Çin’in Yeni Stratejisi: Küresel Güvenlik Girişimi

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

2-3 Aralık 1989 tarihlerinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Eski Başkanı George Bush ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov arasında Malta’da gerçekleştirilen zirvenin sonucunda Soğuk Savaş’ın bittiğinin açıklanması, aslında bir bitişten ziyade; yeni bir dönemin başlamasını tetiklemiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra askeri, siyasi ve teknolojik açıdan savaşın kazananı olan ABD, Soğuk Savaş sonrasında ideolojik üstünlüğü de elde ederek, dünya siyasi tarihinin son hegemon devleti olarak küresel sistemin kurallarını yazmaya başlamıştır. Avrupa ve ABD merkezli olarak kurulan yeni Atlantik Düzeni; ideolojik, askeri, teknolojik, kültürel ve ekonomik alanda Asya’ya üstünlük kurmuş, söz konusu gücü sayesinde dünyanın farklı coğrafyalarında hegemonyasını devam ettirecek kaynakları kontrol etme politikasına yönelmiştir. Mutlak güç dönemine giren ABD için tarihin sonunu getiren devlet yorumları yapılırken; bu sürecin anarşi ve düzensizlik getireceği tezi de vurgulanmıştır.

Doğası gereği büyüyen her gücün bir doyum noktası ve düşüş dönemi vardır. Nitekim ABD’nin aşırı güçlenmesi, yeni sorunlara kapı aralamıştır. Özellikle de ABD tarafından gerçekleştirilen askeri müdahaleler, dünya kamuoyunda tartışmalar yaratmış, ekonomik bir yük getirmiş ve çoğu akademisyen tarafından çöküşün başlangıcı olarak yorumlanmıştır. Zira çatışma bölgelerinde artan ABD karşıtlığı, küresel dengede Amerika’nın gücünü görece azaltmıştır.

2000’li yıllardan sonra dünya, ABD’nin tek kutuplu düzeninden çok kutuplu bir yapıya doğru geçme denemeleri yapmıştır. ABD’nin başat aktör olduğu bu yeni dönemde faklı güçlerin de dünya sahnesinde söz sahibi olduğu ve çeşitli ittifakların kurulduğu bir uluslararası ilişkiler düzeninden bahsetmek mümkün olmuştur. Rusya’nın Vladimir Putin liderliğine tekrardan ayağa kalkması, Çin’in 1980 yılından itibaren uyguladığı ekonomik ve kültürel reformlar neticesinde ekonomik bir güce dönüşmesi gibi nedenler, bu sürecin başlıca sebepleri arasında gösterilmiştir. Richard Haas bu yeni düzendeki aktörleri “The Age of Nonpolarity” makalesinde şu şekilde açıklamaktadır:[1]

“Bu aktörler; dünya nüfusunun yarısını kapsayan, GSYİH’ın %75’ini ve küresel askeri harcamaların %80’ini oluşturan Çin, Avrupa Birliği, Hindistan, Japonya, Rusya ve ABD’dir”

2000 yılından sonra çok kutuplu bir yapıya doğru kayan dünya, yeni kutuplar arasında bulunan Çin’in diğer ülkeleri geride bırakan yükselişiyle, bu sefer de çift kutuplu bir düzene doğru kayma eğilimi göstermiştir. Deng Şioping’in başlattığı kalkınma hamlesinden günümüze kadar geçen sürede, Çin’in hızlı bir kalkınma ve ekonomik büyüme yaşadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çift haneli üretim verileri, ucuz iş gücü avantajı, düşük değerli/rekabet edebilir parasıyla Japonya’yı geride bırakarak, ekonomi liginde ABD’nin ardından 2. sıraya yerleşmiştir. Singapur Eski Başbakanı Lee Kuan Yew’in belki de biraz abartarak belirttiği şekliyle durum şöyledir:[2]

 “Çin, dünya dengesini öylesine değiştirdi ki; dünyanın artık yeni bir denge bulması şart oldu. Pekin’in sadece yeni bir büyük oyuncu olduğunu iddia etmek mümkün değil. Çin artık dünya tarihinin en büyük oyuncusu.”

