Öncelikle şunu söyleyeyim: “NATO Öldü, Yaşasın Yeni NATO’cuklar” başlıklı yazı taahhüdümü unutmuş değilim. Bilakis, “Kadük NATO Tehdidi” başlıklı yazımla yaptığım “giriş”i bugünkü köşe yazımla daha da güçlendirmiş olacağım…
Bu köşeyi düzenli olarak takip edenler ABD ve Batı’nın diğer yakası bağlamında uzunca bir süredir şunu söylediğimizi bilir: Batı dağılıyor. Hatta daha da ötesi, Batı kendi içinde bir hesaplaşma sürecine girmiş durumda. Bu bağlamda, son dönemde ayyuka çıkan gelişmeler artık mızrağın çuvala sığmadığını gösteriyor.
Evet, Batı dağılıyor. Hatta kaybetmeye hazır olmayan, bunu kabullenmekte zorlanan ve kaçınılmaz sona nasıl bir refleks ile cevap vereceğini bilemeyen Batı, bir kez daha bildiği tek şeyi yapıyor: Birbirini yemek ve sonrasında da dünyanın başını yemek! Yani, bir kez daha tüm dünya adına büyük bir tehdit kaynağı olan bir Batı ile karşı karşıyayız.
Batı’nın bu durumuyla ilgili çok şey söylenebilir. En başında da güç zehirlenmesi, gücü yönetememesi ve gücünün kaynağını oluşturan kaynakların ondan intikamını almaya başlaması sıralanabilir.
Daha somuta indirgemek gerekirse; buradaki en büyük nedenlerden biri olarak, Batı’daki ortak çıkar zemininin kaymaya, el değiştirmeye başlaması söylenebilir. Denizlerdeki hâkimiyeti tesis ile başlayan iktisadi-ticari gücünü, zenginliğini ve uluslararası sistemdeki kurucu güç tekelini 500 yıl sonra kara güçlerine kaptırmaya başlayan Batı, bundan ötürü tek kelimeyle panik içerisinde…
ABD ile Batı da Çöküyor!
Bu bağlamda ABD; bırakın dünya liderliğini, Batı üzerindeki etkisini bile kaybetmeye başlamış ve bu gidişle kendi içerisindeki birliği bile sağlayamayacak koca bir enkaz durumunda. Sadece ruhunun çıkışı biraz daha zaman alacak gibi…
Zira ABD; sadece kendi içindeki alt yapıyı değil, kurduğu ittifaklar/işbirlikleri bağlamındaki altyapıyı da yenileyemiyor. Hatta bırakın yenilemeyi, elinde bir bir patlıyor. ABD bunu öngördüğü için ne kopartırsam anlayışı içinde “müttefiklerinin” önüne faturayı dayıyor. Dolayısıyla, ABD Başkanı Donald Trump’ın kof kabadayı hallerinden ve aksi ihtiyar tavırlarından da ABD’nin içine düştüğü ruh halini rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Aynı şekilde AB de ne yapacağını bilemez durumda. İngiltere sonrası devam etmesi öngörülen kopmalar şu an için ihtiyatlı bir bekleme dönemine girmiş vaziyette. Zira AB üyesi diğer devletler İngiltere gibi bir manevra kabiliyetine sahip değil; amiyane tabirle Almanya’ya göbekten bağlı.
Bu ülkeler, Birlik’ten ayrıldıktan sonra başta iktisadi-mali anlamda olmak üzere, başlarına gelecek krizin ucunu kestiremiyorlar. Bu da, Almanya’nın oyunu iyi kurduğunu gösteriyor. Bundan ötürü de Birlik üyesi diğer ülkeler ABD-Almanya ikilisi arasında debelenip duruyorlar.
Dolayısıyla, mevcut gelişmeler, Soğuk Savaş’ın sonunda sadece SSCB’nin yıkılmadığını, Batı İttifakı’nın da dağılma sürecine girdiğini gösteriyor. 10 Aralık 1991 tarihinde Maastricht’te düzenlenen zirve, bu açıdan önemli bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkıyor.
Batı Dağılmıyor, Dağıldı!
İddialı bir başlık ama durum böyle. Şekil şartları itibarıyla bakıldığında Batı yekpare gibi duruyor ama işin aslı öyle değil. Bir tarafta ABD, diğer tarafta ise Almanya. Arada ise, İngiltere. Bir diğer ifadeyle Batı içerisinde üç başlılık ortaya çıkmış durumda: ABD, İngiltere ve Almanya. Gerisi ise, hikâye.
Bunun için son iki zirve oldukça önemli: NATO ve G7. Her iki zirve ve sonrasında yaşananlar, yapılan açıklamalara kabaca bakıldığında bile ortaya çok şey çıkıyor.
Bu kapsamda, G7 zirvesinde Trump ile yaşanan görüş ayrılıkları üzerine Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “Başka ülkelere güvenilebilecek zamanlar geride kaldı, Avrupa’nın kaderini eline alması gerek” sözlerinin ardından Almanya Dışişleri Bakanı SigmarGabriel’in ABD’nin Batı dünyasının lider gücü statüsünü kaybettiğini açıklaması, Maastricht sonrası ortaya çıkan ABD’den bağımsız Avrupa sürecine/yürüyüşüne adeta son noktayı koymuş görünüyor.
Yine, ABD yönetimine karşı sert ifadeler kullanan Dışişleri Bakanı Gabriel, Trump’ın “dar görüşlü politikalarıyla Batı’yı zayıflattığı ve AB’nin çıkarlarına zarar verdiği” suçlamasında bulunurken, Münih merkezli SüddeutscheZeitung’da konuya ilişkin şu satırlar dikkatleri çekiyor: “Merkel yaptığı bu analizle ABD ile ilişkileri henüz tamamen kopartmadı.
Ama yıkıcı ve acı verici bir hükme varmış oldu: ABD artık güvenilir değil. Bu güçlü bir yargı ve bedelini Almanlar da Avrupalılar da henüz bilmiyor. Merkel, açıklamalarında kader kavramını kullandı. Bu da bilinçli bir seçimdi.”
Dikkatinizi çekiyorum: Merkel, AB’nin İngiltere ve ABD’ye tamamen güvenmesinin ve yaslanmasının mümkün olmadığını söylerken, onun dışişleri bakanı olan zat da ABD’ye adeta “tak sepeti koluna, artık herkes kendi yoluna” diyor ve SüddeutscheZeitung’da “kader kavramı”na vurgu ile bunu bir kez daha teyit ediyor.
Bunun adı dağılma değil de, nedir? Hatta bu vesileyle şunu da iddia edebiliriz: AB de NATO’yu bir tehdit olarak görüyor!
Nasıl yani diyeceksiniz? Bunu ben demiyorum, bizzat Batılı analistler ve siyasetçiler bu husus dillendiriyor. “NATO Öldü, Yaşasın Yeni NATO’cuklar”da bunu uzun uzun anlatacağım…