Irak Meclisi, Türkiye’nin Musul’a bağlı Başika’daki askeri varlığını[1] kabul etmediğini belirten ve Türk askerlerini “işgalci güçler” olarak nitelendiren açıklamasının ardından İran destekli Şii milis güçleri ve Maliki tarafından baskı altında olan Irak Başbakanı Haydar el İbadi, adeta İran’ın endişe ve söylemlerini anımsatan bir açıklama yapmış ve ‘Irak’ın egemenliği kırmızı çizgimizdir. Hiçbir ülkenin müdahalesine izin vermeyiz’ diyerek IŞİD’e karşı karada savaşan hiçbir yabancı gücün bulunmadığını vurgulamıştır. Irak kaynaklı bu açıklamalar, aslında Erdoğan’ın Fırat Kalkanı Operasyonu sonrası yaptığı açıklamalara benzeyen 1 Ekim’deki TBMM açılış konuşmasının[2] Irak-İran cephesinde ve ABD’de yarattığı travmatik bir yansımasıdır. Erdoğan, Türkiye’nin huzur ve güvenliği için bölgede gerekli tedbirleri almaktan geri durmayacağını açıklamış ve aslında enerji politiği çerçevesinde kurgulanan Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme çabalarına ve IŞİD’den alınacak şehirlerde etnik, kültürel ve siyasi yapının değiştirilmesi hedeflendiği küresel boyuttaki güç mücadelesine seyirci kalınmayacağını vurgulamıştır.
Aslına bakılırsa Türkiye, Suriye ve Irak kaynaklı güvenlik sorunlarının kendi ulusal güvenliğini tehdit etmeye başladığını ilk ve ciddi anlamda ‘15 Temmuz askeri darbe girişimi’ ile fark etmiştir. ‘15 Temmuz darbe girişimi’ Türkiye için adeta uyanışın bir simgesi olmuştur. Türkiye özellikle 2011 sonrası karşılaştığı, küresel nitelikteki işbirlikçilerin yönlendirdiği Suriye ve Irak kaynaklı güvenlik sorunlarının okumasını yeniden yapmış ve adeta puzzle’ın parçalarını 15 Temmuz’da tamamlamıştır. Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin tarihi hafızası ve bilgi analizi, İngiltere ve Batı’ya yaklaşamasa da Arap coğrafyasıyla kıyaslanamayacak derecede iyidir. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin yakın geçmişini yeniden okuyarak şekillendirdiği gelecek vizyonunu (teoriyi) pratiğe dökmenin zamanı gelmiştir.
Türkiye, Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da IŞİD’den alınacak şehirlerde operasyonel açıdan hâkim kuvvetlerce demografik yapının dönüştürülmesinden ve ortaya çıkacak insanlık dramı, mülteci göçü ve muhtemel yeni konjontürel güvenlik tehditleri nedeniyle endişe duymaktadır. Türkiye, Şii milisleri IŞİD’den farksız olarak görmekte ve hâkim unsur olarak Türkmen veya Arapların yaşadığı şehirlere düzenlenecek operasyonlarda Şii milislerin ön planda olmasından/tutulmasından rahatsızlık duymaktadır.
Benzer şekilde Türkiye, PYD/PKK’nın Kürt koridoru açılmasına yönelik girişimlerin bir parçası olarak bölgede etkin bir güç olarak yüksel(-til)mesinden rahatsızlık duymaktadır. Aslında Türkiye’nin bu endişeleri, ABD’nin bölge dizayn politiğinden kaynaklanan ve İran’ın Şii milislerinin de araçsallaştırıldığı Türkiye’nin denklem dışına itilme çabalarının bir sonucudur. Diğer bir ifadeyle; ABD açısından İran ve onun Şii milisleri, sadece Irak’ta değil fakat geniş Ortadoğu coğrafyasında da bölgenin etnik, mezhepsel ve kültürel açıdan ayrıştırılması konusunda işlevsel bir vazife görmektedir. Bu durum, İran’ı ve onun Şii milislerini ABD nezdinde yeni Ortadoğu haritasının oluşturulması konusunda işbirliği yapılabilecek vazgeçilmez bir partner haline dönüştürmektedir.
