Batı’nın Ukrayna Sınavı

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

21 Şubat 2022 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ulusal-uluslararası kamuoyuna seslenerek Luhansk ve Donetsk’teki sözde cumhuriyetleri tanıma kararını açıklamasının ardından ayrılıkçı yapıların çağrısına istinaden Rus Ordusu, Donbas ve çevresine girmeye başlamıştır. Söz konusu konuşmasında “Kiev rejimi saldırgandır.” ve “Ukrayna, nükleer silah geliştirmek istiyor. Bunun için zaman ihtiyaçları var ve biz, onlara bu zamanı vermeyeceğiz.” diyen[1] Putin, 24 Şubat 2022 gününün ilk saatlerinde Ukrayna’ya yönelik “Özel Operasyon” başlatılması emrini vermiştir. “Özel Operasyon” kapsamında Rus Ordusu, Ukrayna’nın askeri kapasitesini sıfırlamaya yönelik saldırılar gerçekleştirmektedir.

Rusya’nın düzenlediği harekatın iki hedefinin bulunduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski liderliğindeki hükümetin devrilmesidir. İkincisi ise Luhansk ve Donetsk’in geniş özerklikler elde ettiği ve karar alma mekanizmalarında veto yetkisinin bulunacağı bir federasyonun oluşturulmasıdır.

Bu noktada Rusya’nın eylemlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğu vurgulanmalıdır. Zira Moskova yönetimi, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini yok sayarak Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nı açık bir biçimde ihlal etmektedir. Buna karşılık Ukrayna’yı cesaretlendiren uluslararası örgütler ve Batı Dünyası, sembolik adımlar atmanın ötesine geçememekte ve kayda değer bir hamle yapamamaktadır. Batı’dan gelen açıklamalar, kınama ve temenni ifadeleriyle sınırlı kalmaktadır. Yaptırımlar ise caydırıcılıktan son derece uzaktır.

Bilindiği gibi BM, uluslararası sistemin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi noktasında misyonu bulunan temel aktördür. Lakin geçmişte olduğu gibi, günümüzde de krizler karşısında zafiyet göstermektedir. Bu durum ise örgütün yapısından kaynaklanmaktadır. Özellikle de BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Rusya’nın daimi üye olarak yer alması ve bu bağlamda veto gücünün bulunması, BM’nin etkisiz hale gelmesine sebebiyet vermektedir. Ukrayna’daki durum, BM’deki reform ihtiyaçlarını ortaya koymaktadır. Çağın ihtiyaçlarına uygun reformların yapılmaması halinde, BM’yi Cemiyet-i Akvam’ın akıbetinden farklı bir gelecek beklememektedir. Zira Rusya, küçük parçalar halinde de olsa, Primakov Doktrini çerçevesinde yakın çevresindeki eylemlerini sürdürmekte ve uluslararası toplum, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Adolf Hitler’e uygulanan yatıştırma politikasının bir benzerini Putin yönetimine uygulamaktadır.

Krizin temel nedeni ise Ukrayna’nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) üye olmak istemesidir. Kiev’e uzun süre olumlu mesajlar gönderen NATO, mevcut durumda Ukrayna’nın ittifak üyesi olmadığını ve bu nedenle de söz konusu ülkeyi savunamayacaklarını belirtmektedir.Nitekim Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski de “Yalnız kaldık. Kimse bizim için savaşmak istemiyor. Bizi NATO’ya almak istemiyor, güvenlik garantisi vermekten korkuyorlar.”[2] diyerek mevzubahis durumu teyit etmiştir. Bir anlamda NATO şemsiyesi altında buluşan Batılı aktörler, çeşitli söylemleriyle Kiev’i Rusya’nın hedefi haline getirmiş ve sonrasında da Zelenski yönetimine “başının çaresine bak” demiştir.

NATO’nun bu şekilde bir politika uygulamasının temel nedeni ise ittifakın başat aktörü olan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) meseleye olan yaklaşımıdır. Özü itibarıyla Washington, küresel güç mücadelesinin merkezinin Asya-Pasifik coğrafyası olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden de odağını bu bölgeye kaydırmakta ve küresel liderliğini sürdürebilmek için Çin’le mücadeleye girmeye hazırlanmaktadır. Lakin Amerikan hegemonyasının en önemli sac ayağını Avrupa oluşturmaktadır. Bir diğer ifadeyle Avrupa’nın desteklemediği bir ABD, adeta topal ördek konumundadır. Bu nedenle Beyaz Saray, ortak “öteki” algısı üzerinden Avrupa’nın desteğini almak ve aslında Angela Merkel’in ardından Avrupa’da oluşan liderlik boşluğunu doldurmak istemektedir. Bunun için de kıtanın geleneksel ötekisi olan Rusya’nın Avrupa güvenlik mimarisini tehdit ettiği yönünde bir düşüncenin oluşması gerekmektedir. Washington yönetimi açısından Ukrayna merkezli gelişmeler, buna hizmet etmektedir. Dolayısıyla süreç incelendiğinde, savaşı isteyen aktörlerin başında ABD’nin geldiği görülmektedir. Nitekim 19 Ocak 2022 tarihinde yaptığı açıklamada Joe Biden, adeta Rusya’ya savaş için yeşil ışık yakmış ve küçük bir savaş olması halinde, küçük tepkiler verileceğini dile getirmiştir.[3] Yani Biden yönetimi, Avrupa’nın Rus tehdidini hissetmesini kendi küresel hedefleri açısından bir gereklilik olarak yorumlamış ve Ukrayna konusunda Rusya’yı cesaretlendirecek açıklamalar yapmıştır.Nitekim mevcut durumda da ABD, Rusya’ya yönelik çeşitli yaptırımlardan bahsetse de caydırıcı bir tavır takınmamaktadır. Bu noktada Washington yönetiminin ağır yaptırımlar uygulayarak Moskova’yı tamamen Pekin’e itmekten çekindiği söylenebilir.

