Beyaz Saray’ın Kudüs Hamlesi ve Ulusal Güvenlik Belgesi Sonrasında İran’ın Gündemi

Paylaş

Ortadoğu’daki gerginlik ve istikrarsızlığın odak noktası, uzun bir süreden sonra yeniden İsrail-Filistin sorunu olarak karşımıza çıkmıştır. Söz konusu iki aktör arasındaki barış müzakereleri senelerdir başlayamamaktadır.

Özellikle İsrail tarafının, süreci siyasete yaklaştıran ve uluslararası hukuktan uzaklaştıran tutumları giderek artmaktadır. Fakat çözümsüzlüğün olağanlığını bozan adım, bölge dışı bir aktör olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nden gelmiştir. ABD’nin yeni Lideri Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımıştır. Böylesi tehlikeli, oldukça tartışmalı bir adım atması gerek iç siyasi söylemini gerekse dış siyasi söylemini ve faaliyetlerini Amerikan karşıtlığına oturtan İran İslam Cumhuriyeti için önemli ve kullanılabilir bir gelişme olmuştur. Trump’ın İran’ın tehdit olarak seçildiği ulusal güvenlik belgesini açıklaması da Tahran dış politikasının kullanacağı bir öge olmuştur. Son olarak Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun Kudüs’ün statüsünü hukuken ve siyaseten hatırlatması ve tek taraflı kararları kabul etmemesi, İran’ın uluslararası kamuoyundaki algısını değiştirebilecek gelişmelerdendir. Bölgede hareketlenen diplomasi, açıklanacak “barış paketine” ek olarak, bahse konu gelişmelerin İran’ın söylem ve siyasetinde kullanılacağı düşünülmektedir.

Arka Plan

İran, BM’nin Kudüs kararından sonra söylemlerini Amerikan karşıtlığı üzerine oturtmaya devam etmiştir. Farklı alanlara başvurarak söylemini ve faaliyetlerini meşrulaştırmak istemektedir. Diğer bir ifadeyle ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından, İran’ı ABD’nin başlıca tehdit unsurlarından biri olarak ilan etmesinden ve BM Genel Kurulu’nun Trump’ın kararını reddetmesinden sonra Tahran; Amerikan karşıtlığını çeşitli alanlara oturtmaktadır. Yemen’de “füze diplomasisi”, Myanmar’ın ılımlı dış politikanın bir kanıtı olarak gösterilmesi, BM’ye yaklaşım, Kudüs politikaları, terörizmle mücadele ve destek sarmalı, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) adlı nükleer andlaşmanın akıbeti, yeni ittifak arayışları bahse konu alanlar olarak sıralanabilmektedir.

Tahran, Yemen’in Ta’izz kentinin Suudi Arabistan tarafından 26 Aralık 2017 tarihinde bombalandığını açıklamış ve Riyad’ı kınamıştır. Bahsi geçen saldırı sonucu, toplamda 120’ye yakın kişinin yaralandığı veya hayatını kaybettiği belirtilmiştir.

İran, BM Genel Kurulu’nun Myanmar hükümetine Arakanlı Müslümanlara yönelik “sistematik insan hakları ihlallerine ve askerî operasyonlara son verme” çağrısında bulunan 24 Aralık 2017 tarihli kararını kabul etmiştir. Bu adımı öncesinde Tahran, çeşitli kesimlerce eleştirilmiştir.

BM’yle ilgili bir diğer konu da Kudüs’le bağlantılıdır. Washington; BM Genel Kurulu’nun Kudüs kararını kabul etmesinden ötürü, ülkelere yaptığı yardımı gözden geçireceğini açıklamıştır. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e göre bu tutum, ABD’nin demokrasiyi küçümsemesinden başka bir şey değildir. Bunu yaparken aynı zamanda Trump’ın İran’ı diktatör olarak nitelendiriyor olması, Zarif’in işaret ettiği bir husus olmuştur.

