Afrika’nın en kalabalık ikinci ülkesi olan ve genellikle hızlı kalkınması ve büyüyen ekonomisiyle gündeme gelen Etiyopya son birkaç aydır, ülkenin istikrar ve ekonomik başarı öyküsünün ününün ikinci plana atılmasına yol açan protestolar dolayısıyla uluslararası toplumun gündemindedir. Oromia bölgesinde gerçekleşen bu protestoları tetikleyen olay, 2015 yılının Kasım ayında başkent Addis Ababa’nın toprak ve idarî sınırlarının, komşu Oromo kasaba ve köylerine doğru genişletilmesi yönünde bir planın ortaya atılması olmuştur. Bir süredir Oromoların topraklarının sanayi bölgelerine dönüştürülmekte olması, bahsi geçen planın Oromolar tarafından, topraklarının ilhak edileceğinin bir işareti olarak görülmesine yol açarak protestoları ateşlemiştir, fakat sorunun kökeninde ülkedeki ekonomik, siyasi ve toplumsal ayrımcılıktan kaynaklanan uzun süreli rahatsızlıklar yatmaktadır. Nitekim plan durdurulmasına rağmen, otoriter rejim karşıtı bir toplu harekete dönüşen protestolar, 2016 yılının temmuz ayı itibariyle Amhara Bölgesine de sıçrayarak devam etmiştir.
Etiyopya’nın nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Oromo ve Amhara etnik gruplarından protestocular, nüfusun %6’sını oluşturan ve 1991 yılından bu yana yönetimi elinde bulunduran Tigre etnik grubunun gücü tekelleştirerek diğer grupları marjinalize ettiğini iddia etmektedirler. Yaklaşık 30 milyonluk nüfusları ile Etiyopya nüfusunun üçte birlik kısmını ve ülkenin 80’den fazla etnik grubunun en büyüğünü oluşturan Oromolar, on yıllardır ekonomik, siyasal ve toplumsal ayrımcılıkla karşı karşıya kalmanın yanı sıra güvenlik ve ekonomik kalkınma gerekçeleriyle orantısız biçimde gözaltına alınmaktan, hapsedilmekten, adli takibat ve kovuşturma ile karşılaşmaktan şikâyet etmektedirler. Oromolar, bu sistematik ayrımcılığa karşı Nisan 2014 tarihinden ülke genelinde gösteriler düzenlemektedirler. Fakat gösterilerin uluslararası toplumda yankı uyandırması, 2 Ekim 2016 tarihinde Bishoftu kasabasında, Oromoların geleneksel Irreecha Festivali sırasında yaşanan olaylardan sonra olmuştur. Kutlamalar esnasında sahneye, geleneksel olarak sahneye çıkması gereken Gadaa liderlerinin yerine hükümet tarafından belirlenen kişilerin çıkması tepkiler doğurmuş ve atılan hükümet karşıtı sloganlara güvenlik güçlerinin göz yaşartıcı bomba ve gerçek mermilerle karşılık vermesi ile olaylar büyümüştür. Hükümete göre 52, insan hakları örgütlerine göre yüzlerce kişinin, çıkan izdiham ya da güvenlik güçlerinin ateş açmasının neticesinde hayatını kaybettiği bu olayın ardından göstericiler, bazı kamu binalarını ve hükümete yakın özel kuruluşların binalarını tahrip etmişlerdir. Yaşananların ardından ise hükümet altı aylık bir olağanüstü hal ilan etmiştir.
