Azerbaycan’la ilgili yapılan çalışmalarda daha çok ülkenin doğal kaynaklarına ve sahip olduğu jeostratejik konuma değinilmekte ve bu özelliklerinden dolayı baskılara maruz kaldığı ifade edilmektedir. Ancak bu çalışmalarda asıl vurgulanması gereken husus, Azerbaycan’ın tarih boyunca farklı dönemlerde soykırıma maruz kalan bir ülke olması ve aynı zamanda bu soykırımların aşamalı şekilde uygulanan bölünme, başka bir ifadeyle parçalanma stratejisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmasıdır.
Bu eksende bölünme ve etnik olarak yok etme stratejisinin başlangıcı, Azerbaycan topraklarını ikiye bölen 1813 ve 1828 tarihli antlaşmalara kadar uzanmaktadır. İkinci aşamada, Ermenilerin 1905-1907 yıllarında Rusya’da yaşanan devrimden yararlanarak Azerbaycan köylerini yakması ve yüzlerce insanın ölümüne sebep olması yer almaktadır. Üçüncü aşama olarak ise 31 Mart 1918 tarihinde yaşanan kanlı olaylar sonucu Azerbaycanlıların soykırıma maruz kalması ifade edilebilir. Dördüncü aşama, 1948-1953 yılları arasında Azerbaycan’a Ermenilerin göç etmesiyle birlikte yeniden “Büyük Ermenistan” taleplerinin gündeme geldiği ve Azerbaycanlıların kendi topraklarından göç etmeye zorlandığı dönem olmuştur. En nihayetinde sonuncu, yani beşinci aşama ise 1988-89 yıllarının sonundan itibaren Karabağ olayları bağlamında Azerbaycan topraklarının işgal edildiği ve Azerbaycan halkının kendi topraklarından edildiği bir süreç olarak tarihe geçmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere Azerbaycanlılar farklı dönemlerde parçalanmaya ve kendi topraklarından sürülmeye zorlanmıştır. Aslında bu aşamaların her birinin ayrı ayrı ele alınması mümkündür. Fakat konunun ayrıntılı olarak ele alınması bakımından 1918 yılında gerçekleşen Mart olaylarının ve perde arkasında yaşananların 101. yıldönümünde ele alınması daha faydalı olacaktır.
31 Mart Olayları’nın Perde Arkası
1813 yılında Gülistan ve 1828 yılında Türkmençay Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte Azerbaycan toprakları ve halkı ikiye bölünmüş, Azerbaycanlılar kendi topraklarından göç ettirilmiş ve Ermenilerin planlı şekilde bu topraklara yerleştirilmesi projesine başlanmıştır. Özellikle Türkmençay Antlaşması’ndan sonra 1828-29 yıllarında İran’dan 40 binden fazla, Türkiye’den ise 84 binden fazla Ermeni Güney Kafkasya’ya göç ettirilmiş, Azerbaycan’a ise yasa dışı biçimde göç ettirilen Ermenilerin sayısı 200 bini aşmıştır.[1] Farklı bir kaynakta ise 1828 yılından sonra Güney Kafkasya’ya göç ettirilen Ermenilerin sayısının 1 milyondan fazla olduğu yazmaktadır.[2] Aynı zamanda, Türkmençay Antlaşması’ndan sonra Erivan, Nahçivan ve Karabağ arazisinde Ermeni vilayeti oluşturulmuş ve bu vilayet 1940 yılında dağıtılmıştır. Bununla birlikte Azerbaycan topraklarının ötekileştirilmesi projesine başlansa da ilk önce Ermeniler Türk topraklarını kapsayacak şekilde “Büyük Ermenistan” oluşturmak istemiştir. Ancak Ermeniler, Lenin’in “Türkiye Ermenistan’ı” tezini 1. Dünya Savaşı’nın devam ettiği sırada tarihi Türk topraklarında gerçekleştiremeyeceklerinin farkına varmış ve bu nedenle söz konusu stratejiyi daha sonra Azerbaycan topraklarında kendilerine bir hedef olarak belirlemiştir. Bunun için tüm koşulları kendi lehine dönüştürmeye çalışan Ermeniler, 20. yüzyılda Bolşeviklerin desteğini kazanmış, ayrıca Batılı devletler ile Rusya’nın Güney Kafkasya’ya ilişkin planlarına “Ermeni Devletçiliği” meselesini dâhil etmeyi başarmış, böylelikle Azerbaycan’ı parçalamaya yönelik planlarında somut adımlar atmaya başlamışlardır.
