Astana Süreci İflasın Eşiğinde mi?

Paylaş

Türkiye’nin Suriye politikasında çok yönlülük üzerinden şekillenen bir denge siyasetini benimsediği bilinmektedir. Yani Ankara, tüm yaşanan sorunlara rağmen Washington’la temas kurabileceği diplomatik kanalları açık tutarak Moskova’yı belli tavizler vermeye zorlarken; Moskova’yla olan iletişimini de Washington’a karşı bir koz olarak kullanmaktadır. Söz konusu strateji, uluslararası ilişkilerin doğasına da uygundur. Zira devletlerin kalıcı dostları yoktur. Devletler açısından esas olan çıkarlarıdır. Türkiye de denge politikasına dayalı çok yönlü siyaset anlayışıyla, Suriye’deki beklentilerini karşılamaya çalışmaktadır.

Mevcut durumda Türkiye’nin Suriye politikasında iki temel hedefi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, terör örgütü PYD’nin varlığının sonlandırılmasıdır. İkincisi ise Esad rejiminin muhaliflerin elinde bulunan bölgelere yapacağı operasyonlar sebebiyle oluşabilecek yeni mülteci akınlarının önlenmesidir. Bunun yolu ise Şam yönetiminin hırslarının dizginlenmesinden geçmektedir. Bu çerçevede Türkiye, Fırat’ın doğusuna yönelik hamleler konusunda ABD’yle müzakerelerde bulunurken; muhaliflerin elindeki İdlib’de yeni bir dramın yaşanmasını önlemek amacıyla da Rusya’yla yakın mesai yürütmektedir. Dolayısıyla Ankara’nın Suriye politikası, iki büyük güçle aynı anda iletişim kurmayı gerektiren hassas bir dengeye dayanmaktadır. Ancak 19 Ağustos 2019 tarihinde Esad rejimine bağlı unsurların Rusya’nın desteğiyle İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ndeki 9 Numaralı Gözlem Noktası’na intikal etmekte olan Türk askeri konvoyuna hava saldırısı düzenlenmesi, Ankara-Moskova hattındaki denge siyasetinin sürdürülebilirliğini ve buna bağlı olarak Astana Süreci’nin geleceğini tartışmaya açmıştır.

Dahası Rusya’dan cesaret alan Şam yönetiminin Türk askerine yönelik provakatif tutumu, bahsi geçen olayla sınırlı kalmamış ve Esad rejimine bağlı unsurlar, 22 Ağustos 2019 tarihinde de 8 Numaralı Gözlem Noktası’na taciz ateşi gerçekleştirmiştir. Elbette bu durum, Soçi Mutabakatı’nın ihlal edildiğine işaret etmektedir. Üstelik rejim güçleri, İdlib’i kuşatmaya yönelik hamlelerini de sürdürmektedir. Nitekim yaptığı operasyonlar neticesinde Şam yönetimi, Han Şeyhun ilçesini kontrol altına almıştır. Tüm bu gelişmeler ise Astana Ruhu’nun iflasın eşiğine geldiği yorumlarına neden olmaktadır.

Bilindiği gibi Astana Süreci, bölge dışı aktörlerin bölge haritalarını şekillendirme girişimi karşısında Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya gelmesiyle başlamıştır. Bahse konu devletler, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda hemfikir olup; mevzubahis ülkede kalıcı barışın tesis edilmesini hedeflemektedir. Lakin taraflar arasındaki fikir farklılıkları, üzerinde uzlaştıkları asgari müştereklerden çok daha fazladır. Zira Rusya ve İran, Suriye İç Savaşı aracılığıyla bu ülke üzerinde ciddi bir nüfuz elde etmiştir. Her iki ülke de bu nüfuzu kaybetmek istememektedir. Bu nedenle de Moskova ve Tahran’ın Suriye için Esad’lı bir gelecek tahayyül ettiği görülmektedir. Ankara ise Suriye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesinden yanadır. İşte Astana Süreci’ndeki İdlib çatlağının nedeni de budur. Yani Moskova ve Tahran, Esad’ın İdlib’i de ele geçirmesini ve böylece ülke üzerindeki hâkimiyet alanını genişletmesini arzulamaktadır.

Elbette bu talep, Astana Ruhu’nun meyvesi olan Soçi Mutabakatı’na uyulmadığı anlamına gelmektedir. Çünkü Rusya, mutabakat gereği rejimin İdlib’e yönelik saldırılarını önlemekle mükelleftir. Ancak saldırıların önlenmesi hususunda verdiği taahhütü yerine getirmemektedir. Zira mevcut durumda Rusya ve İran, İdlib’deki muhalifler ile teröristlerin ayrıştırılması konusunda aceleci davranmakta ve Türkiye’ye gereksiz bir baskı uygulamaktadır. Oysa Ankara, zaten Soçi’deki zirvede barışın temini için elini taşın altına koyarak oldukça ağır bir görev üstlenmiş ve İdlib’deki ılımlı muhalifler ile teröristlerin ayrıştırılması sorumluluğunu üstüne almıştır. Ancak bunun gerçekleşmesi hiç de kolay değildir. Sahadaki gelişmeler de bu konunun çözülebilmesi için zamana ihtiyaç olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu yüzden de Rusya, İran ve Esad rejiminin provakatif tutumlardan sakınması gerekmektedir.

Öte yandan İdlib’deki gelişmeler, yalnızca Soçi Mutabakatı’nın başarıyla uygulanamamasından kaynaklanmamaktadır. Meselenin arka planında Türkiye’nin ABD’yle anlaşarak Fırat’ın doğusunda Güvenli Bölge oluşturmak istemesi de vardır.

