Musul Operasyonu, bölgesel ve küresel güçler arasında büyük tartışmalara neden olmuştur. Özellikle Suudi Arabistan ile diğer körfez ülkeleri, Musul’da gerçekleşebilecek herhangi bir katliamdan kaygılandıklarını dile getirmişlerdir. Bunun yanısıra Irak’la yaklaşık üç yüz elli kilometrelik sınıra sahip olan Türkiye de Musul’da DAEŞ’e karşı yürütülen askeri operasyonların mezhepsel çatışmaya dönüşebileceğinden duyduğu endişeyi dile getirmektedir. Iraklı bazı Şii silahlı grupların başında yer alan Hadi Al-Amiri gibi önemli isimlerden de Suudi Arabistan ve Türkiye’nin kaygılarını teyit eder nitelikte açıklamalar gelmiştir. Bütün bu açıklamalar, sanki kamuoyunu psikolojik olarak Musul’da DAEŞ sonrası dönemde yaşanacak muhtemel mezhep çatışmalarına hazırlamaya yöneliktir. Böylece Musul Operasyonu ne kadar önemli ise DAEŞ sonrası Musul’da oluşturulacak yeni siyasi yaşam da en az o kadar ve hatta ondan çok daha önemlidir. Çünkü Musul’un siyasi geleceği Irak’ın siyasi geleceğini doğrudan etkileyecektir. Ayrıca Musul, coğrafi konum itibarıyla da hem Irak hem de diğer komşu ülkeler için büyük önem arz etmektedir. Bunlara ek olarak Halep ve Musul’daki gelişmelerin Ortadoğu bölgesinde de büyük yankı uyandırma ve bölgeyi etkileme kapasitesi yüksektir.
Şii milisler, Musul’da sivil halkın göç etmesinden yanadır. Çünkü bu güçlerin hedefi bölgenin demografik yapısını değiştirmektir. Haşdi Şabi’nin Musul’daki temel hedefi Telafer ilidir. Türkmen şehri olan Telafer’in nüfusunun bir bölümü Şii–Türkmenlerden oluşmaktadır. Ne yazık ki 2003 sonrası Irak’ta başgösterenmezhep çatışması özellikle Türkmenlere de intikal ettirilmiştir. Bu bağlamda Telafer’de Sünni ve Şii Türkmenler arasında sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Bu nedenden dolayı Haşdi Şabi’nin Telafer’e girmesine endişeyle yaklaşılmaktadır.
Diğer yandan da Musul’da kalan halkın göç etmesi de bunların işlerini daha da kolaylaştıracaktır. Zaten Saddam döneminde bazı bölgelerde demografik yapı değişimi zorunlu göç yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. İki durum arasındaki tek fark; günümüzde savaş ve istikrarsızlık üzerinden bu hedef gerçekleştirilmeye çalışılmaktayken diğerinde ise dikta rejimi üzerinden bu amaca ulaşılmıştır. Anbar şehri de daha önceki aylarda Iraklı güçler tarafından kontrol edilmiştir. Fakat sonraki dönemde tamamen Sünni olan bu şehirde Şii Sadr grubunun temsilciliği açılmıştır. Sadr grubunun Anbar’da hiçbir tabanı bulunmamasına rağmen böyle bir adım atması, bu şehrin demografik yapısının değiştirilmesine yönelik bir girişimde bulunduğunu kanıtlar niteliktedir.
Buna benzer adımların Musul’da da atılması planlanmaktadır. Bu yüzden Musul’da yaşayan halkın şehri terk etmesi ile söz konusu amaca ulaşılması doğru orantılıdır. Irak Başbakanı el-İbadi Musul halkının Musul’u terk etmemelerini talep etmesine rağmen bu açıklamalar sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır. Şii milisler, Irak Merkez Hükümeti’nin açıklamalarının tam tersi yönünde hareket etmektedir.
