadır. Sağ siyasetin popülist söylemleri göç karşıtı tutumu güçlendirmekte ve hükümeti bu yönde adımlar atmaya zorlamaktadır. Kamuoyu araştırmaları, Fransız toplumunda Cezayir’e yönelik negatif tutumun güçlendiğini ve hükümet üzerindeki baskının arttığını göstermektedir. Bu durum, iç siyasetteki popülist yaklaşımların dış politika üzerindeki doğrudan etkisinin bir örneği olarak değerlendirilmektedir. Sağcı retoriğin yükselişi, Fransa’nın Cezayir’le olan ilişkilerini daha da karmaşık hale getirmektedir.
Cezayir’in iç siyasi dinamikleri de dış politikasını doğrudan şekillendirmektedir. Ekonomik zorluklar ve toplumsal huzursuzluklar yaşayan Cezayir yönetimi, dikkatleri dış tehditlere çekerek iç politik sorunları hafifletmeye çalışmaktadır. Fransa’yla yaşanan gerginlikler bu bağlamda hükümet için oldukça işlevseldir; milliyetçi duyguların harekete geçirilmesi, iç desteği artırmaktadır. İç siyasetin dış politikayla doğrudan bağlantısı, Cezayir yönetiminin Fransa’yla olan ilişkilerinde sert bir tutum benimsemesini beraberinde getirmektedir. Bu durum, krizin çözüme ulaşmasını daha da zorlaştırmaktadır.
Son dönemde Fransa’nın Afrika’daki etkisinin azalması, Cezayir’e karşı politikalarında daha sert bir tutum benimsemesine yol açmaktadır. Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde stratejik kayıplar yaşayan Fransa, Cezayir konusunda kararlılık göstererek bölgedeki varlığını yeniden pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu politika, Cezayir yönetimi tarafından bölgesel egemenliğe yönelik tehdit olarak algılanmaktadır. Böylece bölgesel güç dinamikleri, Fransa-Cezayir ilişkilerinde gerilimin artmasında kritik rol oynamaktadır. Bölgesel rekabet ve güç mücadelesi, diplomatik çatışmaları kaçınılmaz kılmaktadır.
Fransa ve Cezayir arasında ekonomik ilişkilerdeki gerileme, her iki ülke için de önemli maliyetler doğurmaktadır. Özellikle Fransa’nın Cezayir’deki yatırımları ve Cezayir’in Fransız teknolojisi ve know-how’ına olan ihtiyacı düşünüldüğünde, bu ekonomik kopuş her iki tarafı da zayıflatmaktadır. Ticari ilişkilerin zayıflaması, siyasi gerilimin ekonomik alana da yansıyarak kalıcı hale gelme riskini artırmaktadır. Bu ekonomik dinamikler, iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirme potansiyeline sahip olup diplomatik çözüm arayışlarını hızlandırabilir.
Sonuç olarak Fransa-Cezayir ilişkilerindeki gerilimin temelinde göç politikaları, insan hakları meseleleri ve ekonomik çıkarlar yatmaktadır. Taraflar arasındaki tarihsel güvensizlik ve güncel siyasi hesaplar, her anlaşmazlığın ciddi bir krize dönüşmesini kolaylaştırmaktadır. Bu çok katmanlı gerilim, karşılıklı suçlamalar ve restleşmelerle beslenmektedir. Kalıcı bir çözüm için her iki ülkenin de tarihsel hassasiyetleri ve karşılıklı çıkarları dikkate alan samimi bir diyalog ortamı yaratması gerekmektedir.
Fransa ve Cezayir ilişkilerindeki durum, uluslararası ilişkiler teorileri açısından da dikkat çekicidir. Realist bakış açısı, devletlerin kendi çıkarlarını korumak adına sert tutumlar benimsediğini göstermektedir. Ancak liberal yaklaşımlar, ekonomik ve sosyal bağların krizleri aşmada önemli bir araç olduğunu ve ilişkilerin normalleşmesi için işbirliğinin şart olduğunu vurgulamaktadır. İki ülke arasındaki mevcut kriz, bu teorilerin uygulanabilirliğinin test edilmesi açısından önem taşımaktadır.