Yew’in aynı röportajda verdiği bir başka demeçte ise kullandığı ifadeler, aslında Çin’in günümüzdeki yükselişinin temelini oluşturmaktadır:[3]  

“Sovyetler Birliği, küresel üstünlük için ABD ile rekabet halindeydi. Çin tamamen kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Dünyayı değiştirmekle ilgilenmiyor.”

Soğuk Savaş döneminde komünist blokta yer alan Çin, Japonya’da bulunan Amerika Masa Tenisi takımını ülkesine davet ederek daha sonra literatüre ping-pong diplomasisi diye geçen bir yumuşama politikası seyretmiştir. Bu yumuşamanın nedeni, 19 Nisan 1971 tarihinde gizli ibaresiyle yazılan bir istihbarat raporunda şu şekilde ifade edilmektedir:[4]

“Çin, uluslararası durumun giderek kendi lehine geliştiğini görüyor ve aynı şekilde bu davetle beraber ABD’nin de Çin ile ilişkilere kendini adapte etmek zorunda kalacağını düşünüyor.”

Çin’in Batı’yla ilişkilerini geliştirmesi ve akabinde uyguladığı reformlarla başlattığı ihracat temelli kalkınma modeli, küresel ekonomik sisteme entegre olmasını sağlamıştır. Barışçıl bir yükseliş peşinde koştuğunu iddia eden Pekin, ekonomik kalkınmasına odaklanmış ve büyük güç rekabetinden doğabilecek zorlukların hiçbirisini yaşamamıştır. Küresel şirketler için giderek cazip olan Çin, doğrudan yabancı yatırımcıların odağı haline gelmiş ve “Dünyanın Üretim Fabrikası” olarak adlandırılmıştır. 2001 senesinde Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üye olan Çin’in ekonomik büyümesi hızlanmış ve geleceğe yönelik tahminlerde dünyanın en büyük ekonomisi olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Lakin barışçıl başlayan Çin’in yükselişi, belli bir süre sonra sinosentrik bir düzen kurma noktasına ulaşmıştır.

Zbigniew Brzezinski’nin aktardığına göre, Deng Şioping’in 1990’lı yılların başında kendisine söylediği bir söz, belki de Çin’in dış politikasına ve genel stratejisine yaklaşımını nasıl tanımladığını gösteren en çarpıcı söz olmuştur:[5]

 “Sükûnet içinde gözlemle, konumumuzu güvenceye al, sorunlarla sakince uğraş, yeteneklerimizi gizle ve uygun zamanı bekle, düşük bir profil sergilemekte usta ol ve hiçbir zaman liderliği hedefleme.”

Şioping’in söylediği bu söz, gerçekten de Çin’in yükselişinin altındaki felsefi kökleri yansıtması bakımından önemli bir açıklamadır. Niyetini gizle politikasıyla ya da düşük profilli siyaset çerçevesinde (Tao Guang Yang Hui) hareket eden Pekin için doğru zamanın geldiğini hissettiği ilk an, 2008 yılındaki küresel ekonomik kriz olmuştur.

2008 yılında ki küresel mali kriz, birçok Avrupa ülkesini ve ABD’yi derinden etkilemiştir. Kısmi olarak az hasarla çıkan Çin, küresel sistem içinde daha fazla hak iddia eder hale gelmiştir. Pekin, söz konusu krizi fırsat olarak görmüş ve gerek ekonomik yardımlarla yumuşak gücünü arttırmış gerekse de doğrudan şirket satın almalarla Avrupa piyasasına girmiştir. Bu krizi, Çin karakterli sosyalizmin Batı liberalizmine karşı bir zaferi olarak gören Pekin, proaktif bir siyaset izlemenin ilk adımlarını atmıştır. Çin’in bu yaklaşımı, gelişmekte olan ülke liderleri tarafından da olumlu karşılanmıştır. Dönemin Brezilya Devlet Başkanı Luis De Silva’nın açıklaması, bu yönde yapılmış önemli bir açıklamadır:[6]

“Kriz, mavi gözlü beyaz insanların rasyonel olmayan davranışlarından kaynaklandı. O insanlar, krizden önce her şeyi bildiklerini iddia ederken; şimdilerde hiçbir şey bilmediklerini gösteriyor.”

