Avrupa tam bir panik halinde. Fransa’da gerçekleştirilen iki saldırı Avrupa’nın adeta dengesini alt üst etmiş vaziyette. Zannedersiniz ki, her gün terör saldırılarına muhatap olan İslam dünyası değil de, Batı’nın ta kendisi. El Kaide’yi, IŞİD’i vb. bir çok yapıyı da ortaya çıkaran, onlara alan açan ve destekleyen de “Marslı Batılılar”!
Tam bir komedi! İnsanın aklıyla ve vicdanıyla düpedüz dalga geçen bir durum. “Kafa bulmalar” elbette bununla da sınırlı değil. Gücün vermiş olduğu “sarhoşluk” bu olsa gerek. Düne kadar önüne gelene demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü vb. noktalarda dersler vermeye çalışan, ahkam kesen Avrupa; iğnenin ucu kendisine dokununca tüm dünyayı ayağa kaldırmış vaziyette. Nitekim, Avrupa bir kez daha “giyotin”i devreye sokmaktan çekinmeyeceği mesajını veriyor. Alınmaya çalışılan tüm tedbirlerin öz Türkçesi bu! Avrupa’da Müslümanları hedef alan saldırılar da “Teksas Adaleti”nin hemen devreye girmesi ve buna ırkçı siyasetçiler başta olmak üzere, bir çok kesimin destek vermeye başlaması da bunun bir göstergesi.
Kafayı İslam ile bozmuş “Şizofren Avrupa”!
Ruh sağlığı çok da iyi olmayan Avrupa toplumu, eğer önü alınamaz ise, bütün kıtayı büyük bir Teksas’a çevireceği mesajını veriyor. Bu kapsamda, Fransa’nın güneydoğusunda Vaucluse bölgesindeki Beaucet kasabasında Faslı Müslüman bir gencin komşusu tarafından 17 bıçak darbesiyle öldürülmesi ve cinayet öncesi sarf ettiği şu sözler oldukça dikkat çekici. “Ben senin Allah’ınım, Ben senim İslam’ınım.”
Cinayeti işleyen 28 yaşındaki saldırgan Fransız’a gelince… Yukarıdaki tespitimizi doğruluyor. Akli dengesi yerinde olmadığı düşünülen saldırgan, şizofren teşhisi ile bir akıl hastanesinde müşahede altında tutuluyor. Siyasetçilerin durumu da çok iyi değil. Örneğin, CDU’lu politikacı Erika Steinbach. İslam karşıtı Pegida hareketine anlayışla yaklaştığını söyleyen Steinbach, “Almanya’nın birçok yerinde Alman çocukları göçmenlerin yanında azınlıkta kalıyor” diyor. Çok kültürlüğü savunan ve bunu dayatan Avrupa medeniyetinin geldiği son nokta bu!
Terörün Sorumlusu “WhatsApp”…
Halen mahiyeti tam olarak anlaşılamamış olan Fransa’daki saldırılar sonrası Batı ülkelerinin teröre karşı yeni bir pozisyon belirlemeye çalıştığını görüyoruz. Bu kapsamda, ifade ve basın özgürlüğünü öne çıkaran İngiltere WhatsApp’ı yasaklamaya hazırlanırken ABD’nin ise siber güvenlik paketi kapsamında internet kısıtlamasına gittiğini görüyoruz. Oysa bu konuda başta Türkiye olmak üzere, bu konuda tedbirler almaya çalışan bir çok ülke çok acımasız bir şekilde eleştiriliyor ve yayımlanan raporlarla mahkum edilmeye çalışılıyordu. Bu arada yeri gelmişken soralım; bu gelişmelere yönelik olarak başta Almanya olmak üzere Batı kamuoyundan bir tepki görüyor musunuz? Acaba STK’lar, partiler, medya bu konuda neler söylüyor?
Çok aramayın! Mevzu Batı olunca, bunun adı “terörle mücadele” oluyor ve bütün özgürlükler bir anda askıya alınabiliyor ve “Batılı özgür medya” bu kararların haklılığını, meşruiyet zeminini oluşturmaya yönelik bir yayın politikası izliyor. Örneğin, Almanya’da yayın yapan Welt am Sonntag gazetesinin “güvenlik çevrelerinden edinilen bilgilere göre” diye verdiği haber… Haberde, Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV)’ın yaklaşık 100 “radikal İslamcı” hücreyi izlediği, fakat söz konusu istihbarat servisinin “radikal İslamcıların” kendi aralarındaki iletişimi online chat ortamlarından ya da Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlar ile WhatsApp ve Threema gibi cep telefonu uygulamaları üzerinden yürütmesinden dolayı takip etmekte zorlandığı ifade ediliyor.
Haberde verilen mesaj çok net: Almanya’da çok sayıda hücre var. Eğer siz özgürlüklerinizden taviz vermezseniz, bu hücreler bu özgürlüğünüzden istifade edecek ve ülkeyi kana bulayacak. O yüzden özgürlükler bir süreliğine tatile! Nitekim Başbakan Merkel de; “Fransa’daki terör saldırılarının bir benzerinin Almanya’da kesinlikle olmayacağını söyleyemiyoruz, engellemek için her şey yapılacak” açıklamasında bulunuyor. Eminim, buradaki kilit ifade sizin de dikkatinizi çekmiştir. Hangi ifade mi?
