Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) kuruluşundan itibaren Amerika Birleşik Devletleri (ABD), ittifakın güvenlik stratejisinde tartışmasız bir şekilde merkezi bir aktör olmuştur. Çünkü ABD, NATO’nun toplam askeri kapasitesinin büyük bir bölümünü karşılamakta ve aynı zamanda ittifakın nükleer caydırıcılık kapasitesinin en önemli sağlayıcısı konumundadır. Bunun yanı sıra ABD’nin geniş çaplı küresel askeri üs ağı ve deniz yolları üzerindeki stratejik hâkimiyeti, NATO’nun küresel ölçekte askeri operasyonlarını sürdürebilmesine olanak tanımaktadır. Diğer yandan NATO’nun kuruluşundan bu yana Avrupa, güvenlik ve savunma alanlarında önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak Donald Trump’ın 20 Ocak 2025 tarihi itibariyle yeniden başkanlık koltuğuna oturması, küresel jeo-politikayı önemli ölçüde değiştirmiştir. Yeni başkanlık döneminde Trump, “Önce Amerika” doktrinini yeniden uygulamaya koymak suretiyle ABD’nin NATO’ya olan taahhütlerini azaltma yönünde tehditlerde bulunmakta ve Avrupa ülkelerini, kendi savunmalarının finansmanını sağlamaya zorlamaktadır. Bu durum, Avrupa Birliği’ni (AB) kritik bir dönüm noktasına taşımıştır. Avrupa, uzun bir süredir “stratejik özerklik” fikrini tartışıyor olsa da ABD’siz bir NATO olasılığı, artık sadece bir teori olmaktan çıkıp ciddi bir güvenlik problemi haline gelmiştir.
Ayrıca 28 Şubat’ta 2025 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski arasındaki tartışma, Avrupa ülkeleri için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Bu olay, ABD’nin Ukrayna ve güvenlik konularındaki desteğini kaybetme riski taşıyan Avrupa’nın stratejik yönelimlerini gözden geçirmesine neden olmuştur. Trump-Zelenski tartışması, Ukrayna’nın geleceği ve Avrupa güvenliği üzerine belirsizlikleri artırırken, Brüksel’de transatlantik ilişkilerin ciddi şekilde zedelenebileceği kaygılarını artırmıştır. Hatta Trump’ın ABD’yi NATO ve BM gibi örgütlerden çekebileceğini açıklaması hem NATO’nun geleceği hem de Avrupa’nın güvenlik yapısına dair endişeleri de beraberinde getirmiştir.
Her ne kadar Trump’ın tehditlerine karşın Avrupalı ülkeler yeni stratejik yaklaşımlar geliştirmeye çalışsalar da ABD’siz bir NATO’nun ortaya çıkaracağı stratejik boşluklar, başta savunma harcamaları, askeri komuta yapıları ve nükleer caydırıcılık gibi kritik alanlarda önemli zorlukları beraberinde getirecektir. Avrupa, bu durumu aşmak için çeşitli çözüm yolları arasa da ABD’nin sağladığı askeri ve stratejik desteğin eksikliği, Avrupalı ülkelerin güvenlik ve savunma alanında ciddi güçlüklerle karşılaşmasına yol açacaktır. Örneğin; bugüne kadar ABD, NATO’nun savunma harcamalarının büyük bir kısmını karşılamıştır. Bu durum, Avrupa ülkelerine savunma bütçelerini azaltıp buradaki parayı farklı alanlarda kullanıp kalkınmalarına imkân tanımıştır. Ancak ABD’nin bu katkıyı sınırlaması, Avrupa ülkelerini daha fazla mali sorumluluk üstlenmeye zorlayacaktır. Bu değişim yalnızca bütçelere yansımakla kalmayıp aynı zamanda Avrupa’nın askeri kapasitesinin artırılması için gerekli olan altyapı yatırımlarını da olumsuz etkileyecektir. Ayrıca ABD, NATO’nun nükleer caydırıcılığında merkezi bir rol üstlenmektedir. NATO’nun nükleer kapasitesi, büyük ölçüde ABD’nin stratejik nükleer silahlarıyla desteklenmektedir. Ancak ABD’nin NATO’dan çekilmesi veya AB’nin güvenlik politikalarını yeterince desteklememesi durumunda, Avrupalı ülkeler bu stratejik avantajı kaybedecektir. Bu da Avrupalı ülkelerin Rusya ve Çin gibi büyük güçlere karşı nükleer caydırıcılıklarını güçlendirmek amacıyla yeni stratejiler geliştirmelerini zorunlu kılacaktır. Ancak yakın gelecekte Avrupa’nın kendi başına kapsamlı bir nükleer strateji oluşturması ve uygulamaya koyması pek olası görünmemektedir. Bu durumda Avrupalı ülkeler, nükleer tehditler karşısında savunmasız kalma riskiyle karşı karşıya kalabilir.