20. yüzyıl her ne kadar Azerbaycan için özerk bir devletten tam bağımsız bir cumhuriyete giden önemli bir tarihi süreci ifade etse de aynı zamanda bu zaman dilimi çok sayıda kanlı olayı da içerisinde barındırır. Şöyle ki, Ermeniler 20. yüzyılın başında (1905-1907 yılları) Azerbaycanlılara karşı gerçekleştirdikleri geniş çaplı kanlı olayların yeniden yaşanması için ortalığı karıştırmaya çalışmış ve bunun için ulusal düzeyde yalnızca Azerbaycanlıları değil aynı zamanda Azerbaycan’da yaşayan farklı etnik-dini grupları da birbirine düşürmüş, onların mücadelesine destek olarak protestolar düzenlemesine olanaklar sağlamış ve çatışma ortamının oluşturulması için ellerinden geleni esirgememişlerdir. Tüm bunlar içinse zemin daha 1917 yılından itibaren Taşnak Sütyun ve Ermeni Milli Komisyonu tarafından oluşturulmuş ve bu plana 1917 yılında Halk Komiserleri Konseyi tarafından Azerbaycan petrolünün kesintisiz şekilde Rusya’ya transferini sağladığı için Kafkasya Olağanüstü Komiseri görevine atanan Stepan Şaumyan başkanlık etmiştir.
O zaman, özellikle Bakü’de iktidar uğruna üç siyasi aktörün mücadele ettiğinin de vurgulanması gerekmektedir. Bunlardan ilki Taşnaklar ve Menşevikler, ikincisi Bolşevikler, üçüncüsü ise Müslüman teşkilatlarıyla ittifak oluşturan Musavat Partisi’dir. Özellikle, Musavat Partisi’nin siyasi mücadele alanında boy göstermeye başlaması Ermenileri rahatsız etmekteydi. Bu nedenle, 1918 yılında Şaumyan’ın önderliğinde Azerbaycanlılara karşı düzenlenen kanlı olayların gerçekleştirildiği dönemde ilk önce Azerbaycan’ın siyasi birliği için mücadele eden Musavat Partisi ve onun timsalinde tüm siyasi partiler tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Daha sonra Bakinski Raboçiy gazetesinde “Azerbaycan’ın özerkliğini elde etmeye çalışan Musavatçılar bu toprakların bir harabeye dönüştüğünü kendi gözleriyle görecektir” şeklinde açıklamalar yaparak açık şekilde Musavat Partisi’ne karşı olduklarını dile getirmişlerdir. Tüm bunlar Azerbaycanlıların sokaklara çıkmasına ve Ermenilere karşı hiddetlenmesine neden olsa da geniş çaplı kanlı olayların yaşanması için büyük bir bahaneye ihtiyaç duyulmuştur ki, bu da kasıtlı şekilde oluşturulmuştur.