Şii milis güçlerin İran ile işbirliği çerçevesinde Musul Yerel Yönetimi aleyhinde bazı adımlar attığı görülmektedir. Bunların asıl hedefi Musul Yerel Yönetimindeki önemli mevkileri kendilerine yakın isimlerle doldurmaktır. Bu bağlamda da ciddi çalışmalara başlamışlardır. Mayıs 2015’te Irak Parlamentosu Musul Valisi Esil An-Nuceyfi görevden alınmıştır. Görevinden alınma nedeni ise; An-Nuceyfi’nin Haziran 2014’te Musul’un DAEŞ tarafından kontrol edilmesi sürecinde DAEŞ’e kolaylık sağlaması olarak ifade edilmiştir. Irak Parlamentosu’nun bu kararı aldığında dayandırdığı gerekçeler sadece iddialardan oluşmaktaydı ve gerçeği yansıtmamaktaydı. Kararın asıl amacının Musul Valilik makamına kendi kontrolleri altında olan bir ismi getirmek olduğu açıktır. Çünkü Musul’un DAEŞ’in kontrolüne geçmesinden sorumlu olan kişi Şii İslami Dava Partisi’nin başkanı Nuri Al-Maliki’dir. Al-Maliki, Musul ve diğer bölgelerin DAEŞ’in kontrolüne geçmesinden sorumlu olan birinci kişidir. Ama Al-Maliki daha sonra bu meseleden dolayı yargılanmak yerine ödüllenerek Irak Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı görevine getirilmiştir. Daha sonra Ekim 2015’te Musul İl Meclisinde Al-Maliki’ye yakınlığıyla bilinen Naufal Sultan Al-Agub Musul’un yeni valisi seçilmiştir.
Şii milislerin ardından bu sefer Şii siyasetçiler devreye girerek Musul’un eski valisinin görevden alınması sonrası onun peşini bırakmamaya başlamışlardır. An-Nuceyfi’nin yabancı bir ülke olan Türkiye ile işbirliği yapmasından dolayı 20 Ekim 2016’da Irak Federal Mahkemesi tarafından hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır. Irak Federal Mahkemesi, Şii milis ve hatta önde gelen Şii politikacıların İran’la yaptıkları işbirliğini görmezden gelmiş ve Esil An-Nuceyfi’ye iftira atarak bir haksızlık daha yapmıştır. Şiilerin böyle bir adım atmalarındaki en temel neden ise; Esil An-Nuceyfi’nin Başika kampında bulunan 4 bin kişiye yakın ve Musul’un yerli halkından oluşan silahlı grubun başkanlığını yapmasıdır. Çünkü Haşdi Vatani’nin Musul’a yerleştirilmesi Şiilerin Musul’un yönetimini ele geçirmelerini engellemektedir. Türkiye’nin Haşdi Vatani’yi destekleyip Başika kampında eğitmesi, İran ve Şii gruplarını kaygılandırmıştır.
Şiiler Musul Operasyonundan sonra iki hedefin gerçekleştirilmesini amaçlamaktadırlar; birincisi, Musul’u da Anbar ili gibi sivillerden boşaltılmış bir şekilde kontrol etmektir. Bu sayede istedikleri gibi Musul’a yerleşip istedikleri şekilde hareket etme imkânı bulacaklardır. Ayrıca Musul halkının geri dönmesi zaman gerektiren bir süreci kapsadığından Sünni kesimin yeniden toparlanması gecikmiş olacaktır. İkincisi, İran destekli Iraklı Şii gruplar Musul’un kontrol edilmesinin ardından Musul Yerel Yönetimini de ele geçirmeyi hedeflemektedir.
Her iki durumda da Sünniler temel hedef olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.. Şiiler ile büyük ölçüde Şiilerin kontrolünde olan Irak Hükümeti, özellikle Sünnileri DAEŞ’le işbirliği yapmak gibi asılsız iddialarla suçlayacaklardır. Bu durumun önüne geçilmediği takdirde de çok sayıda insanı tutuklamaları ve işkence yapmaları kuvvetli bir olasılık olarak öngörülmektedir.. Şiiler 2003’ten bu yana Sünnileri farklı yöntemler kullanarak ve keyiflerine göre kendi çıkarları doğrultusunda tutuklama yollarına gitmişlerdir. Musullu gençler DAEŞ sonrası dönemde Şii milislerin hedefinde olup ya yargısız infaz sonucu öldürülecekler ya da daha önce işaret ettiğimiz gibi tutuklanıp işkenceye maruz kalacaklardır. Şiilerin özellikle DAEŞ ile sivil halk arasında fark gözetmeksizin katliamlar gerçekleştirme olasılığı oldukça yüksektir.
