İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte Avrupa devletleri, aşırı sağ eğilimli partilerin arka planda kalmasını sağlamış ve bu konuda halklarından da destek görmüştür. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde aşırı sağcı grupların oluşturduğu partiler öne çıkmaya başlamıştır. Son yıllarda bu tür partilerin sayısının giderek arttığı görülmektedir. Hükümetlerin aşırı sağ görüşlü grupların ortaklığıyla ya da bizzat bu partiler tarafından kurulduğuna şahit olunmaktadır. Bunun yanı sıra Arap Baharı, terör saldırıları ve ekonomik sorunlar gibi sebeplerden dolayı Avrupa’ya yönelik göç dalgası ve kıtada yabancı nüfus artışı yaşanmıştır. Buna paralel olarak Avrupa’da aşırı sağcı görüşlere sahip olan grupların güçlenmesi de gözle görülebilir bir boyut kazanmıştır.
Avrupa’da aşırı sağ partilerin giderek güçlenmesine neden olan birkaç argüman bulunmaktadır. Bunlardan ilkinin, Almanya’nın önderliğinde 1960’lı yıllarda başlayan yabancı işçi alımının nüfusta meydana getirdiği değişiklik olduğu söylenebilir. Mevzubahis değişikliklere rağmen Avrupa ülkelerinde vatandaşların çoğunluğu aşırı sağ oluşumlar yerine sosyal demokrat partileri tercih etmiş ve bu yönelimlerini uzun yıllar sürdürmüştür.
Avrupa Birliği’nin (AB) güçlenmesi ve göçmenler için bölgenin hedef ya da birincil tercih olarak benimsenmesi ise mevcut durumu değiştirmeye başlamıştır. Özellikle de Arap Baharı’nın akabinde yaşanan ve büyük göç dalgalarıyla sonuçlanan süreçte Avrupa, birtakım yeni siyasi gerçekliklerle karşılaşmıştır.
Halihazırda Avrupa’daki göçmen sayısının artmasının halkın refahını olumsuz etkilediği iddia edilmektedir. Bu bağlamda yabancı karşıtı organizasyonlar giderek belirginleşmeye başlamıştır. Ekonomik anlamda bireylerin aldığı sosyal destekler azalmasa da devletin bakmakla yükümlü olduğu insan sayısı arttığı için ekonominin olumsuz etkilendiği savunulmaktadır. Ukrayna’da yaşanan savaşın olumsuz etkisini göz ardı eden sağcı gruplar ise göçmenleri yük olarak lanse etmeye çalışmaktadır.
Bununla birlikte bir başka etken de Avrupalıların göçmenlerle kimliksel ve kültürel boyutta yaşadıkları çatışmadır. Bu bağlamda İslam, yabancı ve göçmen karşıtlığı gibi faktörler dikkat çekmektedir. Son dönemde sıklıkla gündeme gelen Müslümanların dini kitabı Kur’an-ı Kerim’in yakılması eylemleri, camilere düzenlenen saldırılar ve Müslümanlara uygulanan baskılar, İslam karşıtlığının göstergeleri olarak görülebilir. Bu durumlar bireysel boyutta kalmamakta ve çeşitli aşırı sağcı örgütlerin Avrupa genelinde benzer bir tutum benimsediği görülmektedir.
Aşırı sağcı grupların argüman olarak kullandığı bir diğer faktör ise nüfus problemidir. Avrupalıların azalan nüfusunu bir sorun olarak gören sağcı gruplarda yabancı ve göçmen karşıtlığını ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda sosyal demokrat hükümetler, AB’yle ortak hareket ederek sınırlarını olabildiğince korumuş ve nitelikli göçmenleri ülkelerine kabul etme hassasiyeti göstermiştir. Buna rağmen Avrupa’da yükselen aşırı sağcı akımlar nedeniyle bu görüşü benimseyen kişiler, radikal faaliyetlere devam etmektedir. Artan aşırı sağ hareketlerin şiddet olaylarını da beraberinde getirme potansiyeline sahip olduğu söylenebilir.
Aşırı sağın politik olarak yükselmesinde belirleyici olan bir diğer etken de popülizmdir. Siyasilerin mülteci karşıtı politikaları, göçmenleri güvenlikleştirmeleri ve halkın endişe duyduğu konularda söylem geliştirmeleri, aşırı sağ partilerin tabanlarını genişletmesine yol açmaktadır. Popülizm de tam bu noktada etkili olmaktadır. Çünkü popülist söylemler aracılığıyla ortaya çıkan bu oy artışı, Avrupa’daki liberal ve sosyal demokrat partilerin etkisini ve gücünü tartışmalı hale getirmektedir. Örneğin İtalya’da Giorgia Meloni’nin seçimi kazanmasıyla iktidara aşırı sağcı bir grup gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oldukça nadir görülen aşırı sağ partilerin iktidara gelmesinin daha da yoğunlaşacağı söylenebilir. Bu durumun temelinde de popülist söylemlerin artması ve göç faktörü yer almaktadır.
Tahmin edileceği üzere güçlenen aşırı sağcı gruplar, AB içerisinde de çeşitli ayrışmalara yol açmaktadır. AB, bünyesinde yer alan vatandaşları tek bir çatı altında toplamak istemekte ve onları din, dil, ırk ayrımı olmaksızın Avrupa vatandaşı olarak bir araya getirmeye çalışmaktadır. Fakat güçlenen aşırı sağ, AB’yi bu açıdan tehdit etmektedir.
Sonuç olarak Avrupa’da yükselen aşırı sağcı gruplar ve popülist söylemler, gündemi daha çok meşgul etmektedir. Güçlenen aşırı sağcı gruplar, siyasi, sosyal ve ekonomik faktörlerin bir sonucudur. Bu nedenle de kendisini demokrasinin ve hoşgörünün merkezi olarak göstermeye ve kabul ettirmeye çalışan Avrupa, aşırı sağcı grupların faaliyet gösterdiği ana merkezlerden birine dönüşmektedir.