Başkan Donald Trump’ın Suriye’den Amerika Birleşik Devletleri (ABD) askerlerini çekeceğini açıklamasının ardından Ortadoğu satrancında hangi aktörün nasıl bir hamle yapacağı bütün kamuoyu ve karar alıcıların ortak gündemiydi. Kimilerine göre güç boşluğu ve belirsizlik kimilerine göre ise stratejik bir taktik hamle olan kararın ardından ABD’de Trump’ın kararını desteklemeyen Savunma Bakanı James Mattis ve DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk gibi üst düzey önemli isimlerin istifası da ayrı bir gündem oluşturmuştu. Amerikan iç kamuoyu ve politika süreci bağlamında Başkan Trump’ın seçmen kitlesi ve vatandaşlarına verdiği vaatler arasında yer alan bu kararın esasında Ortadoğu’dan tamamen ve özellikle politik anlamda çekilme anlamına gelmediği ilk andan itibaren bilinen bir durumdu. Bu noktadaki belirsizlik ABD’nin Suriye politikasında aktörlerle ilişkilerinin nasıl bir hal alacağı hususuydu.
Türkiye açısından meseleye bakıldığında asker çekme kararı; ABD’nin karşısında oluşan Moskova-Tahran-Ankara bloğunu etkisizleştirmek, hatta çözülmesini aktive etmek ve Türkiye’nin harekât veya operasyon planlarını sekteye uğratmak ve bölgenin istikrarsızlaşması suretiyle Kuşak-Yol Projesi’ne kısmen darbe vurmak gibi potansiyel negatif durumları da içermekteydi. Kararın ardından Türk kamuoyunda oldukça yanlış bir biçimde ABD dostluğu ve bunun bir göstergesi olarak yorumlanan taktik hamle ile bölgede Kürt kartını kullanan terör örgütlerinin yalnız bırakıldığı şeklinde gerçeklikle örtüşmeyen tespitler de söz konusu olmuştu. Bu tespitlerin beyhude oldukları Başkan Trump’ın konuyla ilgili son tweetinde açıkça görüldü. ABD Başkanı unvanıyla kısmen resmi açıklama anlamına gelebilecek en azından bir niyet beyanı olarak okunacak sosyal medya mesajında Kürtlerin vurulması halinde Türkiye’yi ekonomik yönden mahvetme tehdidi yer almıştır. Ayrıca Trump aynı mesajda Kürtlerin de Türkiye’yi provoke etmemesi talimatını vermiştir.
Diplomatik teamüllerden çok uzak ve küstahça yapılan bu açıklamaya karşı Ankara’nın cevabı ise diplomatik usullere ilişkin hassasiyetler gözetilerek sert bir tondan verilmiştir. Üst düzey karar alıcılar ve siyasi organizasyonların liderlerinin de kahir ekseriyetinin aynı noktada yer aldığı tepkilerin temelinde Türkiye’nin milli güvenliğinden taviz vermeyeceği hassasiyeti ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca Türkiye’nin Kürt etnisitesine karşı herhangi bir operasyona girişmeyeceği de açık olarak beyan edilmiş olup bölgedeki terör örgütleriyle mücadelenin aksatılmayacağı kararlılığı vurgulanmıştır. Washington tarafının Ankara’nın tepkisine karşı an itibarıyla herhangi bir değerlendirme veya karşı cevapta bulunmaması da dikkat çekici bir diğer husustur.
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un Ankara ziyareti öncesi yaptığı açıklamalarla gerilen ilişkilerin Başkan’ın tweetiyle daha da kötü bir hal alacağının kaçınılmaz olduğuna dair herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Bu şüphenin söz konusu olmamasının sebebi ise sadece iki devlet arasında özellikle Suriye politikalarındaki farklılıklardan kaynaklı son dönem gerginlikler değildir. Esasında Türkiye-ABD ilişkilerinin yapısal bir dönüşüme girdiği söylenebilir. Soğuk Savaş parametrelerinin tamamen ortadan kalktığı gerek aktör gerekse politika stratejilerinde önemli dönüşümlerin olduğu günümüzdeki uluslararası sistemde iki müttefik devletin ilişkilerinin stabiliteden uzak olduğu görülmektedir. Artık ortak düşman ve değişmeyen koşullardan ziyade çok sayıda dost ve düşmanın aktör olarak yer aldığı ve sürekli değişkenlik gösteren koşulların varlığına bağlı olarak inişli çıkışlı bir ilişki sistematiğinin varlığı söz konusudur.
Yeni dönemi ve şartları kabullenme noktasında oldukça zorluk çeken ABD’li karar alıcılar başlarda Ankara’yı iç siyasi müdahaleler ve diğer enstrümanlarla hizaya çekmeye çalışmışlar ancak başarılı olamamışlardır. Bu şekilde sonuç alamayacağını anlayan Washington yönetimi Türkiye’ye karşı başka aktörleri denge ve baskı unsuru olarak kullanma seçeneğini devreye sokmuştur. Ancak ABD yönetiminin bu stratejisi de istenilen sonuçları vermediği gibi Türkiye’yi de kaybetme riskini beraberinde getirmiştir. ABD ile ilişkilerin gerginleşmesi Rusya, İran, ABD ile sorunlu Batı ülkeleri ve hatta Çin ile Türkiye arasında kuvvetli bağların oluşmasını tetiklemiştir. Bütün hamleleri başarısız olan ABD günümüzde ise artık açıktan ve doğrudan Türkiye karşıtı politik söylemlere müracaat etmeye başlamıştır. Bu noktada ise Türkiye açısından en sorunlu alan olan ekonomi seçilmiş ve Türkiye test edilmeye başlanmıştır.
Sonuç olarak özet bir değerlendirme yapılması halinde Başkan Trump’ın açıklamasının iki açıdan hatalı olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. Birincisi bölgedeki Kürt halkın PYD-YPG terör örgütü arasındaki ayrımın yapılmaması, ikincisi ise Türkiye’nin bölgedeki operasyonları herhangi bir etnik grubu değil uluslararası güvenliğe en büyük tehditlerin başında gelen terör örgütlerini hedef aldığıdır. Ayrıca daha önce de aynı ekonomik şantajlara ve kısmen suikastlara maruz kalan Türkiye’nin bu anlamda dirençli olduğu gerçeği de göz ardı edilmiştir. Son bir husus ise bu tarz provokatif açıklamalar Türk kamuoyunda milli birliği daha da pekiştirip zaten oldukça yüksek sevilerde olan Amerikan karşıtlığını iyice körükleyeceği gerçeğidir.