Musul’da planlanan bu sinsi oyunun durdurulması ancak Türkiye gibi kararlı ve azimli bir ülkeyle olacaktır. Türkiye bu planı bozmak için farklı yöntemlere başvurabilme imkanına sahiptir. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın Musul’la ilgili konularda masada olacağını açıklaması aslında bu sinsi plana karşı duracağının en net ve açık bir göstergesi olmuş ve bu en üst düzeyde açıklanmıştır. Bunun yanında Türkiye’ye bu konuda Suudi Arabistan ve Katar gibi Körfez ülkelerinden destek gelirse, Musul’da İran öncülüğünde böyle bir planın gerçekleşmesinin önüne geçilecektir. Suudi Arabistan Musul meselesinde Türkiye ile aynı görüşü paylaştığını açıklamıştır. Fakat bu tutum ve tavırlar sadece beyanatlarla sınırlı kalmamalı ve Türkiye öncülüğünde bir işbirliği denemesi pratiğe dönüşmelidir.
16 Şubat 2016’da Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ‘Dostları çoğaltmak ve düşmanları azaltmak’ ilkesinin dış politikada uygulamaya konulacağı yönündeki açıklamaları, Türkiye–Irak ilişkilerinde yaşanan gerginliğin giderilmesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Başbakan Binali Yıldırım’ın 7 Ocak 2017’de Bağdat’a gerçekleştirdiği ziyaret, iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yollarla çözülmesi adına atılan önemli bir adımdır. Musul Operasyonu’nun devam ettiği ve Musul’un doğu kısmında bulunan büyük bir bölümün Irak Ordusu tarafından kontrol edildiği bir dönemde Başbakan Yıldırım’ın Irak ziyareti çok anlamlıdır. Çünkü bölgede artık yeni bir düzen kurulacağına dair gelişmeler yaşanmaktadır ve bu gelişmelerin en önemlisi de Musul Operasyonu’dur. Musul’da Irak Ordusu büyük gelişmeler kaydetmiş ve DAEŞ militanlarının büyük bölümünün Musul’dan ayrıldıklarına dair haberler gelmeye başlamıştır.
DAEŞ sonrası Musul’u gerçekten zor günler beklemektedir. Eğer Şiilerin planları başarılı olursa Iraklı Sünniler, Irak’ta yok olma riskiyle karşı karşıya kalacaklardır. Türkiye eğer müdahale edip durumu tamamen kontrol edemese dahi en azından durumun tehlikeli bir boyuta kaymasını engelleyebilir. Bunun yanında DAEŞ sonrası Musul ve Irak’ın diğer bölgelerinin tamamen DAEŞ’ten temizlenmesi oldukça zordur. Çünkü DAEŞ terör örgütünün en büyük özelliklerinden biri de kendisini değişikliklere adapte etme yeteneğinin olmasıdır. Bu bağlamda daha Musul tamamen kontrol edilmeden DAEŞ terör örgütü lideri Abubekir el-Bağdadi, DAEŞ terör örgütünün 2017 stratejik planını açıklamıştır. DAEŞ’in 2017’deki planı daha fazla ses getirecek terör eylemlerin gerçekleştirilmesi yönünde olacaktır. DAEŞ, kontrolünde bulunan şehirlerden geri çekilse dahi etkinliğini devam ettirmek amacıyla nokta vuruşlar şeklinde terör eylemlerini gerçekleştirerek daha tehlikeli hale gelebilecek bir durumdadır. Kısacası Irak’ta DAEŞ terör örgütünün kontrolünde bulunan bölgelerin tamamı temizlense dahi terör eylemlerine devam edip halkın güvenliğine karşı doğrudan bir tehlike haline dönüşeceği öngörülmektedir.