ABD’nin NATO’dan ayrılması, ittifakın komuta yapısında önemli yapısal değişikliklere neden olabilir. Zira ABD, bugüne kadar NATO’nun komuta sisteminin büyük bir kısmını üstlenmiş ve ittifakın askeri operasyonlarını yönetmiş, stratejik kararlar konusunda belirleyici bir rol oynamıştır. ABD’nin bu katkısının azalması, NATO’nun komuta ve kontrol mekanizmalarında önemli aksaklıklar yaratma riski taşımaktadır. Böyle bir durum, Avrupa ülkelerinin askeri işbirliğini sağlama ve ittifak içindeki komuta yapısını etkin bir şekilde sürdürebilme açısından ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmalarına yol açabilir.
ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı desteği azaltıp ve NATO’dan ayrılma fikrini savunmaya başlamasıyla birlikte Avrupalı ülkeler, kendileri çözüm yolları geliştirmeye başlamışlardır. Özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın önde gelen ülkeleri, Avrupa’yı ABD’ye olan bağımlılıktan kurtarmak için bir takım diplomatik ve askeri adım atmaya yönelmişlerdir. Bu adımların başında Ukrayna’ya olan desteği artırmak olmuştur. Bu ülkeler, aynı zamanda Avrupa’nın güvenlik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için stratejik planlar oluşturmaya ve savunma politikalarını yeniden şekillendirmeye başlamışlardır. Bu çerçevede tekrar Avrupa Ordusu fikrini gündeme getirmişlerdir. Bu bağlamda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçmişteki duruşuna paralel olarak, Avrupa’nın NATO içindeki ABD etkisinden bağımsızlaşarak kendi güvenlik özerkliğini inşa etmesi gerektiğini vurgulamaya başlamıştır. Fakat Macron’un ifade ettiği Avrupa’nın stratejik özerklik hedefi, uzun vadede kıtanın jeopolitik bağımsızlığını güçlendirmeyi amaçlasa da bu hedefin hayata geçirilmesi sürecinde karşılaşılan pratik engeller, söz konusu amacın ne denli zorlu ve karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır.
Bunun önemli nedenlerinden ilki Avrupa’nın “beyni motoru” olan Almanya’nın Macron’un ileri sürdüğü düşüncelere çekingen davranmasıdır. Bugün Almanya, Avrupa’nın en güçlü ekonomik gücüne sahip olmasına rağmen Avrupa’nın askeri kapasitesini artırma hususunda çekimser davranmaktadır. Almanya, askeri gücünü artırmak yerine diplomatik ve ekonomik araçlarla güvenliği sağlamayı tercih etmektedir. Fakat Berlin’in bu tavrı, Avrupa’nın NATO’dan ve ABD’den bağımsız yeni bir güvenlik yapısının oluşturulmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca Berlin’in bu yaklaşımı, diğer Avrupa ülkeleri için örnek teşkil etmemekte, bunun yerine söz konusu ülkeler, güvenlik stratejilerini büyük ölçüde ABD’nin politikalarıyla paralel olarak belirlemektedirler.
Bir diğer etken ise Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik kaygılarıdır. Baltık ülkeleri ve Polonya gibi ülkeler özellikle Rusya’nın bölgedeki etkisi ve askeri güç gösterileri karşısında güvenliklerini sağlamak adına ABD’nin desteğine büyük ölçüde bağımlıdırlar. Zira bu ülkelere göre NATO’nun zayıflaması, özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin güvenliklerini sağlama konusunda ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Dolayısıyla bu ülkeler, güvenlik açıklarını kapatmak ve dışsal tehditlere karşı koyabilmek için daha fazla askeri destek arayışına gireceklerdir. Bu durum, Avrupa’nın stratejik özerklik ve bağımsız bir Avrupa Ordusu kurma hedeflerinin önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir.
Bir diğer önemli faktör, Avrupalı ülkelerin askeri altyapıdaki eksiklikleridir. Avrupalı ülkelerin bir taraftan savunma kapasitesini artırma çalışırken diğer taraftan da mevcut askeri altyapının modernizasyonu ve güçlendirilmesi konusunda önemli zorluklarla karşılaşma ihtimali oldukça yüksektir. Çünkü bugüne kadar Avrupa’nın askeri gücü ABD tarafından desteklenmiştir. ABD’nin bu desteğini çekmesiyle özellikle askeri üslerin, iletişim ve lojistik ağlarının güncellenmesi, yanı sıra gelişmiş savunma sistemlerinin kurulması gerekliliği, birçok Avrupa ülkesinin stratejik planlarını etkilemektedir. Bu eksiklikler, Avrupa’nın bağımsız bir savunma yapısı oluşturma çabalarını sınırlamakta ve NATO’ya olan bağımlılığı artırmaktadır. Dolayısıyla askeri altyapıdaki bu eksiklikler, Avrupa’nın güvenlik hedeflerine ulaşabilmesini zorlaştıran önemli bir engel teşkil etmektedir.
