Afrika’da son yıllarda Fransa’nın askeri varlığına yönelik ciddi değişimler yaşanmaktadır. Özellikle Çad ve Senegal’in Fransa’yla savunma işbirliği anlaşmalarını sona erdirme kararları, kıtada yeni bir siyasi atmosferin habercisi olmuştur. Bu adımlar, eski sömürgeci güçlere karşı bağımsızlık vurgusunun artması ve ulusal egemenlik politikalarının güçlenmesi açısından önemlidir. Afrika ülkeleri, dış müdahalelere karşı daha dirençli bir yapı inşa etmeye çalışırken, bu kararlar bölgedeki jeopolitik dengeleri de yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir. Çad Hükümeti, bağımsızlık günü etkinlikleri kapsamında aldığı bu kararla ulusal egemenlik vurgusunu pekiştirirken, Senegal Hükümeti de aynı doğrultuda hareket etmiştir. Her iki ülkenin Fransa’ya karşı geliştirdiği bu yeni tutum, yalnızca askeri bir strateji değil, aynı zamanda Afrika’nın küresel politikadaki yerini yeniden tanımlama çabası olarak değerlendirilebilir. Zira bölgedeki bu değişimler, Afrika halklarının ve liderlerinin eski sömürgeci yapılarla hesaplaşma arzusunu da açıkça ortaya koymaktadır.
Çad’ın 66. bağımsızlık yıl dönümünde Fransa ile olan askeri işbirliği anlaşmasını feshetmesi, kıta genelinde büyük yankı uyandırmıştır. Zira bu karar, Fransa’nın Sahel bölgesindeki etkinliğinin azalması noktasında kritik bir adım olarak ifade edilebilir. Fransa, yürüttüğü Serval ve ardından da Barkhane Operasyonları kapsamında uzun süre terörle mücadele bahanesiyle bu bölgede önemli bir askeri varlık göstermiştir. Ancak bu operasyonlar, son yıllarda bölgedeki halkın yoğun bir tepkisiyle karşılaştırmıştır. Zira Fransa’nın operasyonları tam anlamıyla bir başarıya ulaşmamış, aksine bölgedeki ayrılıkçı ve terör unsurları etkisini daha da artırmıştır. Bu doğrultuda Çad, Fransa’nın askeri varlığını sona erdirirken, halkın artan Fransa karşıtı söylemlerine de kulak vermiştir. Benzer şekilde Senegal de bağımsızlık ve ulusal çıkarlar doğrultusunda Fransız üslerinin kapatılacağını duyurmuş, bu karar uluslararası arenada dikkatle takip edilmiştir. Senegal Cumhurbaşkanı Bassirou Diomaye Faye’ın, Fransa’nın askeri varlığının sonlandırılmasının egemenlik açısından taşıdığı önemi vurgulaması, bölgesel liderlerin bu konuda kararlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Fransa’nın Sahel bölgesindeki etkinliğinin azalması, yalnızca Çad ve Senegal ile sınırlı değildir. Mali, Burkina Faso ve Nijer gibi ülkelerden çekilmek zorunda kalması, Fransa’nın bölgedeki stratejik hedeflerine ağır bir darbe vurmuştur. Bu ülkelerde yaşanan askeri darbeler ve ardından gelen Fransız karşıtı söylemler, bölgedeki Fransa nüfuzunu önemli ölçüde zayıflatmıştır. Özellikle Nijer’deki askeri darbenin ardından Fransız birliklerinin geri çekilmesi, terörle mücadeledeki koordinasyonun sekteye uğradığına dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Fransa’nın geri çekilmesi, bölgesel güvenlik mimarisinde önemli boşluklar yarattığı Fransız medyası ve kaynakları tarafından dillendirilirken, diğer uluslararası aktörlerin bu boşluğu doldurma çabalarını eleştirmek de ihmal edilmemiştir. Bu süreçte, Rusya’nın Wagner Grubu (şu anki adıyla African Corps) üzerinden artan etkisi ve Çin’in altyapı projelerine yönelik yatırımları, yeni bir rekabet ortamının artmasına neden olmuştur.