Hatırlanacağı üzere Türkiye, Fırat’ın doğusunda Güvenli Bölge tesis edilmesi konusunda 7 Ağustos 2019 tarihinde ABD’yle anlaşıldığını duyurmuştur. Her ne kadar yapılan açıklamada oluşturulacak Güvenli Bölge’nin derinliği gibi temel anlaşmazlık meselelerine dair bilgi verilmemiş; yani söz konusu anlaşmanın tam bir uzlaşma olmadığı izlenimi oluşmuşsa da Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde Türkiye-ABD Müşterek Harekât Merkezi’nin kurulması, Rusya’yı rahatsız etmiştir. Zira bu durum, ABD’nin konjonktürel müttefik olarak tanımladığı terör örgütü PYD’den vazgeçerek Türkiye’yi kazanmak istediğini göstermiştir. Zaten Rusya’dan gelen açıklamalarda da bu durumdan duyulan rahatsızlık gizlenmemiştir. Bu kapsamda 15 Ağustos 2019 tarihinde Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova şu açıklamayı yapmıştır:[1]

“Suriye’nin kuzeydoğusunu ‘izole etmeye’ yönelik girişimler endişe vermektedir. Bu konuda Rusya’nın yaklaşımı değişmemiştir. Biz Suriye’nin kuzeydoğusunda uzun vadeli istikrar ve güvenliğin sağlanmasını destekliyoruz. Bu da Suriye’nin egemenliğinin restorasyonu ve Suriye halkının bir parçası olan Kürtlerle Şam’ın etkili diyalogu sayesinde gerçekleşebilir.”

Astana Süreci’nin garantörlerinden olan İran da Türkiye’nin ABD’yle anlaşarak güvenli bölge oluşturma girişiminden rahatsız olmuştur. Nitekim 18 Ağustos 2019 tarihinde açıklamalarda bulunan İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musevi şunları söylemiştir:[2]

“ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki tavrı, Suriye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne açık bir saldırı ve uluslararası hukuk ile BM Anlaşması’ndaki ilkelere aykırı… Amerikalıların Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenli bölgenin oluşturulmasına yönelik son açıklamaları ve anlaşmaları kışkırtıcı ve endişe verici.”

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin Güvenli Bölge konusunda ABD’yle uzlaşıya varması, Rusya ve İran’ı rahatsız etmiştir. Bahsi geçen açıklamaların 15 ve 18 Ağustos 2019 tarihlerinde yapılması ve akabinde 19 Ağustos 2019 tarihinde Esad rejimine bağlı unsurların Türk askeri konvoyunu hedef alıp; 22 Ağustos 2019 tarihinde de 8. Gözlem Noktası’na taciz ateşi gerçekleştirmesi, saldırıların Rusya ve İran’ın izniyle gerçekleştirildiğine işaret etmektedir. Özetle Moskova ve Tahran, Washington’la olan güvenli bölge uzlaşısından dolayı Ankara’yı cezalandırmaya çalışmıştır. Müttefiklik ruhuna uygun olmayan bu tutum ise Astana Süreci’nin geleceğinin tehdit altında olduğunu ortaya koymaktadır.

Aslında Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna ilişkin güvenlik kaygıları müttefikleri tarafından da bilinmektedir. Bu nedenle de Rusya ve İran’ın Türkiye’ye karşı daha anlayışlı bir yaklaşım benimsemesi gerekmektedir. Tüm bu gelişmeler ise 16 Eylül 2019 tarihinde Suriye Krizi’ndeki gelişmeleri görüşmek amacıyla Ankara’da düzenlenecek olan Türkiye-Rusya-İran Liderler Zirvesi’nin önemini artırmaktadır. Bu zirveye, İdlib merkezli gelişmelerin damga vuracağını şimdiden öngörmek mümkündür. Eğer zirve, Rusya ve İran tarafından Türkiye’nin hassasiyetlerinin anlaşıldığı bir toplantı olarak neticelenirse, Eylül ayında İstanbul’da gerçekleşmesi planlanan ve Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa devlet başkanlarının katılacağı tahmin edilen “Dörtlü Zirve”nin de önemi artacaktır. Çünkü Türkiye ile Rusya, Fransa ve Almanya’yı Astana Süreci’ne dahil ederek sürecin uluslararası meşruiyetini artırmaya çalışmaktadır. Lakin Rusya ve İran’ın İdlib Sorunu’ndaki tutumu, Astana Formatı’nın iflas edebileceği endişelerine neden olmaktadır. Bu sebeple de taraflar, Astana birikimini korumak için sağduyulu bir şekilde hareket etmelidir. Neticede İdlib üzerinden yaşanan gerilim, Astana Süreci’nin dibine dinamit koymuştur. Astana Ruhu’nun korunması ise Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerinin müttefikleri tarafından anlaşılabilmesine bağlıdır. Bir başka deyişle Rusya ve İran’ın Türkiye’yle olan ittifakı, ciddi bir samimiyet testinden geçmektedir.


[1] Dinmuhammed Ametbek, “Rusya Perspektifinden Suriye’deki “Güvenli Bölge” Kararı”, ANKASAM, https://ankasam.org/rusya-perspektifinden-suriyedeki-guvenli-bolge-karari/, (Erişim Tarihi: 22.08.2019).

[2] “İran Dışişleri’nden ABD’ye ‘Güvenli Bölge’ Tepkisi: Suriye’nin Bağımsızlık ve Toprak Bütünlüğüne Açık Bir Saldırı”, Sputnik News, https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201908181039944969-iran-disislerinden-abdye-guvenli-bolge-tepkisi-suriyenin-bagimsizlik-ve-toprak-butunlugune-acik-bir/, (Erişim Tarihi: 22.08.2019).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.

Benzer İçerikler