Avrupa’nın Ukrayna’daki gelişmelere ilişkin en aktif politika uygulayan aktörü ise Brexit neticesinde Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılan İngiltere’dir. Fakat Londra yönetimi de Washington gibi süreci kendi jeopolitik hedeflerine hizmet edecek biçimde kullanmaya çalışmaktadır. Zira diplomasi çabalarının ön plana çıktığı dönemde İngiltere, Ukrayna ve Polonya’yla birlikte üçlü ittifak kurmuş ve aslında Avrasya güç mücadelesine dahil olmak için ön cephe şeklinde nitelendirdiği Doğu Avrupa’daki etkisini Ukrayna üzerinden arttırmaya odaklanmıştır. Dolayısıyla bu yaklaşım da Kiev’in çıkarlarını korumayı öncelememektedir. Zaten İngiltere de süreç boyunca savaşın çıkmasını isteyen bir duruş sergilemiştir.

Batı’nın Ukrayna sınavındaki asıl ikilemini ise AB yaşamıştır. Birlik üyesi ülkeler, özellikle de Almanya ve Fransa, Rusya’yla olan enerji bağımlılıklarının da etkisiyle meselenin diplomatik yollarla çözülmesinden yana duruş sergilemiştir. Fakat gelinen noktada ABD’nin AB üzerindeki etkisini arttırdığı söylenebilir. Kuzey Akım-2 Projesi’nden vazgeçilmesi de bunu doğrulamaktadır. Zira diplomasi çözüm vermemiş ve Almanya, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik eylemini uluslararası sisteme yapılan bir saldırı şeklinde yorumlamıştır. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Putin’i tüm Avrupa’daki barışı tehlikeye atmakla suçlamıştır.[4] Buna rağmen AB, tıpkı ABD gibi yaptırım diplomasisine başvurmasına rağmen caydırıcı bir pozisyon alamamıştır. Üstelik AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığı, uygulanacak yaptırımların sürdürülebilirliğini de tartışmaya açmaktadır.

Sonuç olarak Rusya-Ukrayna hattında yükselen gerilim, Moskova’nın Luhansk ve Donetsk yönetimlerini tanıması ve Ukrayna’nın askeri kapasitesini hedef alan özel bir operasyon başlatmasıyla yeni bir aşamaya evrilmiştir. Süreç içerisinde Batı ise başarısız bir sınav vermiş ve sınıfta kalmıştır. ABD ve İngiltere, kendi jeopolitik hedefleri doğrultusunda cesaretlendirdiği Kiev’i yalnız bırakmış ve nihayetinde Avrupa’nın diplomasi çabaları sonuçsuz kalmıştır. Gelinen aşamada AB üzerindeki ABD etkisi artarken; BM’nin uluslararası hukukun uygulanmasındaki yetersizliği de bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır.


[1] @haberglobal, “Son Dakika: Putin Tarihi Kararı Verdi! Rusya Donetsk’i ve Luhansk’ı Tanıdı!”, Youtube, https://www.youtube.com/watch?v=h9ktAAdoPUM, (Erişim Tarihi: 22.02.2022).

[2] “Son Dakika: Zelenski Sitem Etti: ‘Ukrayna yalnız, Batı Sadece Vereceği Destek Hakkında Konuşuyor’”, Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/son-dakika-zelenski-sitem-etti-ukrayna-yalniz-bati-sadece-verecegi-destek-hakkinda-konusuyor-42010942, (Erişim Tarihi: 25.02.2022).

[3] “Biden Predicts Russia ‘Will Move in’ to Ukraine, but Says ‘Minor Incursion’ may Prompt Discussion over Consequences”, BBC, https://edition.cnn.com/2022/01/19/politics/russia-ukraine-joe-biden-news-conference/index.html, (Erişim Tarihi: 25.02.2022).

[4] “ABD Başkanı Biden’dan Rusya’ya “Güçlü Yaptırım Paketi””, Deutche Welle, https://www.dw.com/tr/abd-ba%C5%9Fkan%C4%B1-bidendan-rusyaya-g%C3%BC%C3%A7l%C3%BC-yapt%C4%B1r%C4%B1m-paketi/a-60894606, (Erişim Tarihi: 25.02.2022).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.

Benzer İçerikler