ANKASAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Rusya-Ukrayna Krizini Anadolu Ajansı’na Değerlendirdi

Paylaş

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı Prof. Dr. M. Seyfettin Erol Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı karşısında ABD’nin tutumunu, Başkan Joe Biden’ın açıklamaları bağlamında kaleme aldı.

***

24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı ve “özel askeri operasyon” şeklinde nitelendirdiği savaşta ilgili tüm aktörler açısından yeni bir aşamaya girildiği görülüyor. Askeri (saha) ve siyasi/diplomasi (masa) boyutta mevcut dengeyi ve algıları değiştiren gelişmeler, bundan sonraki süreçte karşımıza nasıl bir tablo çıkacağıyla ilgili ipuçları veriyor. Zira Ukrayna’da başlayan savaş, mevcut seyriyle Avrupa’nın da artık içinde olduğu, başta Rusya olmak üzere çok daha geniş bir coğrafyayı etkileyecek bir vekalet savaşına doğru yönünü çevirmiş durumda. Yeni uluslararası sistemde düne kadar daha çok Orta Doğu ve Asya ağırlıklı ön plana çıkan vekaleten savaşların alanı/cephesi Batı’ya ve bu savaşları çıkaran aktörlerin hemen yakın çevrelerinde boy göstermeye başladı.

Ukrayna üzerinden AB ve Rusya hedef alınıyor

Aslında Ukrayna savaşına giden süreç dikkatlice incelendiğinde bu gelişmenin tesadüf olmadığı anlaşılıyor. Daha geniş anlamda, “Yeni Dünya Düzeni” inşa sürecinde ABD-Çin merkezli bir güç mücadelesinin seyrini belirleyecek bu savaşta Ukrayna üzerinden Avrupa Birliği (AB) ve Rusya’nın hedef alındığı da dikkatlerden kaçmıyor. Nitekim söz konusu savaşta ön plana çıkan en önemli hususlardan biri Rusya’nın saldırgan tutumu kadar, ABD merkezli Batı ve NATO cephesinde yaşananlar. Bir diğer ifadeyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu savaşı haklı gösterme çabaları kadar, Batılı liderlerin ve özellikle de ABD Başkanı Joe Biden’In işgale giden süreçte ortaya koydukları farklı “söylem”-“eylem” bazlı tepkiler dikkati çekiyor. Adeta bir işgale davetiye çıkaran bu duruşun da çok iyi irdelenmesi gerekiyor.

Biden’ın, Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan hareketle bir kez daha ABD’nin demokrasileri koruma noktasındaki misyonunu devam ettireceğini, bunun için de öncelikle Batı dünyası içindeki bölünmüşlüğe son vereceğini, bu noktada Amerikan kamuoyunun desteğine ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, liderliğini ulusal-küresel düzeyde pekiştirmeye çalıştığını ifade edebiliriz.

Kuşkusuz bu sürece damgasını vuran ve gelecek açısından da önemli ipuçlarını barındıran konuşma, Başkan Biden tarafından Rus işgalinin ilk günü, 24 Şubat 2022 tarihinde yapıldı. Nitekim söz konusu konuşmada şu üç husus karşımıza çıkıyor: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Trans-Atlantik ittifakın sağlamlaştırılma çabası ve Amerikan iç kamuoyu başta olmak üzere, uluslararası kamuoyunun desteğinin kazanılmak istenmesi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu savaşı haklı gösterme çabaları kadar, Batılı liderlerin ve özellikle de ABD Başkanı Joe Biden’In işgale giden süreçte ortaya koydukları farklı “söylem”-“eylem” bazlı tepkiler dikkati çekiyor. Adeta bir işgale davetiye çıkaran bu duruşun da çok iyi irdelenmesi gerekiyor.

Yaptırımlar: Bir taşla birkaç kuş vurmak

Konuşmasının başından sonuna kadar Rusya’yı sert bir şekilde eleştiren Biden, Moskova’nın iyi niyetli çağrıları reddettiğini ve savaşı seçtiğini belirterek Putin’in saldırgan biri olduğunu öne sürdü. Rusya’nın aylardır Ukrayna sınırında 175 bin asker konuşlandırdığı konusunda uyarılarda bulunduklarını belirten Biden, Rusya’nın “özel operasyon” dediği harekatı işgal olarak nitelendirdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin işgali engellemek ve Ukrayna’nın egemenliğini savunmak amacıyla toplandığı sırada Putin’in savaş ilan ettiğine dikkat çeken Biden, Ukrayna’nın egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve uluslararası hukukun ihlal edildiğini öne sürerek yaptırımlar uygulayacağını açıkladı.

Biden’ın yaptırımlar çıkışı, beraberinde şu tartışmayı da getirdi: Yaptırımlar ile neyi kastediyor ve bunlar ne kadar etkili olacak? Bu soruların sorulmasının altında yatan en önemli neden ise hiç kuşkusuz ABD yaptırımlarının bugüne kadarki tartışılan etkisi idi. Nitekim başta Rusya-Gürcistan Savaşı ve sonrası, Kırım’ın ilhakı bağlamında Rusya ve diğer ülkelere yönelik yaptırımlar, “etkisiz eleman” olarak ön plana çıkmıştı.

