Muhammed Bin Selman, babası Kral Selman Bin Abdülaziz’in 2015 yılında tahta geçmesinden sonra politikada etkili olmaya başlamış ve ülkesinin İran-Ortadoğu politikasını genel anlamda revize etmiştir. Yemen’de Kararlılık Fırtınası Operasyonu’nun başlamasında büyük rolü olan Muhammed Bin Selman, Trump yönetimiyle 460 milyar Amerikan doları değerindeki sözleşmelerin imzalanmasında önemli bir role sahipti. Genç Suudi lider ülkesinin bölgesel bir güç haline gelmesi için bütün imkanlarını seferber etmiştir. Bu çerçevede, Muhammed Bin Selman, Ortadoğu’da etkin bir konuma gelmenin yolunun Irak’tan geçtiğinin farkındadır. Sahip olduğu stratejik konumdan dolayı Ortadoğu’yu her zaman etkileyen Irak’ın -1921 yılından günümüze kadar geçen süreç genel olarak gözden geçirildiğinde- bölgenin istikrarını sağlamak adına temel bir unsur olduğu görülecektir.
2003 yılı sonrası, özellikle Obama’nın ABD Başkanlığı yaptığı süreçte; Devrim Muhafızları’nın Irak’taki nüfuzu gün geçtikçe artmıştır. Nüfuzu öyle boyutlara ulaşmıştır ki; artık Irak’a İran’ın bir eyaleti olarak bakılmaya başlanmıştır. Bu durum haliyle en fazla Suudi Arabistan’ı tedirgin etmiştir. Bunun nedeni, iki ülke arasında öncelikle Vahhabilik-Şiilik temelinde bir Sünni-Şii rekabeti yaşanmasıdır. Tahran, kendini dünyada Şiilerin tek temsilcisi ve mercii olarak sunmaya çalışırken, Riyad ise Sünnilerin temsilcisi ve mercii olduğunu tüm dünyaya kanıtlama arzusundadır. Diğer yandan her iki devlet, bölgede daha etkin olmak için stratejiler uygulamaya koymuşlardır. Etkin bir bölgesel güç olma hedefi, her iki tarafın da en başta gelen isteklerindendir. Suudi Arabistan’ın Irak’la komşu olmasından dolayı, Bağdat üzerindeki Şii nüfuzu Suudi yetkilileri tedirgin eden bir diğer önemli faktördür. Özellikle Devrim Muhafızları’nın son dönemlerde Anbar ve Kerbela bölgelerinde tarımsal reform projeleri çerçevesinde yerleşmesi Riyad bağlamında birtakım sıkıntılara yol açmıştır.
DEAŞ sonrası süreçte, bölgede yeni bir düzenin kurulacağı ve oluşacak yeni düzene karşı izlenen bütün politikaların değişeceğinin kesinleştiği bir dönemde Suudi Arabistan; Irak’ı İran’ın nüfuz alanından kopararak Arap Dünyası’na geri kazandırma girişimlerine başlamıştır. Bağdat’ın yeniden Arap eksenine getirilmesi projesi, Riyad’ın öncülüğünde olacak biçimde dizayn edilmiştir. Tüm bunlardan anlaşılan, devletin Arap ülkeleri arasında lider bir ülke olarak değil, ABD öncülüğünde kurulan İslam Koalisyonunun kontrol ve denetiminde kalacak bir biçimde geri dönüşünün şekillendirilmeye çalışıldığıdır.
Riyad, 2015 yılından itibaren Şiilerle ilişkisini düzeltme yönünde adımlar atmaya başlamış ve 15 Aralık 2015 tarihinde Bağdat’ta bulunan büyükelçiliğini tekrar faaliyete geçirip, bu ülkeye yeni bir büyükelçi atamıştır. Fakat büyükelçilik görevine atanan Tamer al-Sabhan’ın bazı açıklamalarıyla birlikte; Tahran’ın Bağdat’ta kendi taraftarı olan isimler üzerinden karalama kampanyası başlatmasından dolayı, 16 Ekim 2016 tarihinde al-Sabhan Dışişleri Bakanlığı’nın talebi üzerine Riyad’a geri çağırılarak büyükelçilik görevine son verilmiş ve o tarihten itibaren söz konusu ülkede büyükelçi bulundurulmamıştır. Fakat daha sonra ilişkilerde dönüm noktası sayılabilecek önemli bir gelişmeye imza atmıştır. Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr’in 25 Şubat 2017 tarihinde gerçekleştirdiği resmi Bağdat ziyaretiyle, 1990 yılından 2017 yılına kadar geçen süreçte Irak’ı ziyaret eden ilk üst düzey yönetici sıfatına haiz olmuştur. Ayrıca, 19 Haziran 2017 tarihinde Haydar el-İbadi Riyad’a resmi bir ziyarette bulunmuştur. Daha sonra Irak İçişleri Bakanı Kasım el-Araci, ziyareti esnasında ikili ilişkiler üzerine resmi temaslarda bulunmuştur. Krallığın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Abdurrahman Bin Salih, 20 Temmuz 2017 tarihinde Bağdat’a bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Böylesine yoğun bir diplomatik çaba harcanması, ikili ilişkileri normalleştirme konusunda ne kadar ciddi olunduğunu gözler önüne sermektedir.
Gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretlerin sonucunda, Şiilerle de doğrudan temasa geçen Suudi Arabistanlı üst düzey yetkililer, bu bağlamda genç Şii lider Mukteda es-Sadr, Ammar el-Hakim ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmasının yanında laik Şii kimliğiyle tanınan İyad Allavi’yi ülkeye davet etmek adına birer resmi davetiye göndermiştir. Mukteda es-Sadr, bu talebe olumlu yaklaşan ilk isim olmuştur. Özel bir uçakla Necef’ten Cidde’ye uçan es-Sadr; veliaht olmasına ek olarak, etkili bir isim kabul edilen Muhammed Bin Selman’la önemli bir görüşme gerçekleştirmiştir. İlk olarak Suudi bir isim olmasının yanı sıra, kraldan sonra en yüksek makama haiz olan bir şahsın Mukteda es-Sadr’la görüşmesi; Riyad’ın ılımlı Şiilerle irtibata geçmeye hazır olduğu mesajını vermiştir. İkincisi, DEAŞ sonrası oluşacak yeni dönemde Suudi Arabistan’ın, “beni es geçmeyin” mesajını ileterek Bağdat’la diplomatik kanallar aracılığıyla ve Irak’ta bulunan etkili Şii grupların başkanlarıyla birebir görüşme düzenleyerek sağlam temellere dayalı bir ilişki tesis etmek istediği anlaşılmaktadır.
Ziyareti Sonrası Es-Sadr’ın Özel Ofisinden Yapılan Açıklama
Ziyaret sonrası Mukteda es-Sadr’ın özel ofisinden ziyaretle ilgili açıklama yapılmıştır. Yapılan açıklamada aşağıdaki meselelere yer verilmiştir:
- Farklı alanlarda ikili ilişkilerin geliştirilmesi: Petrol fiyatlarında yaşanan büyük düşüşler, DAEŞ terör örgütüyle amansız bir mücadeleye başlanması ve 2003 yılından itibaren yetkililer tarafından yapılan yolsuzluklar ile el-Maliki’nin ülkeyi sekiz yıl boyunca mezhepsel temellere dayalı olarak yönetmesi gibi sorunlardan dolayı ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan Bağdat’ın, Suudi Arabistan gibi zengin bir ülkeyle farklı alanlarda işbirliğine gitmesi ülkenin ekonomisine derin bir nefes aldıracaktır. Özellikle ticaret, ekonomi ve hatta askeri alanlarda işbirliğine gidilmesi genel olarak ekonomik kalkınmayı sağlayacaktır.
- Irak’ın özellikle güney ve orta illerine yatırım yapılması: Güney ve orta illere vurgu yapılması, doğrudan Şii tabanının muhatap alınması bakımından oldukça önemlidir. Suudi Arabistan’ın bu mesele üzerinden doğrudan Şii tabana yatırımlar üzerinden ulaşmaya çalıştığı görülmektedir. Bu konuda gerçekleştirmek istediği hedefe ulaşması kolay olmadığı halde, bu projenin belli bir noktadan başlatılması Şii tabanın İran tekelinden çıkarılması açısından büyük önem arz etmektedir.
- Yerlerinden olan Iraklılara insani yardımlarda bulunulması: Bu çerçevede Riyad, es-Sadr’ın gerçekleştirdiği ziyarete karşılık olarak, yerlerinden olanlara on milyon Amerikan doları değerinde bir ek yardım paketi sunmaya karar vermiştir. Bu desteğin Bağdat Hükümeti üzerinden Iraklılara ulaşacağına vurgu yapılmıştır. Yapılan bu insani yardımlarla iki durum hedeflenmiştir; ilki es-Sadr’a önemli bir nitelik kazandırmak ve onun bu yardım paketinin verilmesine yardımcı olduğu imajını vermektir. Diğeri ise, yardım paketinin el-İbadi Hükümeti üzerinden verilmesi nedeniyle bu yönetimi öne çıkarmaktır. Böylece yardım paketi aracılığıyla hem es-Sadr hem de el-İbadi desteklenmiş olacaktır.