Kudüs’le ilgili olarak Tahran, bir adımı da kendi yasal sınırları içerisinde atmıştır. İran Meclisi, Kudüs’ü Filistin’in daimî ve ebedi başkenti olarak tanımıştır.

Washington’ın terörizmle mücadele etmediği, ancak oyun oynadığı Tahran’ın bir diğer öne çıkardığı tezi olmuştur. DEAŞ dahil olmak üzere, terör örgütlerinin ABD tarafından kurulduğunu iddia etmiştir. İran’a göre Müslüman ülkeleri parçalamak ve İsrail’in çıkarlarının gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Buna karşın İran ise terörizmin her türlüsüne karşı çıktığını savunmaktadır.

KOEP, ABD ve İran arasındaki gerginliğin bir diğer unsuru olmaya devam etmektedir. Son olarak İran’ın BM Daimî Büyükelçisi Gholamali Khoshroo, Washington’ın andlaşmayı ihlal ettiğini ve buna zarar vermeyi amaçladığını öne sürmüştür. Aynı zamanda uluslararası toplumu, sergilenen söz konusu davranışlara karşı gelmeye çağırmıştır.

Analiz

Tahran ve Riyad, silahsızlanma tartışmalarının ve mezhep gerginliğinin yanı sıra Yemen üzerindeki rekabetini de göstermeye çalışmaktadır. İki ülke Yemen üzerinden birbirlerini suçlamakta, bölgesel rekabette ön plana çıkmaya gayret göstermektedir. Bu denklem içerisinde ABD de devreye girmiştir. 14 Aralık tarihinde ABD’nin BM Daimî Elçisi Nikki Haley, İran’ın Yemen’e füze temin ettiğine dair kesin kanıta sahip olduklarını kamuoyuyla paylaşmıştır. Tahran’a göre bu iddialarıyla ABD, Ortadoğu’da yeni bir oyun peşindedir. İran’ın bölgede istikrarsızlık nedeni olduğuna dair iddialara Tahran, aynı nitelikteki savlarla cevap vermektedir.

Ortadoğu’daki şiddet ve istikrarsızlıkta rolü olduğu iddialarını kabul etmeyen İran, dış politikasında insan haklarına saygılı bir tutum sergilediğini ve bunun ana ilkelerinden biri olduğunu vurgulamaktadır. Fakat Myanmar konusunda BM Genel Kurulu’ndaki oylamaya katılmamış, akabinde tepki alarak eleştirilmiştir. Bunun üzerine Tahran tutum değişikliğine gitmiştir. 26 Aralık’ta BM Genel Sekreterliği’ne mektup göndererek kararın lehine tavır değiştirdiğini, yani kararı kabul ettiğini açıklamıştır. Böylelikle İran kararın içeriğine yönelik olarak hem fikir olduğunu, fakat BM İnsan Hakları Konseyi’ne bağlı Üçüncü Komite’nin insan haklarına siyasi açıdan yaklaştığı gerekçesiyle, yani teknik nedenlerden ötürü 24 Aralık’ta gerçekleşen oylamaya katılmadığını açıklamıştır. Bununla birlikte komite, baskı uyguladığı iddiasıyla Tahran tarafından suçlanmaktadır. Aynı zamanda İran’ın insan hakları ihlallerinde bulunduğunu ifade ederek söz konusu devleti kınayan kararlar almıştır. Bu bağlamda İran’ın oylamaya katılmaması anlaşılabilir, fakat diktatörlükle, insan hakları ihlalleriyle eleştirilen bir ülkenin Myanmar gibi bir konuda insan hakları ihlaline dikkat çeken bir kararın dışında kalması, İran İslam Cumhuriyeti’ni sorgulatacak bir gelişme olmuş ve sonrasında Tahran bunu giderecek adımı atmış bulunmaktadır.