Öte yandan Çad ve Senegal’in söz konusu kararları, kıtanın güvenlik mimarisini yeniden şekillendirme potansiyeli de taşımaktadır. Afrika Birliği ve Batı Afrika Ekonomik topluluğu (ECOWAS) gibi bölgesel örgütlerin bu süreçteki rolleri daha da önem kazanmıştır. Örneğin, ECOWAS’ın Nijer’deki darbe sonrası aldığı ekonomik yaptırım kararları, örgütün kendi içindeki güvenlik mekanizmalarını güçlendirme çabalarının bir göstergesidir. Ancak, bu kararların bölgesel güvenlik üzerindeki etkisi, yeterli koordinasyon sağlanmadığı durumlarda olumsuz sonuçlar doğurabilir. Sahel Devletleri Federasyonu da bunun en iyi örneğidir. Zira Mali, Burkina Faso ve Nijer’in oluşturduğu bu federasyon yaklaşık bir buçuk yılda önemli yollar kat etmiştir.
Fransa’nın geri çekilmesi, Afrika ülkelerinin ekonomik bağımsızlık ve kendi kaynaklarını daha verimli yönetme konusunda da bölge ülkelerine önemli bir fırsat sunmaktadır. Fransız üslerinin kapanmasıyla birlikte bu üslerin bulunduğu alanlarda yerel yönetimlerin kendi ekonomik projelerini hayata geçirme olanakları artmıştır. Örneğin Senegal Hükümeti, Fransız üslerinin kapatılmasının ardından oluşan ekonomik boşluğu yerel girişimcilere yönelik teşviklerle doldurmayı planlamaktadır. Bu kapsamda, altyapı projeleri ve turizm sektörüne yönelik yatırımların artırılması hedeflenmektedir.
Fransız şirketlerinin yatırımlarının azalması, Afrika ülkelerine ekonomik ilişkilerini çeşitlendirme ve küresel pazarlarda yeni ortaklıklar geliştirme fırsatı yaratmıştır. Çin, Türkiye ve Hindistan gibi ülkelerle yapılan ekonomik işbirlikleri, altyapı, enerji ve teknoloji alanlarında kıta genelinde bir hareketlilik sağlamıştır. Örneğin Çin’in Kenya’daki Mombasa-Nairobi Demiryolu Projesi, bölgesel ticareti canlandırmış ve binlerce kişiye istihdam sağlamıştır. Bu tür projeler, Afrika ülkelerinin kendi ekonomik kapasitelerini geliştirmelerine olanak tanımaktadır.
Fransa’nın çekilmesiyle, yerel ekonomilere olan dış bağımlılığın azalması ve yerel kaynakların (özellikle de yeraltı kaynaklarının) daha etkin kullanılması mümkün hale gelmiştir. Bu durum, Afrika’nın sadece ekonomik bağımsızlık çabalarını desteklemekle kalmayıp, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma hedeflerini gerçekleştirmesine de katkı sağlayabilir. Afrika’nın ekonomik ilişkilerinde daha dengeli ve çok yönlü bir yapının oluşması, kıtanın uluslararası sistemde daha güçlü bir aktör olmasını sağlayacak önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Afrika’da yükselen Fransa karşıtı dalga, kıtadaki genç liderlerin ve dinamik politikaların etkisiyle daha belirgin bir hal aldığı çok net görülmektedir. Genç nüfus, Afrika’nın Fransa’ya olan bağımlılığını eleştiren Pan-Afrikanist bilinç geliştirmiş ve bu durum liderlerin politik kararlarını doğrudan etkilemiştir. 2022 yılı itibarıyla Afrika nüfusunun yüzde 60’ının 25 yaş altı olduğu göz önüne alındığında, bu demografik yapının gelecekte kıtanın politikalarını nasıl şekillendireceği oldukça açıktır. Genç liderlerin politik sahnede daha fazla yer bulması, ulusal bağımsızlık ve ekonomik reformların daha güçlü bir şekilde savunulmasını da sağlamaktadır. Bu noktada Senegal Cumhurbaşkanı Bassirou Diomaye Faye’ın genç liderlik anlayışıyla bağımsızlık vurgusu yaparken bölgesel işbirliklerini de ön planda tutması örnek verilebilir.
