Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler ve Kıbrıs’ta Denktaş Ruhunun Dönüşü

Paylaş

Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesiyle başlayan gerilim, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) 1974 yılından beri yerleşime kapalı tutulan Maraş bölgesinin yerleşime açılması yönünde 18 Haziran 2019 tarihinde aldığı kararla yeni bir aşamaya girmiş ve bu durum, bölgedeki gerginliğin adaya da yansıdığını gözler önüne sermiştir.

Bilindiği gibi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgelerde doğalgaz arama faaliyetleri yürütmektedir. Üstelik bu faaliyetler esnasında GKRY’nin Yunanistan, Mısır, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) birlikte hareket ettiği de görülmektedir. Dolayısıyla GKRY, Akdeniz’de enerji jeopolitiği üzerinden geliştirdiği ittifakla, Türkiye’nin güneyden kuşatılmasına yönelik hamleler yapmaktadır. Dahası bu dönemde Yunanistan, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) yaşadığı sorunlardan da faydalanarak üslerini ABD’ye açmayı teklif etmiştir.[1] Kuşkusuz bu hamlesiyle Atina, Türkiye’yi güney sınırları üzerinden kuşatmaya çalışan Washington’a, Ankara’yı batı sınırından da baskı altına alacak hamle yapma olasılığını sunmuştur. Nitekim ABD’nin de bölgeye ilgisiz olmadığı bilinmektedir. Zira Doğu Akdeniz’e ilişkin değerlendirmelerde bulunan ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer, Doğu Akdeniz’in kendileri açısından stratejik öneme sahip olduğunu belirterek, “Biz, Doğu Akdeniz’e enerji kaynakları açısından giderek önemi artan bir bölge olarak bakıyoruz”[2] yorumunu yapmıştır. Buna ek olarak ABD’li yetkililerin GKRY’ye uygulanan silah ambargosunun kaldırılması ve adaya North Atlantic Treaty Organization/Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) tarafından üs kurulması gibi meseleleri dillendirmeleri de manidardır.

Elbette bu durum, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemleri alma kararının ne kadar isabetli olduğunu da ortaya koymaktadır. Çünkü bölgedeki gelişmeler, Ankara’nın güneyden gelebilecek saldırılara karşı önlem almasını gerektirmektedir. Öte yandan S-400’ler, şimdiden Doğu Akdeniz’deki gerilimin bir parçası olmuştur. GKRY ve Yunanistan, Türkiye’nin S-400’leri satın almasının bölgedeki silahlanmayı tetiklediğini iddia etmektedir. Oysa S-400’ler saldırı değil; savunma maksatlıdır. Yani bu konuda Türkiye’ye yöneltilen eleştirilerin mantıklı bir dayanağı bulunmamaktadır. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Rusya’nın GKRY Büyükelçisi Stanislav Osadçiy de “Bu, sadece Türkiye için. Türkiye’nin kendi amaçları için. Bu silahı Türkiye’ye birilerini tehdit etmesi amacıyla tedarik etmiyoruz. Bu sistemin Türkiye’yi koruyacağını; ancak başkalarına zarar vermeyeceğini biliyoruz.”[3] diyerek Ankara’nın bölge güvenliğini tehdit etmediğini ve yalnızca kendi güvenliğini temin etmeye çalıştığını dile getirmiştir. Bu noktada belirtilmelidir ki; Rumların ABD üzerinden Türkiye’yi baskı altına alma girişimine karşı, Ankara’nın bir denge unsuru olarak Moskova’yla yakınlaşması yerinde bir adım olacaktır.

Görüldüğü üzere enerji üzerinden bölgede başlayan rekabet, bölgesel aktörlerin yanı sıra küresel aktörlerin de ilgisini çekmiş ve ABD başta olmak üzere pek çok ülke, Doğu Akdeniz’deki oyunun bir parçası olmaya odaklanmıştır. Bu kapsamda İngiltere ve Fransa’nın da bölgede askeri varlık elde etmeye çalıştığı görülmektedir. Bu bağlamda Kıbrıs Sorunu’nun garantör ülkelerinden olan İngiltere, somut hamleler yaparak F-35B savaş uçaklarının 2019 yılı içinde Güney Kıbrıs’taki Akrotiri Hava Üssü’ne konuşlandırılacağını duyurmuştur. Fransa ise Lübnan’daki vatandaşlarının korunması gibi söylemlere sığınarak bölgede üs kurmak için çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Kısacası enerji üzerinden başlayan süreç, Akdeniz’in ve buna bağlı olarak Kıbrıs’ın jeopolitik önemini arttırmış ve bölgeyi, bölgesel ve küresel pek çok aktörün ilgi alanına çevirmiştir.