İslamsız Avrupa!
İfade aslında çok net: “Her şey”. İçine “her şeyi” doldurabileceğiniz bir “her şey”. Çünkü terör saldırılarını engellemek için alınacak tedbirlerin çerçevesi çizilmiyor ve bu kapsamda hangi yöntem ve araçlara başvurulacağı da belirtilmiyor. Daha da önemlisi, Almanya bu terörün kaynaklarına inmek yerine, doğrudan doğruya sonuçları üzerinden operasyonel anlamda bir takım tedbirler alacağıyla ilgili bir algıya yol açıyor ki, bu durum kaçınılmaz olarak ülkedeki tüm Müslümanları bir hedef haline getirme potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla bu ve benzeri açıklamalar ırkçıların ekmeğine yağ sürmekle eş değer, her ne kadar Merkel “Müslümanlar dışlanmamalı ve zanlı olarak görülmemeli” dese de…
“Avrupa İslamı”nın sonu mu?
Bunun yanında Merkel, ayrımcı ve dışlayıcı tavırların Almanya’da yeri olmadığına dikkat çekse de, Alman siyasetçilerin bir kısmı öyle düşünmüyor. Örneğin, daha önceki yazımızda da ismini ön plana çıkarttığımız, “Almanya’nın birçok yerinde Alman çocukları göçmenlerin yanında azınlıkta kalıyor” açıklamasını yapan Erika Steinbach gibi. Bu arada, yukarıdaki “tespiti” yapan ve “…futbol kulüplerinde azınlıkta olan Alman çocukları, Türk aksanıyla konuşmaya başladı. Ayrıca artık onlar gibi dünyaya bakıyorlar. Alman ailelerin ‘Bu durum nereye varacak’ endişelerini anlıyorum. Sachsen halkının Sachsen’i savunmak istemesi doğal” sözleriyle Pegida hareketine katılanları savunan Steinbach hangi partinin milletvekili, hiç merak ettiniz mi?
Söyleyelim, “Müslümanlar dışlanmamalı ve zanlı olarak görülmemeli” diyen siyasetçinin başkanlığını yaptığı partiden. Yani, Merkel’in CDU’sundan… Bu ifade ve başta Pegida olmak üzere, Avrupa’ya doğru yayılmaya başlayan her türlü ırkçı ve İslamofobik çıkışlar en temelde “Alman İslamı” (ya da Avrupa İslamı) projesinin iflas ettiğinin ve İslamsız bir Avrupa’nın hedeflendiğini göstermektedir. Avrupa Müslümanlar açısından bu gidişle bir ikinci Endülüs vakasına gebedir. Fransa’daki saldırı ve İspanya hükümetinin aldığı son karar bu açıdan oldukça manidardır; özellikle de Endülüs sürecinde Fransa ve İspanya’nın adres olarak taşıdığı sembolik anlam göz önünde bulundurulduğunda…
İkinci Endülüs Vakası mı?
İspanya’dan Paris saldırılarına yönelik atılan iki önemli adım oldukça dikkat çekici. İlki, eski İspanya Başbakanı Zapatero ile dönemin başbakanı Erdoğan tarafından başlatılan “Medeniyetler İttifakı” projesine işbaşındaki İspanyol hükümetinin “önemini yitirmiştir” gerekçesi ile ‘ilgi gösterilmesin’ talimatı vermesi. Hadise bununla sınırlı değil. 2011 senesinde “Ulusal Güvenlik Stratejisi”ne dahil edilen “Medeniyetler İttifakı Projesi”, güncellenen dokümandan da çıkarılmış durumda. Ve bu süreçte iktidardaki sağcı Halk Partisi milletvekillerinin son zamanlarda şiddetlenen dini kaynaklı terör olaylarından rahatsız olması da önemli bir yere sahip…
İspanya’nın bir diğer uygulaması ise, İçişleri Bakanlığı’nın Paris saldırıları sonrası güvenlik birimlerine gönderdiği önlemler paketinde Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Suriye ve Lübnan’ın yanı sıra Türkiye’den de gelenlerin gerek görüldüğünde takip edilmesine ilişkin bir maddenin bulunması. Bu ülkelerden gelenlere neredeyse potansiyel suçlu muamelesi çekiliyor.
İspanya’nın attığı bu son adımlar, “Medeniyetler İttifakı” düşüncesinden “Medeniyetler Savaşı”na doğru kat edilen yolun adeta bir somut göstergesi gibi… Ve bu savaşın tek hedefi Müslümanlar gibi görünmüyor. Avrupa Yahudi Cemiyeti Direktörü Haham Margolin’den Avrupalı Yahudilere “tehlikedesiniz, silahlanın” çağrısı ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Avrupa Yahudilerini İsrail’e davet etmesi “Yeni Avrupa Medeniyeti”nden duyulan endişeyi gösteriyor. Hatırlatmak gerekirse, Avrupa’dan önce Müslümanlar, akabinde de Yahudiler çıkarılmıştı. Tarih sanki bir kez daha tekerrür ediyor ya da “ettiriliyor” gibi…