25 milyon civarındaki nüfusları ile Etiyopya’daki en büyük ikinci etnik grubu oluşturan Amharaların hükümet karşıtı gösterilere müdahil olmaları ise 2016 yılının Temmuz ayında Amhara bölgesinde binlerce insanın, sorunlu bölgelerin yönetimlerini protesto etmek için yürüyüşe geçmeleriyle başlamıştır. Oromoların ayaklanmasından cesaret alan Amharalar, Amhara topraklarındaki Tigre ilhakının sona erdirilmesi ve Etiyopya’daki Tigre azınlık yönetiminin son bulması için protestolara başlamışlardır. Bunlar, Tigrelerin liderliğindeki Etiyopya Halkı Devrimci Cephesi Koalisyon’unun kurulmasından sonra, o döneme kadar Amhara bölgesinin parçaları olan ve ağırlıklı olarak Amhara olmalarına rağmen Tigre bölgesel yönetimine dahil edilen Welkait ve Tegede topluluklarına ait toprakların, yeniden Amhara bölgesinin yönetimi altına bırakılmasını ve ayrımcı politikalara son verilerek Amhara kimliğine saygı gösterilmesini talep etmişlerdir. Oromo ve Amhara ayaklanmaları arasında resmî bir bağlantı bulunmamakla birlikte iki grupr birbirlerinin davalarını desteklemişler ve gösteriler kısa sürede 200’den fazla kasaba ve köye yayılmıştır.
Etiyopya hükümeti gösterileri, hükümete yönelik barış karşıtı saldırılar olarak tanımlayarak protestolara dair bilgilerin sosyal medyada, olayları kendi çıkarlarına göre yansıtan dış destekli muhalif güçlerce manipüle edildiğini ve göstericilerin, Etiyopya ile yıllardır sınır anlaşmazlığı bulunan Eritre ve Nil suları dolayısıyla anlaşmazlığın yaşandığı Mısır gibi “dış düşmanlar” tarafından finanse edilmiş silahlı kişiler olduklarını iddia etmiştir. Hükümet yetkilileri olağanüstü hâlin protestoları değil, Etiyopya devletine karşı gerçekleştirildiğini iddia ettikleri organize saldırıları bastırmak için ilan edildiğini savunmaktadırlar. Olağanüstü hâl kapsamında sosyal medya üzerinden bilgi paylaşımında bulunmak, diaspora kanallarını izlemek, halkı kışkırtabilecek ya da sorunla ilgili yanlış anlaşılma yaratabilecek her türlü paylaşımda bulunmak ile gösteri yapmak yasaklanmış ve muhalif televizyon kanallarına erişim engellenmiştir. Ayrıca yabancı diplomatların başkentin 40 kilometreden fazla dışına çıkmaları yasaklanmış ve güvenlik güçlerine, mahkeme kararı olmaksızın tutuklamalar yapma yetkisi verilmiştir. Bu uygulamalar gösterilerin gerçekleştirildiği iki bölge ile sınırlı olmayıp tüm ülkeyi kapsamaktadır. Olağanüstü hal uygulamasının başlamasından bu yana 11 bin kişinin tutuklandığı belirtilmektedir. Ancak bu önlemler, uluslararası hukukun öngördüğü, devletlerin, ulusun yaşamını tehdit eden acil durumlarda hakların ve özgürlüklerin uygulanmasına, tehditle orantılı birtakım sınırlamalar getirebilmeleri ilkesinin ötesine gitmiş durumdadır. Bu nedenle muhalifler, terörizm davalarının sıklıkla otoriteler tarafından, gruplar arasındaki güç ilişkilerini sürdürmek için bir araç olarak kullanıldığı ülkede –de facto- olarak zaten uygulanmakta olan olağanüstü halin bu gösterilerin ardından resmiyete dökülmesiyle şiddet kullanımının meşrulaştırılmasının amaçlandığını savunmaktadırlar. Bu ise bir uzlaşmanın sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Etiyopya’da geçmişte de başta Oromolar olmak üzere çeşitli gruplar hükümet karşıtı gösteriler düzenlemişlerdir. Bununla birlikte bu gösteriler, hükümetin medyayı denetimi altında tutması ve muhalefeti bastırmasından dolayı fazla dikkat çekmemiştir. 11 Eylül saldırılarının ardından terörizmle mücadele konusunda ABD’nin Afrika Boynuzu’ndaki en önemli müttefiki haline gelmiş olan Etiyopya hükümeti, ülke içindeki muhalifleri, ABD’nin El Kaide’ye karşı yürüttüğü savaşın bir parçası haline getirmek istemiştir. Bu amaçla El Kaide’nin, Oromolara ait bölgelerde faaliyetlerde bulunduğu savunulurken Oromo Bağımsızlık Cephesi de El Kaide ile bağlantılandırılmıştır. Yine terörizmle mücadele adı altında birçok muhalif lider, gazeteci ve aktivist tutuklanmıştır. Öncekilere kıyasla son dönemlerdeki protestoları kötüleştiren durum, güvenlik güçlerinin sivil halka karşı artan şekilde şiddete başvurmasıdır. Baskının artması ve medya üzerindeki tüm kısıtlamalara rağmen hükümet denetiminin dışına çıkmayı başaran sosyal medyanın mobilize etme özelliği, gösterilerin bu denli büyümesinde ve dikkat çekmesinde etkili olmuştur. Ülke dışındaki Etiyopyalıların, muhalefete finansal destek sunmaları ve faaliyetleriyle dünyayı gelişmelerden haberdar etmeleri göstericilerin seslerini duyurmalarını sağlamış ve gerek ülke içindeki örgütlenmenin etkisi gerek ise uluslararası alanda ortaya çıkan ilgi Etiyopya hükümetini bazı adımlar atmaya zorlamıştır.
Tepkilerin neticesinde Addis Ababa’nın sınırlarının Oromoların topraklarının aleyhine olacak biçimde genişletilmesi planından geri adım atıldığı gibi Etiyopya Devlet Başkanı Hailemariam Desalegn, hükümetin Etiyopya vatandaşlarının tamamını temsil etmediğinin farkında olduklarını ve muhalefetle görüşeceklerini ifade etmiştir. Bunu, Kasım ayında yapılan kabine değişikliği ile 30 bakandan 21’inin değiştirilmesi ve Oromo Halkı Demokratik Örgütü’ne mensup olup Etiyopya Halkı Devrimci Cephesi olarak bilinen siyasi koalisyonun parçası olan iki Oromo bakanın göreve getirilmesi takip etmiştir. Böylece Oromoların temsil sorununun bir noktaya kadar ortadan kaldırılacağı umulmuşsa da muhalefet, göreve getirilen Oromo bakanların zaten hükümet için çalışarak sorunun parçasını oluşturan kişiler olduklarını, dolayısıyla bunun bir çözüm sağlamayacağını belirtmiştir. Oromoları temsil edebilecek olan Oromo Federal Kongresi ise Oromia’daki en büyük siyasi parti olmasına rağmen parlamentoda koltuğa sahip değildir. Oromolar; yeni seçimlerin yapılması, Oromia’nın özerkleşmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması, bağımsız bir hukuk sistemine ve medyaya erişimin sağlanması, güvenlik güçlerinin barışçı ve silahsız göstericilere karşı şiddetten vazgeçmesi gibi taleplerde bulunmaktadırlar.
ABD ve Çin’in yanı sıra Almanya gibi Avrupa devletleriyle de yakın ilişkilere sahip olan ve bu devletlerden önemli miktarda finansal ve askeri yardım alan Etiyopya’da kalkınmanın gerçekleşmesinin bu ülkeye demokrasiyi de getireceği düşünülmüşse de ne ekonomik ne de siyasal ve toplumsal hayatta gruplar arasında bir denge oluşturulabilmiştir. Hükümetin iddia ettiği gibi Etiyopya’da karışıklıkların çıkmasından fayda sağlayacak güçler bulunmakla birlikte şikâyetlerin arka planının gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Protestolar her ne kadar yakın tarihli olaylarca teşvik edilmişse de bunlar çok daha derin siyasi temsil ve sistematik dışlanma sorunlarının yalnızca küçük yansımalarıdır. Planın geri çekilmesi ve siyasi temsil seçeneklerinin gözden geçirilmeye başlanması, toplumun çoğunluğunu oluşturan grupların taleplerinin göz ardı edilmeye devam etmesinin doğuracağı sonuçların farkına varan hükümet açısından önemli bir geri adım olmuştur. Ancak bu yeterli olmayacak ve muhaliflerin temsil ve barışçıl gösteri yapma hakları tehdit olarak görülmeyerek demokratik ve şeffaf bir yönetimin kurulmasını ve ayrımcı uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlayacak daha kapsamlı reformlar uygulamaya konulmadıkça şikâyetler son bulmayacaktır.