Şüphesiz Doğu Akdeniz merkezli gelişmeler, Türkiye’nin güneyden kuşatılmak istenmesi ve Türkiye ile KKTC’nin egemenlik haklarının gasp edilmeye çalışılması gibi nedenlerden dolayı Ankara’nın süreci yakından takip etmesini ve proaktif bir dış politika uygulamasını gerektirmektedir.

GKRY’nin provakatif girişimlerine rağmen uzun yıllar boyunca bölgedeki gelişmelere karşı diplomasi kanallarını açık tutarak sabırlı ve yapıcı bir tutum sergileyen Türkiye, 2019 yılının Mart ayında düzenlediği “Mavi Vatan Tatbikatı” aracılığıyla, gerektiğinde savaşmayı da göze alabileceğini ve bölgede bir oldubitti yapılmasına izin vermeyeceğini net bir biçimde ortaya koymuştur. Türkiye’nin kararlılığını yansıtan hamleler, mevzubahis tatbikatla da sınırlı kalmamış ve 2019 yılının Mayıs ayında “Deniz Kurdu-2019 Tatbikatı” düzenlenmiştir. Bahse konu olan tatbikatlarla askeri kapasitesini sergileyen Türkiye’nin Fatih, Yavuz ve Barbaros isimli gemiler aracılığıyla kendi egemenlik alanlarında sondaj faaliyetlerine başlaması ise Ankara’nın bölgedeki haklarının gasp edilmesine seyirci kalmayacağını göstermiştir. Her ne kadar Türkiye’nin faaliyetleri karşısında, Yunanistan Eski Başbakanı Alexis Çipras tarafından yaptırım söyleminin kullanıldığı tehditkâr açıklamalar yapılmışsa da Ankara, geri adım atmamış ve sondaj faaliyetlerinin kapsamını genişletmiştir.

Tüm bu olay akışından anlaşılacağı üzere, Doğu Akdeniz’de enerji paylaşımına ilişkin bir sorun bulunmakta olup; bu mesele, bölgenin jeopolitik önemini daha da arttırmıştır. Dolayısıyla sorunun temelinde enerji jeopolitiği bulunmaktadır. Ayrıca bölge, yalnızca doğal kaynaklar açısından değil; enerji güzergâhı olması bakımından da büyük öneme sahiptir. Bölgenin artan jeopolitik önemi, Kıbrıs’ın konumunu da pekiştirmektedir. Zira Türkiye’ye 65 km uzaklıkta olan Kıbrıs; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının ortasında yer almaktadır. Bu durum; tarih boyunca Kıbrıs’ın bir geçiş güzergâhı olmasını sağlamış, İpek Yolu ve Baharat Yolu gibi ticaret yollarında kilit bir konum üstlenmesine yol açmıştır. Buna bağlı olarak Kıbrıs, farklı kültürlerin etkileşim alanı olarak da dikkat çeken bir ada olmuştur. Jeopolitik düzeyde adanın Ortadoğu’ya olan yakınlığı da ilgi çekicidir. Zira bu yakınlık, Kıbrıs’ın Ortadoğu’yu denetleyebilen bir üs ve askeri manevra alanı olarak algılanmasını sağlamıştır. Yine adanın bu jeopolitik konumu, Türkiye’nin Suriye Krizi’ne olan yaklaşımına paralel olarak Kıbrıs politikasına çok daha hassas yaklaşmasına ve özellikle de 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden sonra belirginleşen Türk dış politikasındaki milliyetçi vurguların adaya da yansımasına neden olmuştur. Ankara’nın Kıbrıs politikasındaki hassasiyetinin dozunu arttıran bir diğer husus da yukarıda belirtildiği üzere adanın çevresindeki doğalgaz yatakları ve bölgenin bir enerji güzergâhı olmasıdır.