Bu tarihten itibaren Çin, mevcut küresel sistemin unsurlarını zorlama girişimlerini başlatmıştır. 2012 yılında Şi Cinping’in iktidara gelmesiyle birlikte Çin-Batı rekabeti belirginleşmiş ve artık Çin’in attığı adımlar büyük güç rekabeti kapsamında görülmüştür. Küresel para rezervi olan doları aradan çıkaracak girişimler, Dünya Bankası’na alternatif bir yapı olan Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın kurulması ve özellikle de 2013 yılında duyurulan Kuşak-Yol Projesi’yle birlikte başlayan ekonomik, diplomatik ve askeri güç kazanımı, ABD ile Çin arasındaki çatlağı derinleştirmiştir. Çin’in bu girişimine özellikle ABD’nin baskısına rağmen İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Atlantik sistemi içerisinde ki ülkelerin dahil olması, ABD ile Avrupa arasındaki ayrışmayı da derinleştirmiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin Çin’in yükselişini yanlış tahlil ettiğini de göstermektedir. Örneğin Barack Obama’nın Jeffrey Goldber’e verdiği röportajda söylediği “Başarılı ve yükselen bir Çin’e nazaran zayıflatılmış ve tehdit edilmiş bir Çin’den korkmamız için daha fazla sebep var.”[7]sözleri stratejik körlük olarak nitelendirilebilir.Şüphesiz Pekin, ABD açısından bu sözü yalanlamakla meşguldür. 

2013 yılından itibaren Çin tarafından küresel liderlik için atılan adımlara bir yenisi daha eklenmiştir. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesi sonrasında başlayan jeopolitik dalgalanma, birçok gelişmeye yol açmıştır. Birleşmiş Milletler’in (BM) meşrutiyetinin sorgulandığı, Batı ile Asya arasında ideolojik savaşın yaşandığı bir döneme giren dünya, aynı zamanda Çin’i bölgede kuşatmayı amaçlayan birtakım girişimlere de tanık olmaktadır. Böyle bir dönemde, Davos Zirvesi’ne alternatif olarak başlatılan Bao Forumu’nda Şi tarafından dile getirilen “Küresel Güvenlik Girişimi” kavramı, küresel sistemin geleceğine yönelik önemli bir girişim olarak dikkat çekmektedir.

Her ne kadar Şi, bu girişim hakkında detay vermese de mevcut kriz durumunu fırsata çevirmek için atılan bir adım olarak değerlendirilebilir. Çin, mevcut krizi bir Asya-Batı ideolojik çekişmesi olarak sunarak bölge ülkelerini kendi tarafına çekmeyi amaçlamaktadır. Bilinmelidir ki; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yükselen Atlantik’in ivmelenme dinamikleri giderek zayıflamaktadır. Dünyanın ekonomik hareketliliği, dinamik ve genç nüfus yapısı ve yer altı ve üstü kaynakları açısından Asya giderek ön plana çıkmaktadır. Bu özelliği sebebiyle de büyük güç rekabetinin merkezinde konumlanmaktadır.

Son dönemde bölgede yaşanan gelişmeler, bir bakıma Çin’i rahatsız etmekte ve kuşatılmış hissettirmektedir. Söz konusu kuşatmayı yarmak isteyen Çin’in atacağı en önemli adımın bölge ülkelerinin dahil olduğu ve BM’deki Atlantik merkezli oluşumun aksine; Asya’nın ruhunu taşıyan bir örgütlenme kurmak olduğu anlaşılmaktadır. Zaten Şi’nin konuşmasının ana hatları da Asya-Batı ayrışmasında Pekin’in yaklaşımını net bir şekilde ortaya koymaktadır:[8]

“Sıcak ve soğuk savaşlar, zorluklar ve sıkıntılar yaşayan Asya halkları, barışın değerini derinden hissetmekte ve ekonomik kazanımlarının kolay elde edilemeyeceğini anlamaktadır. Geçtiğimiz on yıllar boyunca Asya, “Asya Mucizesini” mümkün kılan istikrar ve hızlı büyümenin avantajlarını yaşadı. Asya iyi giderse, tüm dünya iyi gider. Bu nedenle Asya’yı geliştirmeye ve güçlendirmeye devam etmeli, Asya’nın esnekliğini, bilgeliğini ve gücünü göstermeli ve Asya’yı dünya barışı için bir çapa, küresel büyüme için bir güç merkezi ve uluslararası işbirliği için yeni bir belirleyici yapmalıyız.”

Şi’nin konuşmasının alt metninde, Asya’nın giderek istikrarsızlaşacağı ve Çin’e karşı bir çevreleme adımı atılacağı tahmini yatmaktadır. Buna karşılık Çin, Asya’nın tümünü ön plana çıkarmış ve kendisini barışın bir çapası olarak değerlendirmiştir.

Bu noktada 2014 yılında Şi’nin katıldığı Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı’nda yaptığı konuşmanın en can alıcı noktasına bakıldığında Çin Devlet Başkanı’nın “Asya’nın sorunları son kertede Asyalılar tarafından çözülmeli ve Asya’nın güvenliği Asyalılar tarafından sağlanmalıdır.”[9] şeklindeki sözlerini hatırlamak gerekmektedir. Zira mevcut durum, 2014 yılından 2022 senesine kadar geçen süre zarfındaŞi’nin düşünce sistematiğinin değişmediğini ve bir hedefe doğru kitlendiği göstermektedir. Arada 8 sene olmasına rağmen birbirine paralellik arz eden bu demeçler, söz konusu girişimin öylesine ortaya atılmadığını, bir altyapısının ve düşünsel derinliğinin bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Mevzubahis girişimin ne yöne evrileceği henüz bilinmese de Batı’ya karşı bir alternatif olarak önerildiği açıktır. Gelecek dönemde verilecek demeçler ve atılacak adımlar, “Küresel Güvenlik Girişimi”nin hangi yönde ilerleyeceği hakkında bilgi edinilmesini sağlayacaktır.


[1] Richard N. Haass, “The Age of Nonpolarity: What Will Follow U.S. Dominance”, Foreign Affairs, https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2008-05-03/age-nonpolarity, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[2] Graham Allison-Robert Blackwill, “Interview: Lee Kuan Yew on the Future of U.S.- China Relations”, The Atlantic, https://www.theatlantic.com/china/archive/2013/03/interview-lee-kuan-yew-on-the-future-of-us-china-relations/273657/, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[3] Aynı yer.

[4] “Intelligence Memorandum: Ping Pong Diplomacy”, CIA, https://www.cia.gov/readingroom/search/site/Ping%20Pong%20Diplomacy, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[5] Zbigniew Brzezinski, “Major Foreign Policy Challenges for the Next US President”, International Affairs https://www.jstor.org/stable/27694919, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[6] James Chapman, “’White, Blue-Eyed Bankers Have Brought World Economy to Its Knees’: What the Brazilian President Told Gordon Brown” Daily Mail, https://www.dailymail.co.uk/news/article-1165089/White-blue-eyed-bankers-brought-world-economy-knees-What-Brazilian-President-told-Gordon-Brown.html, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[7] Jeffrey Goldberg, “The Obama Doctrine”, The Atlantic, https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2016/04/the-obama-doctrine/471525/, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[8] “Full text: Xi Jinping’s Speech at 2022 Boao Forum for Asia”, CGTN, https://news.cgtn.com/news/2022-04-21/Full-text-Xi-Jinping-s-speech-at-2022-Boao-Forum-for-Asia-19ppiaI90Eo/index.html, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

[9] “China President Speaks Out on Security Ties in Asia”, BBC News, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-27498266, (Erişim Tarihi: 27.04.2022).

Mustafa Cem KOYUNCU
Mustafa Cem KOYUNCU
Mustafa Cem Koyuncu, Karabük Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler bölümünde Master öğrencisi olup Hint-Pasifik Bölgesi, ABD-Çin Rekabeti, uluslararası güvenlik, jeopolitik ve stratejik araştırmalar alanları üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Karabük Üniversitesi’nde eğitimine başlamadan önce, Boğaziçi Üniversitesinde Lisans eğitimini tamamlamıştır. Özel sektörde yöneticilik tecrübesi kazanmasının ardından Koyuncu, kariyerine ANKASAM’da devam etmektedir. Koyuncu, ileri seviyede İngilizce bilmektedir.

Benzer İçerikler