Sınır araştırmaları, sınır çalışmaları veya diğer adıyla sınır bölgeleri araştırmaları önemi giderek artan bir alan haline gelmektedir. Sınırların ve sınır ötesi etkileşimin yoğun olduğu Avrupa’da sınır çalışmaları alanındaki araştırmalar gün geçtikçe gelişmekte ve güncel olayların ışığında da şekillenmektedir. 2005 yılında kurulan FRONTEX ile Avrupa sınır güvenliği konusunda tüm üye ülkeleri ortak politika izlemeye çağırmıştır. Avrupa Birliği’nin dış sınırlarını oluşturan ülkelere Birliğin sınırlarını koruma konusunda ayrı bir görev verilmiştir. Bu koruma görevi diğer ülkelerin faaliyetleri ile oluşabilecek sınır ihlallerinden çok yasadışı göç ve insan kaçakçılığı ile mücadele gibi hususları içermektedir. Nitekim Suriye’deki iç savaş sonucu oluşan mülteci akını da Avrupa’nın bu konuda nasıl organize olduğunu göstermiştir. Avrupa Birliği ülkeleri Avrupa’nın sınır güvenliğinin kendi sınırları ötesinde başladığını belirtmiş ve bu nedenle de mülteci akınının kendi sınırlarına dayanmadan dışarıda durdurulması gerektiğini vurgulamışlardır.
FRONTEX bütçesinin büyüklüğü dış sınırları oluşturmayan Slovakya ve Avusturya gibi ülkelerin tepkilerine neden olmuştur. Çünkü bu ülkeler sınırları koruma konusunda bu kadar büyük bir miktarın harcanmasına karşı çıkmışlardır. Fakat son dönemde Suriye’deki olaylar sonucu ülkelerini terk edenlerin Avrupa’dan sığınma araması ve buna İran ile Irak gibi ülkelerden gelen mültecilerin de eklenmesi Avrupa Birliği’ni ek önlemler almaya sevk etmiştir. Avrupa’nın sınırlarının tartışılmaya başlandığı 2000’li yılların başından beri “tampon bölge” fikri ortaya atılmıştır. Balkan ülkelerine de üyelik perspektifi verilmesiyle birlikte tampon bölge oluşturulmasında planlanan alan biraz daha doğuya kaydırılmıştır. Bu tampon bölgenin aynı zamanda Rusya, İran, Irak ve Suriye gibi ülkelere karşı oluşturulması fikri resmi olmasa da bu planla kabul görmüştür. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine yönelik tartışmaların yapıldığı zaman buna karşı çıkanların dile getirdiği görüş AB’nin Irak, İran ve Suriye gibi ülkelerle komşu olmasının kabul edilemeyeceği şeklinde olmuştur. Böylece Türkiye, Birliğin sınırlarını koruma konusunda bir ara bölge haline getirilmeye çalışılmıştır.
Suriyeli mültecilerin mümkün olduğunca AB dışında tutulması fikri Birlik ülkelerinin aralarında anlaşabildiği yegâne konu olmuştur. Türkiye ile AB arasında varılan mutabakat sonucu imzalanan geri kabul anlaşmasının Avrupa’daki tartışmaları farklı bir şekilde yapılmıştır. Türkiye’de misafir statüsünde bulunan Suriyelilere çalışma izni verilmesi yönünde baskılar yapan AB ülkeleri kendilerine ulaşan Suriyelilerin toplumsal tehlike olabilecekleri gerekçesiyle mülteci kamplarından dışarı çıkmalarına izin vermemektedir. (ya da çıkışlar sadece belirli günler ve saatler ile sınırlandırılmaktadır). Buradaki amacın da Türkiye’deki Suriyelilerin çalışmalarıyla birlikte yerleşik yaşama geçmelerinin sağlanması ve bir şekilde Avrupa ülkelerine gelmekten vazgeçmeleri olduğu anlaşılmaktadır.
Mülteci akını konusunda bu tarz önlemlerin alınmasının en önemli sebebi 2015 Eylül ayında yaşanan göç dalgasında Balkan ülkelerinin yaşadıkları sıkıntılar olmuştur. Yunanistan’ın mültecileri Makedonya’ya taşıması ve Makedonya’nın da onları trenlerle Sırbistan sınırına kadar götürmesi ve daha sonra Sırbistan’dan Macaristan’a gelerek Schengen bölgesine girmeleri Avrupa’daki serbest dolaşımı tehdit eder hale gelmiştir. Schengen bölgesi ülkeleri yeniden sınır kontrolleri yapmaya başlayınca konunun Balkanlara bile gelmeden Türkiye’de çözümlenmesi fikri ağır basmıştır. Çünkü Balkan ülkelerinin böyle bir karışıklıkla mücadele edebilecek durumda dahi olmadığı kabul görmüş ve bütün yük Türkiye’nin üzerine yıkılmıştır. Yunan adalarındaki yoğunluğa ve Yunanistan’ın bu sorunla mücadelesinin yetersizliğine vurgu yapılırken acil bir çözüm için bastıran ülkeler, Türkiye’yi ikna etmeye çalışmışlar ve bu nedenle Türkiye’nin geri kabul anlaşmasını imzalamasında ısrar etmişlerdir. Türkiye’ye 2016 Haziran’ın da hayata geçirilme sözü verilen geri kabul anlaşmasının vize serbestisi kısmının 2017 Ocak itibariyle hala uygulanmadığı görülmektedir. Bu nedenle Türk yetkililer Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmesine rağmen AB’nin hala anlaşmadaki yükümlülükleri tam anlamıyla yerine getirmediğini söylemektedirler.