Çok değil bundan 13 yıl önce ABD’nin Irak’ı işgal ettiğinde Irak’ın en etkili Şii dini lideri olan Ayetullah Sistani, İran’ın da yönlendirmesi ve onayıyla ABD’den aldığı 200 milyon dolar ödeme karşılığında ‘Amerikalılara karşı savaşmanın haram olduğu’ fetvası yayınlamıştı. Fakat her nasılsa Aralık 2015’te Türkiye’nin Başika’ya güvenlik amaçlı da olsa askeri sevkiyat yapması sonrası aynı Sistani: ‘Hükümet, hiçbir yabancı gücün Irak’ın egemenliğini ihlâl etmesine izin vermemeli’ dedi. Buna benzer bir fetva da geçtiğimiz günlerde Başika’daki Türk askeri varlığına yönelik İran etkisindeki Haşd-ı Sabi isimli Şii milis yapılanmasının dini liderlerinden olan ve ABD’nin de koruma altına aldığı Şii dini mercii Kasım El-Tai’den geldi: ‘Türk askeriyle savaşmak vaciptir’. Ardından Şii milislerden ‘Bütün direniş grupları Türk güçleriyle savaşmaya tam olarak hazırdır.’ açıklaması geldi. Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’den ise: ‘Irak’taki tüm askeri eylemler Irak hükümetinin tam rızası ve koordinasyonuyla olmalı.’ uyarısı geldi. Yetmedi.. Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerine ait savaş uçakları, Musul operasyonu için hazırlıklarını sürdüren ve tamamı Sünni ve Musullu olan Haşdu’l Aşair’e bağlı güçleri (sözüm ona) yanlışlıkla vurdu. Sizce de açık değil mi; Sözde müttefik ABD, Türkiye’yi denklemin kaybedeni yapma konusunda İran ile hemfikir ve işbirliği halinde.
İran’ın Şii milislere olan desteği ve Musul operasyonunda öncü kuvvet olmaları konusundaki ısrarı, Musul, Telafer ve Sincar üzerinden Suriye ile kopan kara bağlantısını yeniden kurma amacına yöneliktir. Musul’u tekrar Sünni Arapların ele geçirmesi, İran’ın Suriye cephesini güçlendirme hayalini suya düşürecektir. ABD ise, Fırat operasyonundan beri Türkiye’nin sınır hattındaki PYD/PKK unsurlarını tamamen temizleyeceği, diğer bir deyişle Kürt koridorunu kaybedeceği korkusunu yaşamaktadır. Daha geniş bir perspektifle baktığımızda, ABD başta olmak üzere Batı, İran ve onun müttefikleri Türkiye’nin Ortadoğu’daki aktif, dinamikleri sarsan ve denklemleri değiştiren belirleyici bir güç haline dönüşmesinden oldukça rahatsız olmakta ve Türkiye’yi saf dışı bırakmak için terör odaklı saldırılar başta olmak üzere bütün gücüyle saldırmaktadır. Irak ve Suriye coğrafyası parçalanmak için hazırdır. Fakat Türkiye’nin ayrıştırılması konusunda geç kalınmıştır. Aslında tüm bu hırs ve öfkeyle saldırmalarının sebebi budur. Bölgenin sınırları yeniden çizilirken Türkiye’nin sapasağlam durmasının verdiği rahatsızlık travma derecesine ulaşmıştır. İran, Irak, ABD ve PKK/PYD nezdinde Fırat Kalkanı Operasyonu/Cerablus ile başlayan zihni travmanın etkileri, 1 Ekimde TBMM’de Suriye ve Irak tezkerelerinin geçmesi ve yaklaşan Musul operasyonu öncesi Erdoğan’ın seyirci kalamayız tavrını yinelemesi sonucu açık bir şekilde tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Türkiye karşıtı cephe, Cerablus travması üzerinden yükselen korkuyla hareket ederek ve gelişmeleri sınırın öte tarafından izleyen eski Türkiye’yi hayal ederek geçmişi özlemle yad ede dursun; Biz ‘Türkiye, kendi huzur ve güvenliği için bölgenin yeniden dizayn çabalarına seyirci kalamaz’ diyoruz. Siz bunu ‘ Türkiye, belirleyici bir güç olarak Ortadoğu sahnesine geri dönüyor’ olarak okuyun.
[1] Türkiye, her ne kadar Irak makamlarınca reddedilse de güvenlik anlaşmalarına ve bakanlıklar arasındaki çeşitli istişarelere dayanarak kurduğu Başika kampında, Peşmergelerin yanı sıra Musul’un hâkim unsuru olan Sünni Araplara(Haşdi Vatani) eğitim vermektedir. Türkiye, Musul operasyonunda bu birliklerin yer almasını ve Musul merkezine sadece Sünni Arap güçlerinin girmesini istemektedir.
[2] Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Ekim’de TBMM’nin açılışından yaptığı konuşmada “Musul’a yapılacak bir operasyonun Telaferi de etkileyeceğini hatırlatmak isterim. Musul’un DAEŞ’ten kurtulabileceğine inanıyoruz. Türkiye olarak masanın dışında kalamayız. Diğerlerinin böyle bir sınırı yok. Ama onlar orada sonuç belirlemek istiyor, biz buna seyirci kalamayız. Bunun kararını da burası verecek. Türkiye olarak kendi sınırlarımız içerisinde huzur ve güven içerisinde yaşamak istiyorsak, bu doğrultuda ilerlemek zorundayız” demişti. Web: http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37561778 8 Ekim 2016’da alınmıştır.