Bu bahanelerden ilki, Müslüman askerlerin Lankaran şehrinde konuşlanan gönüllü askerlere silah yardımı göndermek istemesi, ikincisi ise dönemin herkes tarafından bilinen hayırseveri Z. Taghıyev’in oğlunun defin merasimine katılmak için Müslüman ordusunun başkanı Talışınski’nin 40 askerle birlikte Evelina gemisiyle Bakü’ye gelmesi ve onların hapsedilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu eksende, ilk bahane çerçevesinde Şaumyan silahların gönderilmemesi emrini vermiş, ancak Azerbaycanlı Müslüman askerler tarafından bu emir yerine getirilmeyince Şaumyan Ermenileri ve Rusları Azerbaycanlılara karşı mücadeleye sevk etmiştir. İkinci bahaneye gelince Ermeniler, Talışınski’nin 40 askerle birlikte gelmesini, Mugan-Malakan bölgesinde yerleşen Ermenilerin yok edilmesi amacına hizmet olarak değerlendirmiştir. Bu sebeple söz konu askerler ilk önce silahtan arındırılmış, daha sonra ise hapsedilmiştir. Aslında bu olaylardan sonra Azerbaycanlıların sessiz kalmayacağı belliydi. Bununla da ulusal zeminde karmaşanın temeli atılmış ve aralarında yalnızca Azerbaycanlıların değil Lezgiler, Tatlar ve Kürtlerin de olduğu birçok etnik gruba yönelik katliamların gerçekleştiği Mart olayları yaşanmıştır.
Kanlı olaylar 30 Mart tarihinden itibaren 3 gün boyunca devam etmiş, Lankaran, Guba, Şamahı, Kürdemir ve Muğan dâhil olmak üzere Azerbaycan’ın farklı bölgelerinde yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bu olayların zirveye ulaştığı yer ise Bakü olmuştur. Ermenilerin Bakü’de insanların uyuduğu sırada saldırmaya geçmesine paralel olarak Rusya’nın Hazar’da mevcut olan askeri kuvvetleri de denizden saldırıya geçmiştir. Bunun sonucunda Müslümanların esas ibadet yerlerinden biri olan Teze Pir Mescidi hasar görmüş ve tarihi mimariye sahip binalar yakılmıştır. Aynı zamanda, olaylar sırasında yok edilen köyler ve öldürülen insanlar hakkında farklı istatiksel bilgilere de ulaşılmıştır ki, onlardan biri şöyledir:[3] Bakü, Şamahı, Muğan, Guba ve Lankaran’da 50 bin Azerbaycanlı acımasızca katledilmiş, on binlerce insan kendi topraklarından sürülmüştür. Şamahı’da 58, Guba’da 122, Dağlık Karabağ’da 150, Zengezur’da 115 ve İrevan’da 211 köy tamamen yok edilmiştir. Ayrıca Şamahı’da 1653’ü kadın ve 965’i çocuk olmak üzere 7 bin kişi katledilmiştir. Başka bir kaynaktaki istatiksel bilgilere göre ise Ermenilerin amansızlığı sonucunda 1918 yılının ilk 5 ayı boyunca 16 binden fazla insan öldürülmüş, yalnızca Bakü’de saldırılar sonucu 11 bin Türk-Müslüman hayatını kaybetmiştir.[4]
Mart Olaylarının Devlet Düzeyinde Değerlendirilmesi
Bu olayın gerçekleştirilmesi aslında Azerbaycanlıların istiklal yolunda kendi canlarından geçerek bağımsızlığa doğru adımlar atmasına önayak olmuş ve 28 Mayıs 1918 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti (ADC) kurulmuştur. Bundan sonra mart ayında gerçekleşen bu olaylar devlet düzeyinde değerlendirilmeye başlanmış ve F. Khoyski’nin imzaladığı karara esasen bu kanlı olayların gerçekleştirilmesi için önceden hangi koşulların sağlandığının belirlenmesi, suçluların bulunması ve cezalandırılması için 31 Ağustos 1918 tarihinde Olağanüstü Soruşturma Komisyonu oluşturulmuştur. Bu komisyon kısa zaman içinde olaylarla ilgili birçok istatiksel bilgi ve belgeye ulaşmış, 1919-1920 yıllarında 31 Mart Ulusal Yas Günü olarak anılmıştır. Ancak ADC’nin dağılmasıyla birlikte bu konuyla ilgili yeterli somut adımlar atılamamıştır. Bu olay, 20. yüzyılın sonunda Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığına kavuşmasıyla birlikte yeniden gündeme gelmiş ve özellikle 31 Mart 1918 tarihinde gerçekleşen kanlı olayların siyasi-hukuki çerçevede doğru şekilde değerlendirilmesinde Haydar Aliyev’in büyük rolü olmuştur.
