Analiz

Almanya Siyasetinde Doğu-Batı Bölünmesi

1990’lardan sonra artan Amerikan karşıtlığının Almanya’daki yansıması olan AfD, ülkede birçok kesime hitap etmiştir.
Avrupa entegrasyonu yanlısı Şansölye Konrad Adenauer’in de katkılarıyla denazifikasyon süreci zamanla ivme kazanmıştır.
Nazilerden arındırma süreci, 1949 sonrası ülkenin batısında ve doğusunda keskin bir şekilde farklı işlenmiştir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un 16 Aralık’ta Federal Meclis’te (Bundestag) güvenoyu alamamasının ardından Almanya erken seçim sürecine girmişti. Kasım ayında üçlü koalisyonun bozulmasının arkasındaki fikir ayrılıklarının başında Ukrayna’ya yapılan yardımlar geliyordu. Almanya’daki hükümet krizinin büyümesi, muhalefetin elini güçlendirmektedir. Son dönemde güçlenen muhalefet gruplarının başında Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi gelmektedir.

AfD, ülkede yükselen sağın bir yansıması haline gelmektedir.[1] 2013 yılında kurulan parti, Orta Doğu’dan gelen göçe karşı bir duruş sergilemiş ve sonraları ülkede gerçekleşen göçmen şiddeti söylemleriyle popülerlik kazanmıştır. Özellikle gençler arasında büyük popülaritesi olan parti, radikal ideoloji ve kritikleriyle Alman politikasında ses getirmektedir. Hatta partinin gençlik örgütleri, Federal Devlet tarafından “aşırılıkçı” olarak etiketlenip gözlem altında tutulmaya başlanmıştır.[2]

2019 seçimlerinde yaşadıkları göreceli yetersizliğin ardından son bölgesel seçimlerde özellikle Saksonya ve Thüringen gibi Almanya’nın doğusundaki kentlerde Nazi döneminden bu yana ilk defa arttırdığı oylar ve ardından Trafik Lambası Koalisyonu’nun daha da zayıflaması, AfD’nin Almanya politikasında dengeleri bozan bir faktör olmuştur. Örneğin AfD, bu süreçte Rusya-Ukrayna Savaşı, Covid-19 salgını ve Enerji Krizi’ni etkili bir şekilde kullanmıştır. Özellikle 1990’lardan sonra artan Amerikan karşıtlığının Almanya’daki yansıması olan AfD, ülkede birçok kesime hitap etmiştir.

AfD’nin özellikle Almanya’nın doğusunda yükselmesi sürpriz değildir. Siyasi kültürlerin oluşması ve değişmesi zaman alan süreçlerdir. Özellikle tarihi olaylar politik kültürlerin şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Almanya’daki doğu ve batının çatışması tam olarak bu durum etrafında cereyan etmektedir.

1871 yılında Otto von Bismarck’ın çabalarıyla ve I. Wilhelm’in Paris’te taç giymesiyle birleşmelerinden önce Alman prenslikleri dağınık haldeydi. Aralarında başta Prusya olmak üzere bazı güçler baskın durumdaydı ve bunlar genel olarak bugünkü Almanya’nın doğusunda yerleşmiş durumdaydılar.[3] Bu durum Almanya’nın doğusu ve batısı arasındaki siyasi kültür farkının açılmasında ilk adım olarak görülebilir. Fakat asıl bölünme, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir. Savaşa giden süreçte 1933 yılında Hitler’in başa gelmesiyle Weimer Cumhuriyeti sona ermiş ve Almanya sürekli bir şekilde merkantilist ekonomiyle birlikte endüstrileşme yoluna gitmiştir.

Ülkede Naziliğin yükselişinin ve İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımın ardından savaş sonrası süreç için Almanya’da ihtilaflara yol açmıştır. Kazanan güçler olan Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler arasında paylaşılan Alman toprakları, 1949 yılından sonra Soğuk Savaş’ın gelişiyle birlikte keskin olarak ikiye ayrılmıştır. Batıda ABD, Fransa ve İngiltere kontrolü altında Almanya Federal Cumhuriyeti ve doğuda ise Sovyetler Birliği kontrolünde Demokratik Almanya Cumhuriyeti kurulmuştur. Dolayısıyla savaş sonrası ilk yıllar toprak çekişmesine sahne olduğu için iç politikada radikalleri tasfiye etmede çok başarılı olunamamıştır.

