Avrupa kıtasında yaşanan büyük ve yıkıcı savaşlar sonrasında barışın sürdürülebilirliğini entegrasyonla sağlamak amacıyla Avrupa Birliği (AB) kurulmuş; “farklılık içinde birlik” mottosuyla kapsayıcı ve geniş bir Avrupa kimliği tasarlanmıştır. Ancak 2000’li yılların başından itibaren yaşanan bölgesel ve küresel gelişmeler, kimlik temelli kutuplaşmaların artmasına sebep olmuştur. Artan ayrışmalar neticesinde Avrupa’da yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, İslam karşıtlığı, çok kültürlülüğe tepki, Avrupa şüpheciliği ve ırkçılık gibi saiklerle hareket eden aşırı sağ sorunu nüksetmiştir.
Esasen II. Dünya Savaşı’yla beraber ırkçı anlayışın sona erdiği düşünülmüştür. Ancak 11 Eylül 2001 tarihli saldırıları, ekonomik krizler, enerji krizi toplumun bazı üyelerinde üstünlükçü anlayışın hakimiyetini kılık değiştirerek koruduğunu göstermiştir. 11 Eylül saldırıları ile İslam-terör bağlantısı kurularak ötekileştirme tohumları saçılmış; 2004 yılında Londra’da 2005 senesinde Madrid’de Müslüman olduğunu iddia eden gruplar tarafından terör saldırılarının gerçekleşmesiyle Avrupa’da İslam korkusunun kökleşmesi sağlanmış; kimlik ana sorun haline gelmeye başlamıştır.
2008 senesinde yaşanan ekonomik kriz ise birçok Avrupa ülkesinde işsizliği arttırmış; krizle mücadele doğrultusunda alınan önlemlerle Avrupa vatandaşları, bazı haklarından mahrum kalmıştır. Refah içinde yaşamaya alışkın olan Avrupalıların bir kesimi, ekonomik sıkıntıların sebebi olarak göçmenleri göstermiş ve toplumun sadeleşmesi gerektiğine inanmıştır.
2015 yılında Suriye’den Avrupa’ya doğru yoğun bir göç dalgasının yaşanması da Avrupa’nın teyakkuza geçmesinde etkili olmuştur. İnsan hakları ve sığınma rejiminin teröristlerce istismar edildiği ya da yasadışı göçmenlerle beraber teröristlerinde giriş yapabileceği düşüncesinin bir yansıması olarak Müslüman ülkelerden gelen göçmenler sorunu, Avrupa’da güvenlikleştirilmeye başlanmıştır. Güvenlik meselesi olarak ele alınan göç sorunu devam ederken Covid-19 salgını ve hemen ardından başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Avrupa’ya sosyo-ekonomik yansımaları toplum nazarında aşırı sağın yükselişini hızlandırmıştır.
Artan destek sonucu aşırı sağın ilk başarısı, siyasi temsiliyet elde etmek olmuştur. Fransa’da Ulusal Cephe, Almanya’da AfD, Hollanda’da Özgürlük Partisi, İspanya’da VOX, Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi’nin her geçen gün destekçi sayısı artmaktadır. Keza %20.54 oyla İsveçli Demokratlar, İsveç seçimlerinde ikinci parti konumuna yükselmiştir. İtalya’da neofaşist fikirlere sahip olan Giorgia Meloni liderliğinde İtalya’nın Kardeşleri Partisi % 26.2’lik oyla çoğunluğu sağlamış ve nihayetinde aşırı sağcı Meloni, İtalya Başbakanı olmuştur.
Aşırı sağ söylemlerin oya dönüşmesi, ana akım siyasi partilerin de politikalarında değişikliğe gitme eğilimi göstermesi tehdidini içinde barındırmaktadır. Bu durum, bir dönem Avrupa siyasetinin dışında görülen partilerin gelinen nokta itibarıyla Avrupa siyasetine yön vermeye başladığını göstermektedir.
Aslında Adolf Hitler’in Büyük Buhran sonrası Almanya’da hükümeti kurduğu göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’da aşırı sağ partilerin son zamanlardaki gelişimi şaşırtıcı değildir. Ancak bu partilerin vurguladığı kültürün, değerlerin ve varlıklarının tehdit altında olduğu söylemi, dijitalleşme çağı olan günümüzde PEGİDA benzeri grupların sosyal medya üzerinden kısa sürede sokaklara dökülmesinin ya da beyaz üstünlükçü anlayışı benimseyen aşırıcılık yanlısı bireylerin sanal platformlarda daha fazla desteklenmesinin önünü açmaktadır. Böylece günümüzde aşırı sağ, aşırıcılıktan siyasete birey, grup, siyasi parti olmak üzere geniş bir yelpazede örgütlenmektedir. Topyekün hedefleri ise Avrupa kimliğine tehdit olarak nitelendirdikleri Müslümanlarsız bir Avrupa inşa etmektir.