Neticede Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı bir ittifakın tesis edilmesi, Ankara’nın ulusal çıkarları korumayı esas alan siyaset anlayışını daha da güçlendirmiş ve bu durum, 2019 yılının Mayıs ayında yaşanan hükümet değişikliğiyle KKTC’ye de yansımıştır. Çünkü 8 Mayıs 2019 tarihinde Serdar Denktaş’ın Maliye Bakanlığı’ndan istifa etmesiyle başlayan süreç, 9 Mayıs 2019 tarihinde Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’ın genel başkanı olduğu Halkın Partisi’ni (HP) hükümetten çekmesiyle; yani Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman’ın başbakanlık yaptığı hükümetin düşmesiyle sonuçlanmış ve 22 Mayıs 2019 tarihinde Ersin Tatar’ın başbakanlığında Ulusal Birlik Partisi (UBP)-HP koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bu değişim, adada Türkiyeci bir hükümetin kurulması anlamına gelmekte olup; Denktaş ruhunun dönüşü olarak da yorumlanabilir. Bu durumu 10-13 Haziran 2019 tarihlerinde iki ülkenin ortak bir şekilde gerçekleştirdiği “Şehit Teğmen Caner Gönyeli-2019 Arama Kurtarma Davet Tatbikatı” da net bir biçimde gözler önüne sermiştir. Bahse konu olan tatbikat, Türkiye ile KKTC’nin bölgesel ve küresel tehditler karşısında birlikte hareket edeceğini göstermesi sebebiyle oldukça önemlidir.

Tüm bu bilgilerden hareketle hem Doğu Akdeniz’deki sürecin hem de Kıbrıs Sorunu’nun nereye evrileceği ve ne gibi gelişmeler yaşanabileceği merak edilmektedir. Bu noktada Kıbrıs Sorunu’na ilişkin yapılan çözüm görüşmelerinden bahsetmek gerekmektedir. Müzakere süreçlerine ilişkin Rum tarafının genel beklentisi, adada bir federasyon oluşturularak tek devletli bir çözümün Türklere dayatılmasıdır. Bunun propagandası da “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” sloganı üzerinden yapılmaktadır. Bahsi geçen söylem, GKRY Eski Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas’ın 2012 yılında Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmaya da yansımıştır. Hristofyas, “Türk ya da Rum olmaları fark etmez. Kıbrıs, Kıbrıslılarındır. Kıbrıs’ta İngiltere ve Türkiye’ye yer yoktur.”[4] ifadesiyle Rumların taleplerini dile getirmiştir. Bu noktada Hristofyas’ın açıklamasının asıl hedefinin Türkiye’nin garantörlük durumunu tartışmaya açmak olduğu belirtilebilir. Garantörlük tartışmaları ise KKTC’deki siyasi denklemi daha da önemli kılmaktadır. Zira Rumlar, olası müzakerelerde Türkiye’yi Kıbrıs’taki denklemin dışına itmek ya da en azından adadaki Türkiye etkisini azaltmak için garantörlük meselesini yeniden tartışmaya açacaklardır.

Öte yandan Kıbrıs Sorunu’nun çözülmesi amacıyla yeniden müzakere masasının kurulması durumunda ise Türkiye-KKTC ikilisinin kırmızı çizgileri şu konular oluşturacaktır:

  • Rumların federasyon talebine dayalı olarak Türk halkını azınlık statüsüne düşürecek bir anlaşma metni önermesi kabul edilemez.
  • KKTC’nin tanınmaya karşılık toprak vermesi ve buna bağlı olarak Türk halkının göç etmek durumunda bırakılması düşünülemez.
  • Türkiye’nin garantörlüğü hususunda pazarlık yapılamaz.
  • Türk askerinin adadaki varlığı, tartışma konusu yapılamaz.