Bu liderlik modeli, kıtanın gelecekteki yönelimlerini temsil eden yeni bir siyasi anlayışın habercisi olarak görülmektedir. Genç nüfusun artan siyasi bilinci, sadece ulusal düzeyde değil, aynı zamanda Afrika Birliği gibi kıtasal örgütlerin karar mekanizmalarında da etkili olabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Eğitim, teknoloji ve dijitalleşme gibi alanlarda yapılan yatırımlar, bu neslin Afrika’nın bağımsızlık çabalarına olan katkısını daha da artırabilir. Bu yeni dalga, yalnızca Fransa gibi eski sömürgeci güçlere karşı değil, aynı zamanda Afrika’nın kendi geleceğini şekillendirme iradesine dair bir uyanışı da temsil etmektedir.
Fransız askeri varlığının sona ermesi, Afrika’nın güvenlik sorunlarına yerel çözümler geliştirme konusunda yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Fransa’nın çekilmesi, yerel orduların daha bağımsız hareket etmesi noktasında kıta ülkelerine de büyük bir fırsattır. Ayrıca Afrika ülkelerinin kendi güvenlik kapasitelerini artırmasına olanak tanıyacaktır. Bu dönüşüm, kıtanın terörle mücadelede daha özgün ve bağımsız stratejiler geliştirmesini teşvik edebilir. Burkina Faso’da ulusal savunma bütçesinin artırılması ve yerel güvenlik kuvvetlerine yapılan yatırımlar, Fransa’nın geri çekilmesinin ardından güvenlik açıklarının kapatılmasına yönelik çabaların bir göstergesidir. Bu gelişmeler, dış aktörlerin etkisini sınırlandırırken, yerel liderliğin ve çözüm arayışlarının önemini ön plana çıkarmaktadır.
“African Corps” gibi özel güvenlik unsurlarının kısa vadeli etkisi bulunsa da bu durum uzun vadede yerel çözümlerin gerekliliğini daha açık hale getirmiştir. Afrika ülkelerinin kendi kaynaklarını etkin bir şekilde kullanarak bu sorunlara çözüm üretmesi, kıtanın bağımsızlık hedeflerini destekleyecek en önemli adımlardan biridir. Bu yeni süreç, sadece Afrika’nın güvenlik istikrarını sağlamakla kalmayıp uluslararası arenada daha güçlü bir siyasi aktör olarak yer almasını da sağlayabilir.
Afrika ülkelerinin bağımsızlık çabaları, uluslararası arenada da dikkatle izlenmektedir. Fransa’nın askeri varlığının giderek azalması, kıtanın dış müdahalelere karşı direncini artırma çabalarını hızlandırmıştır. Bu durum, Afrika’nın jeopolitik önemini yalnızca bölgesel bir güç olmaktan çıkararak, küresel bir aktör olma yolunda ilerlediğini göstermektedir. Ancak bu süreç, beraberinde ekonomik ve siyasi belirsizlikler de getirmiştir. Afrika ülkelerinin kendi ulusal çıkarlarını önceliklendiren bir yaklaşım benimsemeleri, bu belirsizliklerin üstesinden gelmede kilit rol oynayabilir. Çad ve Senegal gibi ülkeler, bağımsızlık çabalarını sürdürülebilir kalkınma projeleri ve bölgesel işbirlikleriyle desteklerse, bu değişim daha sağlam bir zemine oturabilir. Uluslararası toplumun Afrika’nın bu dönüşüm sürecini desteklemesi, kıtanın küresel siyaset ve ekonomi üzerindeki etkisini artırabilir. Eğer bu süreç doğru yönetilirse, Afrika sadece mevcut jeopolitik dengeleri değiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda küresel bir güç merkezi olma yolunda önemli adımlar atacaktır.
Sonuç olarak, Çad ve Senegal’in Fransa’yla askeri işbirliğini sonlandırma kararları, yalnızca kıtasal bir dönüşüm sürecini değil, aynı zamanda küresel siyasetin yeniden şekillenmesini temsil etmektedir. Bu kararlar, Afrika’nın uluslararası sistemde daha güçlü bir konuma ulaşma fırsatını beraberinde getirirken, aynı zamanda riskleri ve belirsizlikleri de barındırmaktadır. Afrika, bu süreçte içsel reformlarla bölgesel dayanışmayı uyumlu bir şekilde ilerletirse, bağımsızlık hareketlerini küresel bir başarı hikayesine dönüştürebilir. Eğer bu irade ve kararlılık korunursa, Afrika yalnızca kendi geleceğini değil, küresel siyasetin de yönünü tayin eden bir kıta olarak tarih sahnesindeki yerini alacaktır.