Burada hiç kuşkusuz Rusya-Almanya/AB arasındaki “özel” (ABD’den daha bağımsız, hatta onun liderliğine meydan okuyan bir Avrupa inşasında AB-Rusya arasındaki adı konulmamış karşılıklı mutabakat) ve başta enerji alanında olmak üzere, iktisadi-ticari ağırlıklı “karşılıklı bağımlılık ilişkileri” de yaptırımların boyutu-etkisi bağlamında sorgulanmaktaydı. Dolayısıyla Başkan Biden tarafından ifade edilen bu yaptırım kararları sadece Rusya açısından değil, AB bağlamında da bir “tercih” mevzusu olarak ön plana çıkmaktaydı. Bu mesajı ilk alan devletlerin başında AB’nin iki lokomotif gücü Almanya ve gecikmeli de olsa Fransa’nın geldiği görüldü. Beyaz Saray tarafından yapılan “AB ve İngiltere ‘seçilmiş’ Rusya bankalarını SWIFT’den çıkarma sözü verdi ve Rusya merkez bankasına kısıtlamalar getirildi” açıklaması da Biden’ın bu konuşmasının sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

NATO Antlaşması’nın 5. maddesine atıfta bulunarak Kıta Avrupası’nın Amerikan liderliğindeki bir güvenlik şemsiyesine muhtaç olduğu mesajını vermiştir. Üstelik Amerikan Başkanı, süreci Avrupa’yla sınırlı tutmadığını da yaptırımlar konusunda G-7 ülkeleriyle birlikte hareket ettikleri vurgusuyla gözler önüne sermiştir.

Yaptırımların diğer hedefi Çin

Biden’ın konuşmasındaki yaptırımların bir diğer hedefi de Çin. Nitekim yaptırımların uygulanması konusundaki kararlılık ve bu bağlamda önemli ilk adımlardan biri olarak SWIFT kararı, Çin’in Ukrayna konusundaki Rusya’ya yönelik “eleştiriden” “desteğe” giden duruşunu tekrar gözden geçirmesine yol açmış durumda. Çin, her ne kadar bu krizi Rusya’yı kendisine iktisadi açıdan daha fazla bağımlı kılma ve onu ABD karşısında yanında tutma açısından bir fırsat olarak değerlendirme eğiliminde olsa da diğer taraftan bunun maliyetinin çok daha ağır olacağını başta Kuşak Yol olmak üzere, birçok bölgesel-uluslararası projesinde, iktisadi-ticari faaliyetlerinde, özellikle de enerji ve finansal alt yapı boyutunda görmüş oldu. Bu bağlamda 26 Şubat’ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya’yı kınayan, Rusya güçlerinin Ukrayna’dan derhal ve tamamen çekilmesini talep eden oylamada çekimser oy kullanması oldukça dikkat çekici.

Biden’ın bir diğer hedefi ise, hiç kuşkusuz ABD’nin savaştan ziyade caydırıcı nitelikte, bedel ödetmeye yönelik yaptırımları ön plana alan ve böylece, uluslararası toplumda ve seçimlere doğru iç kamuoyunda kendisinin ve ABD’nin prestijini, gücünü yeniden tesis etmek olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda “Ya 3. Dünya Savaşı ya da yaptırımlar” vurgusu oldukça önemli. Biden’ın burada Rusya’nın savaşma gücünü kaybetmesi kadar, ekonomisi üzerinden Moskova’daki yönetim üzerinde bir baskı yaratmaya çalışması da göz ardı edilmemeli. ABD, doğrudan bir savaş yerine, dolaylı yöntemlerle sonuca ulaşmak ve bu bağlamda yaptırımlar üzerinden uluslararası sistemdeki belirleyici gücünü ortaya koymak istiyor.

Yeni uluslararası sistemde düne kadar daha çok Orta Doğu ve Asya ağırlıklı ön plana çıkan vekaleten savaşların alanı/cephesi Batı’ya ve bu savaşları çıkaran aktörlerin hemen yakın çevrelerinde boy göstermeye başladı.

Trans-Atlantik ilişkilerin sağlamlaştırılması

Dünya sisteminin çok kutuplu bir düzene evrildiği günümüz konjonktüründe Amerikan liderliğine küresel düzeyde meydan okuyan başat aktörün Çin olduğu aşikar. Bu ortamda ABD, küresel hegemonyasının temel sac ayağı olan Avrupa’nın desteğine ihtiyaç duyuyor. Özellikle de Donald Trump döneminde Trans-Atlantik ilişkilerdeki çatlağın büyüdüğü herkesin malumu. Son dönemde Avrupa, çok kutuplu dünya düzenindeki kutuplardan biri olmaya hazırlanmakta ve bu bağlamda Avrupa Ordusu ve kıtanın stratejik özerkliği tartışmaları büyük bir meydan okumaya işaret etmekte. İşte bu nedenle Rusya’nın Avrupa güvenlik mimarisini tehdit edecek adımlar atması; yani Ukrayna’ya yönelik müdahalesi, Washington’un beklentileri ve çıkarlarıyla örtüşüyor.