Bu kırmızı çizgiler ise Rumların beklentilerinin karşılanmaması anlamına gelecek ve iki devletli; yani “çözümsüzlük” olarak ifade edilen yapının belki de tek çözüm olduğu bir kez daha anlaşılacaktır. Zaten Doğu Akdeniz’deki süreç de enerji paylaşımındaki anlaşmazlıklar hasebiyle taraflar arasındaki uzlaşma ihtimalini azaltmaktadır. Bu kapsamda diğer aktörlerin Türkiye-KKTC ikilisine karşı emrivâki yapmasını engellemek amacıyla Türkiye’nin KKTC’de askeri bir liman kurması gündeme gelmiştir. Böylesi bir hamle yerinde bir adım olacak ve taraflar arasındaki ortak iradeyi güçlendirecektir. Buna ek olarak iki ülke tarafından ortak bir şekilde düzenlenen askeri tatbikatlar da sürdürülmeli ve Türkiye’nin bölgedeki sondaj faaliyetleri devam etmelidir. Ayrıca Türkiye ve KKTC’nin kararlılığını gösteren bu hamleler yapılırken; diplomatik kanallar da açık tutularak uzlaşmaz bir tavırdan sakınılmalıdır. Diplomatik müzakerelerde ise yukarıda belirtilen hassasiyetlere özen gösterilmelidir. Bu noktada Rum tarafını, onların taktiğiyle vurmanın yerinde olacağı söylenebilir. Hatırlanacağı üzere, Kıbrıs Cumhuriyeti Eski Cumhurbaşkanı Glafkos Kliridis, müzakere masasına “taktik icabı” oturduklarını açıklamış ve bu taktik nedeniyle Türkleri uzlaşmaz göstermeyi başardıklarını itiraf etmiştir.[5] Zaten Türkiye de Rum tarafının bu taktiğinin farkındadır. Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “Laf dinlemiyorlar. Laf dinleseler bu işi Annan’la çözerdik.”[6] diyerek durumu özetlemiştir.

Sonuç olarak Türkiye, uzlaşmaz bir görüntü sergilememek için diplomatik kanalları açık tutmalı; ancak temel hassasiyetlerinden taviz vermemeli ve Rum tarafının uzlaşmaz olduğunu belirterek imajını güçlendirmeye odaklanmalıdır. Bu noktada Kıbrıs Sorunu’na ilişkin adadaki en iyi çözümün çözümsüzlük olacağı tezinden hareket edilerek KKTC’nin uluslararası toplum tarafından tanınmasına yönelik girişimlerde bulunulmalıdır. KKTC’nin tanınmasının sağlanması, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik denklemde de Türkiye ve KKTC’nin elini güçlendirecektir.


[1] “ABD’den Kritik Adım: Yunanistan’da Daha Fazla Askeri Üs!”, Haber Türk, https://www.haberturk.com/abd-den-kritik-adim-yunanistan-da-daha-fazla-askeri-us-2132452#, (Erişim Tarihi: 25.06.2019).

[2] “Doğu Akdeniz ABD İçin Stratejik Önemde”, Yeni Akit, https://www.yeniakit.com.tr/haber/dogu-akdeniz-abd-icin-stratejik-onemde-789415.html, (Erişim Tarihi: 25.06.2019).

[3] “Rus Elçiden ABD’nin Kıbrıs Planlarına Tepki: Ada’nın Militarize Edilmesine Karşıyız”, Sputnik, https://tr.sputniknews.com/dogu_akdeniz/201905201039104340-rus-elciden-abdnin-kibris-planlarina-tepki-adanin-militarize-edilmesine-karsiyiz/, (Erişim Tarihi: 25.06.2019).

[4] Ata Atun, “Kıbrıs Kıbrıslılarındır Aldatmacası”, Millî Gazete, https://www.milligazete.com.tr/haber/1088694/kibris-kibrislilarindir-aldatmacasi, (Erişim Tarihi: 25.06.2019).

[5] Rauf Denktaş, “Çözümsüzlük Çözümdür”, Yeniçağ, http://www.yenicaggazetesi.com.tr/cozumsuzluk-cozumdur-6447yy.htm, (Erişim Tarihi: 25.06.2019).

[6] Hande Fırat, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan İdlib Uyarısı: Ortada Bir Terör Devleti Var”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/cumhurbaskani-erdogandan-idlib-uyarisi-ortada-bir-teror-devleti-var-40958298, (Erişim Tarihi: 25.06.2019).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.

Benzer İçerikler