Mart olaylarının 80. Yıldönümü vesilesiyle H. Aliyev’in 26 Mart 1998 tarihinde imzaladığı “Azerbaycanlıların Soykırımı Hakkında” belge ile 31 Mart, “Azerbaycanlıların Soykırım Günü” olarak onaylanmıştır.[5] Aynı zamanda, Mart Soykırımı’nın 100. Yıldönümü vesilesiyle Azerbaycan’ın şimdiki Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de 18 Mart 2018 tarihinde “Azerbaycan Gerçeklerinin Tüm Dünyaya Tanıtılması” hakkında kararname imzalamıştır.[6]
Sonuç olarak, yukarıda verilen rakamlardan ve tarihi gerçeklerden yola çıkarak 31 Mart 1918 tarihinde Azerbaycan’da yaşanan kanlı olayların ağır bir soykırım olduğu söylenebilir. Bunun en önemli kanıtı ise 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Konvansiyonu’dur. Bu anlaşmaya göre soykırım suçu şu şekilde tanımlanmaktadır: “Herhangi bir milletin veya da grubun etnik, dini veya ulusal kimliğinden dolayı tamamen veya belirli bir kısmının yok edilmesini amaçlayan belirli gruptaki insanların öldürülmesine, sağlığına zarar verilmesine, belirli bir gruba ait olan çocukların zorla başka gruba nakledilmesine, grubun tamamen yok edilmesi için gerekli olan ortamın yaratılmasına olanak sağlayan uluslararası cinayet türüdür.” Kısacası 31 Mart Olayları’nın bu maddede belirtilen özellikleri taşıdığı açık bir soykırım örneği olduğu söylenebilir. Aynı zamanda bu kanlı olayların gerçekleştirilmesinde hem Ermenilerin hem de onları destekleyenlerin ulusal çıkarlar uğruna insanların hayatını mahvettiği de herkesçe bilinmektedir. İnsan hayatının her zaman ulusal hedeflerin üstünde olması gerektiğinin altının çizilmesi gerekmektedir. Diline, dinine, milliyetine, ırkına ve cinsiyetine bakılmaksızın insanlığa karşı işlenen en büyük suç olan soykırımın önlenmesi için harekete geçilmeli ve özellikle Azerbaycan’daki 31 Mart Olayları ile ilgili dünya kamuoyunun aydınlatılması adına yeni stratejiler geliştirilmelidir.
[1] Н.Н. Шавров, “Новая Угроза Русскому Делу в Закавказье: Предстоящая Распродажа Мугани Инородцам”, С. Петербург, 1911, s. 63.
[2] Elçin Bayramlı, “20. Yüzyılın En Büyük Soykrımı Mart Soykrımıdır”, Ses Gazetesi, 31 Mart 2010.
[3] “Mart Soykrımı-100”, Azerbaycan Ulusal Kütüphanesi, 2018, s. 7.
[4] Rafiga Kamalgızı, “31 Mart Azerbaycanlıların Soykrım Günüdür”, Ses Gazetesi, 30 Mart 2010.
[5] “Azerbaycanlıların Soyqırımı Haqqında Azerbaycan Respublikası Prezidentinin Fermanı (26 Mart 1998-ci il)”, Ermeni Cinayetleri: Soyqırım. Deportasiya. Terror, http://genocide.preslib.az/az_s13.html, (Erişim Tarihi: 28.03.2019).
[6] Azerbaycan Respublikasının Prezidenti İlham Aliyev, “1918-ci il Azərbaycanlıların Soyqırımının 100 illiyi haqqında Azərbaycan Respublikası Prezidentinin Sərəncamı”, President.az, https://president.az/articles/26762, (Erişim Tarihi: 28.03.2019).