Son olarak ve en önemlisi, oluşturulması planlanan stratejik özerkliğin ve bağımsız Avrupa Ordusu’nun dümeninde hangi ülkenin oturacağı sorusunun henüz netlik kazanmamış olmasıdır. Bugün her ne kadar AB ve üye ülkeler savunma bütçelerini artırma kararı almış olsalar da bu kararlar yalnızca finansal kaynakları artırmakla kalmayıp aynı zamanda hangi ülke veya ülkelerin liderlik rolünü üstleneceği, Avrupa’nın savunma politikalarını şekillendirecek ana aktörlerin kim veya kimler olacağı konusunda belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. Avrupa’da stratejik özerklik ve bağımsız bir ordu kurma çabaları, aynı zamanda üye ülkeler arasındaki güç dengeleri ve liderlik çekişmeleriyle de karmaşıklaşmaktadır. Bu belirsizlik, Avrupa’nın güvenlik ve savunma yapısının güçlendirilmesi sürecinde önemli bir engel teşkil etmektedir.
Son dönemde Avrupalı ülkeler, karşı karşıya kaldıkları küresel güvenlik tehditleri, ekonomik zorluklar ve jeopolitik değişimlerle paralel olarak alternatif çözüm yolları arayışına girmiştir. Özellikle ABD’nin küresel stratejik rolündeki belirsizlikler ve NATO içindeki dinamiklerin değişmesi, Avrupa’nın güvenlik ve dış politika kararlarında yeni yaklaşımlar geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda AB ve Avrupa ülkeleri, yalnızca ABD ile olan geleneksel ittifaklarını gözden geçirmekle kalmayıp aynı zamanda bölgesel güvenlik meselelerinde Türkiye gibi stratejik ortaklarla daha derin işbirlikleri kurmayı planlamaya başlamışlardır. Zira günümüzde Türkiye’nin coğrafi konumu, askeri kapasitesi, ordusunun modern teknolojilerle donatılmış olması ve bölgesel etkisi, Avrupa’nın güvenliği açısından vazgeçilmez bir aktör haline gelmesine yol açmaktadır. Özellikle Orta Doğu, Kafkasya ve Akdeniz gibi jeopolitik açıdan kritik bölgelerdeki etkinliği, Türkiye’yi yalnızca bölgesel bir güç olmaktan çıkararak Avrupa güvenliği için stratejik bir ortak konumuna taşımaktadır.
Bunun yanı sıra AB’nin savunma sanayiindeki gelişimi ve askeri harcamaları artırma yönündeki adımları, Türkiye’yle potansiyel ortaklıkların önemini giderek artırmaktadır. Türkiye, NATO üyesi olarak AB’yle olan işbirliğini güçlendirerek, bölgesel güvenlik ve kriz yönetimi konularında Avrupa’nın karşılaştığı zorluklara karşı etkili çözüm önerileri sunma kabiliyetine sahiptir. Bu durum, Avrupa’nın güvenlik stratejilerinin şekillendirilmesinde Türkiye’nin stratejik rolünü pekiştirmektedir. Ayrıca Türkiye’nin NATO içindeki konumu, Avrupa güvenliği açısından önemli bir denge unsuru oluşturmaktadır. Ancak NATO’nun zayıflama ihtimali, Avrupa güvenliğinde yeni güç boşlukları yaratmaktadır. Bu noktada Türkiye, AB ile NATO üyeleri arasında bir köprü işlevi görme potansiyeline sahiptir.
Özellikle Rusya’nın Orta Doğu, Kafkasya ve Doğu Akdeniz’deki artan jeopolitik nüfuzu karşısında Türkiye, dengeleyici bir güç olarak konumlanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin askeri kapasitesi ve diplomatik hamleleri, Avrupa güvenlik politikalarının yönünü belirleyebilecek temel unsurlar arasında yer almaktadır. Türkiye, küresel güvenlik ortamındaki dönüşümler doğrultusunda bağımsız savunma stratejisini şekillendirirken, Avrupa’yla daha derin stratejik işbirlikleri geliştirme potansiyeline sahiptir. Savunma sanayiindeki gelişimi ve askeri kapasitesinin artışı, AB ile ortak projeler geliştirme ve güvenlik işbirliklerini artırma fırsatlarını beraberinde getirmektedir.
Öte yandan ABD’nin Avrupa güvenliği üzerindeki etkisinin azalması, Avrupa’yı kendi bağımsız güvenlik stratejilerini geliştirmeye zorlamaktadır. Bu süreçte, askeri harcamaların artırılması, işbirliklerinin derinleştirilmesi ve AB’nin savunma altyapısının güçlendirilmesi gibi unsurlar ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin sürece dahil edilmesi, Avrupa güvenlik mimarisinin daha sağlam temeller üzerine oturtulmasını sağlayabilir. Ancak bu entegrasyonun yalnızca askeri alanla sınırlı kalmayıp diplomatik ve ekonomik boyutları da içerecek şekilde genişletilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla AB açısından Türkiye’nin Birliğe dahil edilmesi, bölgesel ve küresel güvenliğin sağlam temeller üzerine inşa edilmesine katkı sağlayacak bir adım olabilir.