- Şiiler açısından büyük öneme haiz olan Necef şehrinde konsolosluk açılması: Şayet Suudi Arabistan’ın Necef’te konsolosluk açma girişimleri başarılı olursa, Şiilere yönelik açılım anlamında önemli bir mesafe kat edileceği görülecektir. Konsolosluk doğrudan Şii tabana hitap etmesi bakımından önemlidir. Es-Sadr’ın ziyareti sırasında bu konuya değinmesi, Riyad’ın ilişkileri normalleştirmekten öte, daha sıkı işbirliği yapma konusunda açık çek vermiş olduğunu ortaya koymuştur.
- İki ülke arasında acilen hava köprüsünün kurulması: Riyad-Bağdat veya genel anlamda Irak-Suudi Arabistan arasında hava köprüsünün oluşturulması; ekonomi, güvenlik ve hatta kültürel alanlarda iki ülke ilişkilerine olumlu yansıyacaktır.
- Irak-Suudi Arabistan arasında sınır kapılarının açılması ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin en yüksek seviyeye çıkarılması: Bu sınır kapıları arasında Necef ilini doğrudan Suudi Arabistan’a bağlayan Cumeyme sınır kapısını hayata geçirmek adına çaba harcanmaktadır. Necef’i doğrudan Suudi Arabistan’a bağlamak, İran’ın bu kutsal Şii ili üzerindeki etkisini azaltacaktır.
- Gençlerin radikal terörist düşüncelerden uzaklaştırılması: İki ülke işbirliği çerçevesinde gençlere hitap edecek ve gençleri bu tür radikal düşüncelerden uzaklaştıracak projeleri uygulamak amacıyla faaliyete geçmişlerdir. Eğer bu konu üzerinde ciddi bir şekilde durulup etkili projeler hazırlanırsa, tüm bunlar geleceğe yönelik en büyük yatırımlar arasında olacaktır. Bu konunun gündeme gelmesi dahi gerçekleştirilmesine yönelik atılan önemli bir adımdır.
- Ekim 2016 tarihinden itibaren boş olan Bağdat Büyükelçiliği makamına atama yapılması: Bu kapsamda Suudi Arabistan es-Sadr’a yeni bir büyükelçi atama konusunda hazır olduğunu belirtmiş olup; Bağdat’a büyükelçi atama konusunda istekli olduğunun altını çizmiştir. Büyükelçinin atanması iki ülke arasındaki ilişki düzeyini yükseltmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
- İki tarafın da barış, işbirliği ve ortak çıkara hizmet edecek ılımlı bir dini söylem konusunda uzlaşması: Bu mesajların benimsenmesi durumunda radikal görüş ve dışlayıcı düşüncelere son verileceği öngörülmüştür.
- Komşu ülkelerle ikili ilişkiler üzerinde durulması ve bölgenin istikrarının sağlanması: Komşu ülkelerle ilişkilerden kasıt, daha çok Irak-İran ilişkileridir. Riyad, Bağdat’ın Tahran ile olan ilişkilerinden dolayı rahatsızdır; ayrıca büyük ihtimalle bu durum es-Sadr’a açık bir biçimde iletilmiştir. Zira Riyad’ın Şiilere olan yakınlığını, bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
Yukarıda bahsedilen hususlar, es-Sadr’ın özel ofisinden yapılan açıklama aracılığıyla kamuoyuna iletilmiştir. Her ne kadar es-Sadr’ın hükümette herhangi bir görevi olmasa da, Şiiler arasında sahip olduğu geniş taban, silahlı milis güçleri etkileyebilecek yetenekte olması ve Irak Parlamentosu’nda kendi grubuna bağlı 34 milletvekilinin bulunması; ülkenin siyasal yaşamında büyük etkiye sahip olmasını sağlamıştır.