Tarihte bu sürece Nazilerden arındırma (denazifikasyon) adı verilir. 1949 sonrası ülkenin batısında ve doğusunda bu süreç keskin şekilde farklı işlenmiştir. Bu süreç, kendi içerisinde çatışmalar barındırmıştır. Batı Almanya’da önce çeşitli başarısızlıklar yaşansa da denazifikasyon süreci Doğu Almanya’ya nazaran daha sert işlenmiştir. Nüremberg Davaları’nda yargılanan Nazi suçlularından idam edilenlerin dışında kalanların bir süre sonra serbest bırakılması ve bu davalar dahil olmak üzere Auschwitz Davaları sürecinde de üst makamlardan söz konusu işlemleri baltalama çabaları Batı Almanya’da denazifikasyonun ilk aşamada yeterince başarılı olamamasına neden olmuştur. Daha sonra ülkede bulunan Batılı güçler, Avrupa entegrasyonu yanlısı Şansölye Konrad Adenauer’in de katkılarıyla denazifikasyon sürecini hızlandırmıştır.  

Buna karşılık Doğu Almanya’da yaklaşık kırk yıl süren Sovyetler Birliği hakimiyeti, başlı başına buradaki siyasi kültürün Batı’ya nazaran farklı şekillenmesine sebep olmuştur. Ülkede bu süreç boyunca sıkı bir yönetim hâkim olmuş ve halk üzerinde bir korku iklimi oluşmuştur. Fakat bu noktada asıl konu Sovyetler Birliği’nin Doğu Almanya’ya yaptığı atamalardır. Batı Almanya’daki denazifikasyon süreci, Doğu Almanya’da neredeyse hiç yapılmamış ve bürokratik seviyelerle sınırlı kalmıştır. Bazı askeri memurların ise eskiden Nazi paramiliter örgütü SS (Schutzstaffel) elemanı olsun olmasın kadroda kullanıldığı durumlar bile söz konusu olmuştur.

Leipzig Üniversitesi Else Frenkel-Brunswik Enstitüsü Müdür Yardımcısı Dr. Johanness Kiess’in tabiriyle 1990 yılında Batı Almanya’ya katılarak birleşen Doğu Almanya, kapitalist dünyadan yararlanma amacı gütmüştür. Para akışının ve altyapı inşasının yanında birçok yenilik projeleri tasarlanmıştır. Fakat bunun yanında birçok fabrika ve işyerleri kapanmış ve bu durum işsizliğe yol açmıştır. Dolayısıyla birleşme sonrası sürecin sonucu karışık ve eleştiriye açık bir durumdur.[4]

Günümüzde ise AfD’nin çoğunlukla özellikle Almanya’nın doğusunda kendisine muhatap bulmasının sebebi bölgenin tarih boyunca, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası geçirdiği süreçlerdir. Ülkede halk tabakasında çoğunluğu doğuda olmak üzere neo-Naziler dahil birçok aşırılıkçı fraksiyon oluşmuştur. Ülkenin doğusunda bulunan Thüringen’de Nazi döneminden beri ilk defa bir sağ partinin birinci olması bu muhataplık ilişkisini açıklamaktadır.[5] Ülkenin son dönemlerde içinde bulunduğu siyasi ihtilaflar da bu ilişkinin yükselmesine katkıda bulunmaktadır. Avrupa Birliği için de baltalayıcı olabilecek bu durum, hiç şüphesiz Avrupa’daki solcuların başını ağrıtacaktır. Fakat tüm ülkenin bu fraksiyonun etkisinde kalacağı argümanı şüpheli bir yaklaşım olacaktır. Nihayetinde anketlere göre ülkenin çoğunluğu, partiyle ilgili olumsuz düşüncelere sahiptir.


[1] Le Monde (September 2, 2024), “The worrying rise of Germany’s far right.”, https://www.lemonde.fr/en/opinion/article/2024/09/02/the-worrying-rise-of-germany-s-far-right_6724463_23.html, (Erişim Tarihi: 31.12.2024).

[2] Benson, Robert (October 30, 2024), “A Bellwether for Trans-Atlantic Democracy: The Rise of the German Far Right.” CAP20, https://www.americanprogress.org/article/a-bellwether-for-trans-atlantic-democracy-the-rise-of-the-german-far-right/, (Erişim Tarihi: 31.12.2024).

[3] Baker, Nick & Quince Annabelle (November 13, 2024), “What’s behind the rise of the far right in Germany?”, ABCNEWS, https://www.abc.net.au/news/2024-11-14/far-right-alternative-for-germany-afd/104573296, (Erişim Tarihi: 31.12.2024).

[4] Aynı Yer*

[5] Hawes, James (September 7, 2024), “Everyone is terrified of a far-right return in Germany. Here’s why it won’t happen.”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/article/2024/sep/07/everyone-is-terrified-of-a-far-right-return-in-germany-heres-why-it-wont-happen, (Erişim Tarihi: 31.12.2024).

Erdem Baran ALKAN
Erdem Baran ALKAN
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Benzer İçerikler