Myanmar konusundaki tavır değişikliği, İran’ın dış politikasında ılımlı bir yol izlemesinin örneği olarak gösterilmiştir. Aynı zamanda BM’ye karşı bu tutum değişikliği, ABD’nin Kudüs kararının BM Genel Kurulu’nda reddedilmesiyle de doğrudan bağlantılıdır. BM Genel Kurulu Tahran tarafından desteklenmiştir; rolünün ve sorumluluğunun kabul edildiği gösterilmiştir. ABD’nin karşıt görüşleri kabul etmeyerek hem BM’ye hem de egemen üye devletlere yönelik tehdit oluşturduğu, İran tarafından kullanılabilecektir. Ayrıca söz konusu devlet, İran kamuoyunu kışkırttığı yönündeki iddialarla birlikte düşünüldüğünde, Washington’ın İran’ın diktatör olduğu söylemlerine daha yüksek sesle karşı çıkılmaktadır.

Terörizmle kimin -ABD/Riyad mı yoksa Tahran mı- mücadelede ettiği sorusunun cevabı, İran’ın izolasyonunun kırılması yolundaki önemli adımlardan biridir. ABD’nin ve Suudi Krallığın İran’ın bölgede terörü desteklediği iddialarına Tahran, aynı nitelikte cevap vermektedir.

İran Meclisi’nin Kudüs’ün Filistin daimî ve ebedi başkenti olduğuna dair kararı, Filistin’de ön plana çıkma girişimi olarak değerlendirilebilecektir. Bununla birlikte Filistin’e dair söylemindeki hedefi, tarihi Filistin topraklarının tümünde bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulmasıdır. Ayrıca İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’daki olağanüstü zirvesinde, Doğu Kudüs’ün başkent olarak ilan edilmesini Filistin topraklarının ve Kudüs’ün bölünmesi olarak yorumlamıştır. Arap devletlerinin Kudüs konusunda sessiz kalmaları ya da sergiledikleri bu tavırı bozan olaylara karşı tutumları Tahran’ı ön plana çıkarmaktadır. Nitekim Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed Al Halife’nin Kudüs’ü tali bir mesele olarak zımnen nitelendirmesi, Tahran tarafından kullanılmıştır ve kullanılacaktır. Bahsi geçen bakan buna binaen, asıl amaç olan İran’la mücadelede, ABD’nin desteğinin kesilmesine neden olabileceğini savunmuş idi.

Öngörü

Yemen’de hem bölgedeki şiddet olayları üzerinden hem de söylem olarak Riyad ve Tahran karşı karşıya gelmeye devam edecektir. İran’ın füze diplomasisinin diğer ayağı olan ABD’yle gerginliği de sürecektir. Diğer bir ifadeyle füze programının KOEP’e dahil edilmesine dair Beyaz Saray’ın girişimlerine ve Trump’ın bu bağlamda yeni yaptırımlar uygulamasına karşı çıkacaktır.

Terörizm başlığında görüldüğü üzere Tahran-Moskova yakınlaşması artabilecek, farklı alanlara da yansıyabilecektir. Söz konusu ittifaka Çin ve Pakistan’ı dahil etmek girişimleri de gündemde yerini bulacaktır. Tahran, İran-Rusya ve Türkiye arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi çağrılarında bulunmaya devam edecektir. Terörizmle mücadelede Suriye’de DEAŞ varlığının “yok olması” ve ilgili konferanslar İran’ın görünürlüğünü arttıracaktır.

Diktatörlük iddialarına ilişkin olarak ise ABD’nin ve Riyad’ın ne kadar demokratik olduğuna dair göndermelerini daha yüksek sesle yapacaktır. Bu bağlamda BM’yi daha aktif kullanacağı ve ön plana çıkaracağı düşünülmektedir.