Geçmişte Yahudilere uygulanan eylemlerin günümüzde Avrupa’nın ortasında gerçekleşmesi elbette ki söz konusu değildir. İslam’a, Müslümanlara, İslami simgelere yönelik tutum ve söylemlerle ön yargı oluşması, nefret suçu da dahil zaman zaman Müslümanlara yönelik terör eylemlerinin yaşanması ve bu sayede azınlık grup üzerinde korku ve panik havasının hakim olması ise mevcut durumda aşırı sağının amacına hizmet etmektedir.
Kısacası büyük resim incelendiğinde aşırı sağ, yalnızca Müslümanları dışlayan ırkçı eylemlerde bulunmamaktadır. Göçmen ve İslam karşıtlığı anlatısı üzerinden destekçi toplayan Avrupa sağı, aynı zamanda Avrupa gemisinde çatlaklar oluşturmakta ve kıta ülkeleri arasındaki bölünmeleri derinleştirerek Avrupa’yı istikrarsızlaştırmaktadır.
Bahse konu olan durum; AB bloğunu zayıflatmak, Avrupa ülkelerinin karar verme süreçlerinde dolaylı olarak söz sahibi olmak ve kendi çıkarlarına hizmet eden politikaları meşrulaştırmak isteyen büyük güçler için müdahale edilebilir bir ortam sağlamaktadır. Zira Rus tehdidine karşı tarafsızlık statüsünü terk edip NATO üyeliğine yaklaşan İsveç’te aşırı sağcı siyasetçi Ramus Paludan’ın İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i yakması ve bundan birkaç gün sonra PEGİDA’nın Hollanda lideri Edwin Wagensveld’in benzer bir kışkırtıcı eylemi gerçekleştirmesi, Müslümanlara uygulanan düşmanca tavrın yanı sıra uluslararası siyasette kriz oluşturmayı da amaçlamıştır.
Aşırı sağcıların da Rusya’yı Avrupa kimliğinin arındırılmasını sağlayacak kurtarıcı olarak gördükleri iddia edilmektedir.[1] Aşırı sağın Avrupa’da oluşturduğu ortamdan fayda sağlayan ikinci aktörün de güçlü ve bütünleşmiş Avrupa’yı güvenlik tehdidi olarak değerlendiren ABD olduğu hususu sıklıkla dile getirilen iddialar arasında yer almaktadır.
İster Rusya ister ABD isterse de başka bir üçüncü ülke fark etmeksizin tüm bu arka plandan anlaşılan, hibrit savaşların yaşandığı günümüzde Avrupa ülkeleri açısından kısa ve uzun vadede en önemli tehditlerden birinin aşırı sağın varlığı olduğudur. Aşırı sağ fikirler, siyasi ve toplumsal alanda yükselişe devam ederse, AB’nin varlığının zarar görmesi beklenmektedir. Nitekim istihbarat servisleri de Avrupa aşırı sağının neden olduğu tehditlerle ilgili uyarılarda bulunmaktadırlar[2].
Sonuç olarak uluslararası konjonktürün de etkisiyle milliyetçi duygularla hareket eden Avrupa toplumunun siyasi ve sosyal alanda aşırı sağa olan desteği artmaktadır. Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesi, keskin ulus-devletçi anlayışı pekiştirmekte ve AB’nin varlığını tehdit etmektedir. İkincisi, Müslümanlara yönelik nefret suçlarının artmasıyla Avrupa ülkeleri kaosa sürüklenmektedir. Üçüncüsü, dış aktörlerin Avrupa’ya örtülü müdahalesine uygun bir zemin oluşmaktadır. Tüm bu nedenlerden ötürü aşırı sağın Avrupa’yı istikrarsızlaştırdığı söylenebilir. Buna rağmen değerleri, kültürü ve kimliği açısından göçmenlerin ve İslamın tehdit olduğu gerekçesiyle azınlık bir grubu hedef göstererek güvenliğin dışsallaştırılmasına sessiz kalan Avrupa, varlığı için asıl tehdidi kendi içerisinde büyütmeye devam etmektedir.
[1] Stephanıe Foggett vd., How Are Putın’s Far-Rıght Fans in The West Reactıng to Hıs War?, https://warontherocks.com/2022/03/how-are-putins-far-right-fans-in-the-west-reacting-to-his-war/, (Erişim Tarihi: 30.12.2022).
[2] “European Intelligence Services See Far-Right Extremism As Growing Threat”, France 24, https://www.france24.com/en/20190319-europe-intelligence-far-right-extremism-growing-threat-christchurch, (Erişim Tarihi:25.01.2022).