Bu açıdan Biden’ın AB’nin Eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in ardından Avrupa’da oluşan liderlik boşluğunu fırsata çevirmeye çalıştığı söylenebilir. Nitekim Biden, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik operasyonunu, tüm Avrupa ve dünya için tehlikeli bir girişim şeklinde nitelendirmiş ve NATO’nun doğu kanadındaki müttefikleri Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya ve Romanya’ya asker konuşlandırmaya izin verdiğini açıklamıştır. Ayrıca Biden, NATO Antlaşması’nın 5. maddesine atıfta bulunarak Kıta Avrupası’nın Amerikan liderliğindeki bir güvenlik şemsiyesine muhtaç olduğu mesajını vermiştir. Üstelik Amerikan Başkanı, süreci Avrupa’yla sınırlı tutmadığını da yaptırımlar konusunda G-7 ülkeleriyle birlikte hareket ettikleri vurgusuyla gözler önüne sermiştir.

Gelinen aşamada Biden’ın bu konuşmasının söylemden eyleme geçmeye başladığı, bu bağlamda ABD’nin AB ve NATO üzerindeki etkisinin arttığı, Almanya ve Fransa’nın direncinin kırıldığı ve Washington’un kararlarına uygun bir şekilde hareket etmeye başladığı, “Avrupa Ordusu”nun rafa kalktığı, NATO’yu eğitim misyonundan/işlevinden nüfuzunu küresel bazda artırma aracına dönüştürdüğü de söylenebilir.

Biden’ın yaptırımlar çıkışı, beraberinde şu tartışmayı da getirdi: Yaptırımlar ile neyi kastediyor ve bunlar ne kadar etkili olacak? Bu soruların sorulmasının altında yatan en önemli neden ise hiç kuşkusuz ABD yaptırımlarının bugüne kadarki tartışılan etkisi idi. Nitekim başta Rusya-Gürcistan Savaşı ve sonrası, Kırım’ın ilhakı bağlamında Rusya ve diğer ülkelere yönelik yaptırımlar, “etkisiz eleman” olarak ön plana çıkmıştı.

Amerikan iç kamuoyunun desteği

Bilindiği üzere, ara seçimlere giden ABD’de anketler Biden ve Demokratlar için alarm zillerinin çaldığını doğruluyor. Biden’ın politikası, Amerikan kamuoyunda da ağır eleştirilerin hedefi durumunda. Dolayısıyla ABD Başkanı’nı kasım ayında zor bir sınav bekliyor. Bu ortamda Biden, söz konusu açıklamaları esnasında iç politikaya yönelik mesajlar vermeyi de ihmal etmedi. Savaş nedeniyle Amerikalıların canının yandığını dile getiren Biden, Rusya’ya uygulanacak yaptırımların enerji fiyatlarını yükselteceği gerçeğinden hareketle, vatandaşlarının alım gücünü korumak amacıyla gereken adımları atacağını, Ukrayna krizinin ülke ekonomisini olumsuz etkilememesi için mücadele edeceğini de belirtti. Dahası Rusya’nın ötekileştirilmesi, Soğuk Savaş sonrasında “Biz kimiz?” sorusu çerçevesinde kimlik krizine giren ABD’nin ulus algısını güçlendirmeye çalışan Biden, bir kez daha Amerikalıları kendilerini evrensel değerleri savunan en önemli ulus olarak görmeleri gerektiğine ikna etmeye çalışıyor.

Sonuç olarak Biden’ın, Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan hareketle bir kez daha ABD’nin demokrasileri koruma noktasındaki misyonunu devam ettireceğini, bunun için de öncelikle Batı dünyası içindeki bölünmüşlüğe son vereceğini, bu noktada Amerikan kamuoyunun desteğine ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, liderliğini ulusal-küresel düzeyde pekiştirmeye çalıştığını ifade edebiliriz.

Bu yazı 28.02.2022 tarihinde Anadolu Ajansı’nda yayınlanmıştır.

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, ASAM’ın Genel Koordinatörlük görevini de bir dönemliğine yürütmüştür. 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında “Arayış”, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yapmıştır. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Prof. Erol, 2006 yılından itibaren Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de dersler vermiştir. Prof. Erol’un başlıca ilgi ve uzmanlık alanları ve bu kapsamda lisans, master ve doktora seviyesinde verdiği derslerin başlıcaları şu şekilde sıralanabilir: “Jeopolitik”, “Güvenlik”, “İstihbarat”, “Kriz Yönetimi”, “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”, “Türk Dış Politikası”, “Rus Dış Politikası”, “ABD Dış Politikası”, “Orta Asya ve Güney Asya”. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan Prof. Erol’un; “Avrasya Dosyası”, “Stratejik Analiz”, “Stratejik Düşünce”, “Gazi Bölgesel Çalışmalar”, “The Journal of SSPS”, “Karadeniz Araştırmaları gibi” akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, “Bölgesel Araştırmalar”, “Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları”, “Gazi Akademik Bakış”, “Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri”, “Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler”, “Demokrasi Platformu” dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmekte, editör kurullarında yer almaktadır. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler