Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’yi denetim sürecine alan kararı, gerek Avrupa ülkelerinde gerekse Türkiye’de geniş yankı uyandırmıştır. Hükümet, kararı yok saydığını belirtirken AB ülkelerinden yavaş yavaş “Türkiye ile müzakerelerin kesilmesi” sesleri yükselmeye başlamıştır. Peki, bu denetim altına girme durumu gerçekte neyi ifade etmektedir? Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi denetim altına alma kararı, Türk demokrasisi konusunda şüpheleri olduğu anlamına gelmektedir. Böylece Türkiye; Sırbistan, Rusya ve Ermenistan gibi ülkelerin de arasında olduğu diğer dokuz ülke demokrasisi ile aynı gruba dahil edilmiştir.
Bu karar sonrasında ilk yükselen seslerin, “Türkiye ile müzakereler hemen kesilsin” şeklinde olması çok manidardır. Çünkü yıllardır Türkiye ile yapılan müzakerelerde şeffaf bir tutum içinde olmayan Avrupa ülkeleri, adeta Türkiye’de olumsuz olarak yorumlayabilecekleri bir konunun üzerine yoğunlaşmış ve buradan siyasi konuları tartışmaya başlamıştır. Türkiye’nin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin denetim sürecine alınması, AB üyelik sürecine doğrudan bir etki yapmamaktadır. Sonuç olarak, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi iki farklı kuruluştur. Fakat Avrupa Birliği, aday ülkeler konusunda kararlar verirken Avrupa Konseyi’nin ülkelerin demokratik performansı ile ilgili raporlarına bakmaktadır. Bu nedenle bu karar Türkiye açısından da önemlidir. AKPM’nin denetim ile ilgili kararından sonra toplanan AB zirvesinden çıkan kararda Avusturya haricinde bütün ülkeler, Türkiye ile müzakerelerin sürmesinden yana tavır almışlardır.
Esasında AKPM’nin kararı Türkiye ile müzakerelerin kesilmesi açısından yeterli değildir. Örneğin, Sırbistan da denetim sürecinde olmasına rağmen Sırbistan ile yapılan müzakereler devam etmektedir. Sırbistan’la 2015 yılında başlatılan müzakereler hızlı bir şekilde ilerlemekte ve Türkiye’nin karşısına çıkarılan engeller burada görülmemektedir. Bununla birlikte Sırbistan ile yeni müzakere başlıkları açılmakta ve görüşülmesi bitenler ise kapatılmaktadır. Hal böyle iken on iki yılda sadece bir müzakere başlığı kapatılmış olan Türkiye ile sorunun temeli nedir?
Bu sorunun cevabı da yine AB’den gelen diğer açıklamalardan elde edilebilecektir. Genişlemeden sorumlu komiser Johannes Hahn, Türkiye ile müzakerelerin kesilmesinden yana tavır takınırken bir yandan da Türkiye ile ilişkilerin diğer alanlarda geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu cümle bile kendi içinde çelişkilerle doludur. Neticede demokrasisi problemli olan ülkelerle ikili ekonomik ilişkilerini sınırlı tutmayı tercih eden AB, neden Türkiye ile ilişkilerini daha da ilerletmeyi hedeflemektedir? Akıllara ilk gelen cevap, “Türkiye’yi farklı bir noktaya yönlendirmeye çalıştıkları” şeklinde olabilmektedir. Daha önceleri dile getirilen imtiyazlı ortaklık gibi konular yeniden gündeme gelmiştir. Üstelik, imtiyazlı ortaklık gibi bir sürecin tam üyelikten daha kısa sürede gerçekleşebilecek bir konu olduğunun altı çizilmektedir.
İkinci husus da müzakere sürecini kasti bir şekilde yavaşlatan Avrupa ülkelerinin Türk kamuoyunu yıldırmaya çalışmalarıdır. Fakat burada tartışılması gereken konu, Türkiye’yi demokrasisi, adaleti ve yargı kurumlarının statüsü gibi konularda sürekli eleştiren Avrupa Birliği’nin neden üyelik müzakereleri arasında yer alan “Adalet ve Yargı” başlığını açmadığıdır. Neticede bu müzakere başlığının açılması ile hükümetler arası konferans toplanacak ve yapılması gereken düzenlemeleri belirleyecektir. Böylece Türkiye de eksikliklerini görmüş olacaktır. Yine burada, üye ülkelerin vetoları bu başlıkların açılmasını engellemektedir. Bu da Avrupa Birliği’nin Türkiye ile yürüttüğü üyelik müzakerelerindeki samimiyeti konusunda şüphe yaratmaktadır. 16 Nisan referandumu sonrası alınan “Türkiye ile müzakerelerin devamı” kararı AB’nin samimiyetini ölçme konusunda yeni bir imkân vermiştir. Umarız ki her iki taraf da bunu olumlu bir şekilde değerlendirir.