İran’ın es-Sadr Ziyaretine İlişkin Tutumu
Es-Sadr’ın ziyaretine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü aracılığıyla, diplomatik bir cevap veren İran, Iraklı yetkililerin, kişisel ziyaretlere müdahale etmediği ve bu meselenin onları fazla ilgilendirmediği dile getirilmiş olsa da ziyaret ülkenin medyasında geniş yankı bulmuştur. Özellikle muhafazakarlara yakın kalemler arasında adı geçen önde gelen yazarlar, es-Sadr’ı Tahran’a ihanet etmekle suçlayıp, medyada konuyla ilgili yazılan metinlerde genç Şii lidere sert eleştiriler yöneltilmiştir. Yazarların kimisi, bu hareketi açıkça yapılan bir savaş ilanı olarak yorumlamıştır. Bu çerçevede radikal gruba bağlı “Risalet” gazetesi es-Sadr’ın ziyaretiyle ilgili bir rapor yayımlamış ve raporda “ziyaret Şiilerin çoğunlukta bulunduğu Suudi Arabistan’ın doğusunda yer alan Avamiye bölgesinde güvenlik zafiyetinin hâkim olduğu bir dönemde gerçekleşti” şeklinde bir tespitte bulunmuştur. Diğer yandan İran Yargı Kurumu Başkanı radikal muhafazakâr Sadık Laricani’ye ait “Name News” internet sitesinde “Es-Sadr, Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek İran’a ihanet mi etti?” başlığı altında, gerçekleştirilen ziyareti yorumlayan bir analiz yayımlanmıştır. Analizde, Irak’ta siyasi ağırlığının olmasının yanında, el-Sistani’den sonra ikinci en büyük din adamı niteliğine haiz olan es-Sadr’ın, Şii yörüngesinden çıktığı iddia edilmiştir. Ayrıca aynı analizde es-Sadr’ın çelişkili görüşlere sahip olduğu öne sürülmüştür. “Name News” bu iddiasını ispatlamak adına, es-Sadr’ın Suriye Krizi’ne karşı sergilediği tutumu örnek olarak göstermiştir. Bunun nedeni söz konusu şahsın krizin başında Suriye meselesinin diğer bölge ülkelerde süregelen hareketlerden etkilendiği görüşünü ortaya atması; daha sonraki dönemlerde ise, Esad’ın iktidarı bırakmasını talep etmesidir. Tüm bunların yanı sıra söz konusu haber sitesinde yayınlanan analizin sonunda bahse konu ziyaretin, Bağdat’ı Tahran’dan uzaklaştırarak bölgede Riyad’ın öncülüğünde oluşan koalisyona çekmenin ilk adımı olduğu neticesine varılmıştır.
Bir diğer gazeteci Musaddık Pur, katıldığı bir televizyon programında, es-Sadr’ın gerçekleştirdiği ziyaretin bütün Müslümanları incittiğini dile getirmiş; bu ziyaretin İran-Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmak amacıyla yapılmadığını söylemiştir. Söz konusu ülkeyle arası iyi olmasa dahi bu devletten tamamen vazgeçmeyeceği oldukça açık olan Şii din adamını, Tahran önümüzdeki dönemlerde tekrar kazanma yollarını deneyecek ve Irak’taki nüfuzunu korumak adına Şiiler üzerinden bütün imkanlarını seferber edecektir. Nitekim İran, siyasette söz sahibi olan bir Şii’den vazgeçmemiştir; aksi bir duruma da muhtemelen izin vermeyecektir.
Riyad yıllardır bölgede süregelen savaşları ya desteklemiş ya da çatışmalara doğrudan katılmıştır. Buna örnek olarak; Irak’ın işgalini doğrudan desteklemesini gösterebiliriz. Diğer yandan Yemen’de gerçekleştirilen Kararlılık Fırtınası Operasyonu’nda askeri bir operasyonunun liderliğini doğrudan üstlenmiştir. Ayrıca, Libya’da yaşanan savaşa destek olmasının yanı sıra; Suriye’de 2011 yılından itibaren farklı grupları desteklemek yoluyla bölgede yaşanan şiddet eylemlerinin istemeyerek de olsa uzamasına neden olmuştur. Böylece; Suudi Arabistan bölgede şiddete dayalı bütün enstrümanları denemiş; ancak başarısız olmuştur. Günümüzde ise; dış politikası bağlamında Bağdat’tan başlayarak yeni bir sayfa açmaya çalıştığı görülmektedir. İzlenen politikalar geçmiştekilerin aksine diyalog, yumuşak güç, sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi ve hepsinden önemlisi daha önce kırmızı çizgi olan mezhepsel ayrımcılığı bir kenara bırakarak Iraklı Şiileri kucaklama gibi yeni araçların kullanımıyla daha rasyonel bir politika uygulama yolunda adımlar atıldığının sinyalini vermiştir.