Tahran, içeriye ve dışarıya dönük uygulamakta olduğu Filistin siyasetini devam ettirecektir. Bu eksende Hamas-Hizbullah eksenine verebileceği destekle kendini gösterebilecektir. Az önce adı zikredilen iki örgütün, Trump’ın Kudüs kararına karşı ortak koordinasyon yapısı kuracakları haberi yapılmıştır. Salt Hamas ve Hizbullah’tan temsilcilerin değil; farklı örgütlerden de katılım sağlanacağı ifade edilmektedir. Örneğin Irak’tan Haşdi Şabi’yle birlikte Gazze ve Batı Şeria’daki diğer direniş örgütlerinin de söz konusu yapılanmaya katılacağı iddia edilmektedir. İran’ın zaten Hizbullah’la yakın ilişkileri bulunmaktadır ve Hizbullah kadar olmasa Hamas’la da yakın ilişkilere sahiptir. Dönem dönem direniş örgütlerine seslenen ve yardımda bulunacağını açıklayan Tahran’ın, böyle bir yapılanmaya lojistik, maddi ve askeri destekte bulunabileceği söylenebilir. Artı olarak Arap devletlerini eleştirmeye devam edeceği yanlış bir yorum olmayacaktır. İran karşıtlığında hareket edilerek bölgesel barışın getirilmesi girişimleri, bazı Arap ülkeleri tarafından kabul etmiştir. Ayrıca Tahran’a göre Filistin, İslam Dünyası’nın bir numaralı önceliği konumuna haizdir.

Uluslararası izolasyona maruz kalan ve daha fazla baskı altına alınma ihtimali bulunan İran’ın çeşitli aktörlerle işbirliği ve ilişkileri geliştirme çabaları artacaktır. Bu bağlamda Avrupa’nın özen gösterilecek yerlerden biri olacağı söylenebilecektir. Dolayısıyla 5 Ocak 2018 tarihinde Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın ziyareti önem teşkil etmektedir. Diğer yandan Fransız Lider Emmanuel Macron’un 2018 yılında ülkeye gerçekleştireceği ziyaret gündemdedir. Bahsi geçen iki gelişmeyi de Tahran, Paris tarafından Ortadoğu’nun önemli ülkesi olarak kabul edilmesinin bir işareti olarak kullanacaktır.

Sonuç

Terörizmle mücadele terörizmin desteklenmesi, füze temini, füzelerin yaptırımlar için kullanılması, İran’ın ortak düşman olması, İsrail’in baş tehdit olması gibi farklı söylemlerle hem ABD hem de İran bölgedeki istikrarsızlığın nedeni olarak birbirlerini suçlamaktadır. Washington, bu içeriğe haiz iddialarına ulusal güvenlik belgesinde yer vermektedir. İran ise bahse konu belgeyi diplomasiden uzak, alışılmışın dışında ve tedbirsiz siyasetin unsuru bir belge olarak yorumlamıştır. Tahran’a göre ABD, Ortadoğu’da yeni bir oyun içerisindedir. Böylesi bir tabloda BM gibi uluslararası kesimin, şu an dışlanan aktörleri İran için hareket alanı oluşturacaktır. BM’nin Üçüncü Komite gibi kurumları, İran’ın tepkisini çekerken diğer yandan örgüt önemli kazanımlar da sunmuştur. KOEP’in uygulanmasına dair yapılan periyodik toplantıda BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Tahran’ın andlaşmaya uyduğunu fakat balistik füze programına dair suçlamalara ilişkin incelemenin de yapıldığını hatırlatmıştır. Baskı altında kalmaya devam edecek olan Tahran, elinin güçlü olduğu konuları kullanıp hareket alanı yaratmaya, işbirliği ağını geliştirmeye ve kendisine karşı getirilen iddiaları çürütmekle birlikte karşı siyaset üretmeye çalışacaktır.

Doç. Dr. Ceren GÜRSELER SOLAK
Doç. Dr. Ceren GÜRSELER SOLAK
ANKASAM Uluslararası Hukuk Danışmanı

Benzer İçerikler