Analiz

ABD’nin Uluslararası Kurumlardan Çekilmesi ve Sivil Toplumun Yükselen Rolü

ABD'nin küresel kurumlardan çekilmesi, bu yapıların geleceğini yeniden şekillendirebilir.
Sivil toplumun artan katılımı, çok taraflılığa yeni bir soluk getirebilir.
BM’nin kapsayıcılığı güçlenirse, halklar arası dayanışma da yeniden inşa edilebilir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) küresel kurumlara karşı son dönemdeki tutumu, uluslararası düzen açısından ciddi yankılar yaratmıştır. Trump yönetiminin ikinci döneminde aldığı kararlarla ABD, hem Paris İklim Anlaşması’ndan hem de Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekilme kararı almıştır. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’yle (BMİHK) olan ilişkileri sonlandırmış, küresel vergi anlaşmalarına dair müzakereleri terk etmiş ve Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkililerine yaptırım uygulamıştır.[1] Bu gelişmeler, yalnızca ABD’nin dış politikasının bir yön değişikliğini değil, aynı zamanda çok taraflılık ilkesinin temelini oluşturan kurumlara olan güvenin de sarsıldığını göstermektedir.

Küresel sistemde güçlü devletlerin uluslararası kurumları terk etmesi, yalnızca o kurumların işleyişini değil, aynı zamanda daha geniş ölçekte küresel yönetişimin doğasını da dönüştürmektedir. Bu çekilmeler, çok taraflı kurumların meşruiyetini sarsmakla kalmamakta; aynı zamanda karar alma süreçlerini daha da merkezileştirerek küçük ve orta ölçekli devletlerin etki alanını daraltmaktadır. Ortak çözüm arayışları yerine bölgesel ittifaklara ve ideolojik bloklara dayanan alternatif yapılar ortaya çıkar. Bu da uzun vadede, küresel işbirliğinin yerini ulusal önceliklerin çatışmasına bırakma riskini doğurmaktadır.

ABD’nin bu tür adımları, elbette yalnızca sembolik değildir. ABD’nin küresel sistemdeki ağırlığı, ekonomik ve siyasal etkisi düşünüldüğünde, uluslararası kurumlara yönelik katılım ya da çekilme kararları dünya genelinde dalga etkisi yaratmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) sistemi içinde devletlerin hukuken eşit olması gerektiği ilkesi yer alsa da fiiliyatta büyük güçlerin kararları bu dengeyi değiştirebilmektedir. Örneğin, DSÖ’den çekilme kararı uygulamaya konulursa, 2026 itibarıyla bu kurum ABD’nin katkılarından mahrum kalacaktır. Oysa ABD, DSÖ bütçesinin yaklaşık %18’ini karşılamakta ve bu desteğin kesilmesi halinde kurumun bazı faaliyetlerinde daralma yaşanması kaçınılmaz hale gelebilir.[2]

Bu noktada, yalnızca finansal bir boşluk değil, aynı zamanda küresel güç dengelerinde de dikkat çekici bir değişim yaşanmaktadır. Çin gibi küresel aktörlerin boşalan alanlara yönelmesi, uluslararası normların evrimini hızlandırmakta ve bu kurumların temsil ettiği değerlere ilişkin yeni tartışmalara zemin hazırlamaktadır. Örneğin, ABD’nin UNESCO’dan çekilmesinin ardından Çin’in katkılarını artırarak üst düzey yönetime daha görünür biçimde dahil olması, bu dönüşümün somut bir göstergesidir. Benzer eğilimlerin DSÖ veya BMİHK gibi daha kritik yapılarda da gözlemlenmesi, çok taraflılık ilkesinin geleceği açısından dikkatle izlenmesi gereken bir sürece işaret etmektedir.

ABD’nin bu tutumunun diğer devletleri de cesaretlendirdiği görülmektedir. Arjantin’de Trump hayranı olarak bilinen Başkan Javier Milei, DSÖ’den çekileceklerini açıklamıştır.[3] Aynı şekilde Macaristan ve İtalya gibi ülkelerde de benzer eğilimler dillendirilmeye başlanmış, İsrail ise BMİHK ile ilişkilerini ABD ile paralel olacak şekilde sınırlamıştır. Bu tür zincirleme çekilmeler, uluslararası kurumların meşruiyetinin zamanla sorgulanmasına sebebiyet verebilir.

Tam da bu noktada sivil toplumun sürece aktif biçimde dahil olması, küresel yönetişim açısından umut verici bir gelişme olarak öne çıkmaktadır. “Sesi Aç, Sivil Toplum” girişimi ile Uluslararası Sivil Toplum İttifakı’nın yayımladığı 2025 Sivil Toplum Raporu, mevcut çok taraflılık krizine karşı katılımcı ve kapsayıcı bir çözüm önerisi sunmaktadır.[4] Girişim kapsamında, BM’nin halkla daha bütünleşik, şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya kavuşabilmesi için uygulanabilir öneriler sıralanmıştır. Bu öneriler arasında dijital teknolojiler aracılığıyla katılımın artırılması, internet erişimi olmayan grupların sürece dahil edilmesi, sivil toplum adına özel bir BM temsilcisinin atanması ve her yıl düzenlenecek bir “Sivil Toplum Günü” ilan edilmesi gibi somut adımlar dikkat çekmektedir. 

Kriz zamanlarında sivil toplumun yalnızca muhalif değil, aynı zamanda yapıcı ve dönüştürücü bir aktör olarak öne çıkması oldukça anlamlıdır. Bugün dijital platformlar aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki sivil toplum kuruluşları, yalnızca yerel değil, küresel ölçekte çözüm önerileri geliştirmektedir. Örneğin, iklim adaleti, dijital haklar ya da göçmen koruma gibi alanlarda geliştirilen çok paydaşlı girişimler, devletlerin hareket alanını genişletmekte ve kamu politikalarını daha katılımcı hale getirebilmektedir. Bu örnekler, BM gibi uluslararası kurumların da sivil toplumla daha derin bir işbirliği içinde yeniden yapılandırılabileceğini göstermektedir.

Bu öneriler, yalnızca teknik düzenlemeler değil; aynı zamanda sistemin meşruiyet krizine karşı toplumsal bir yanıt niteliği taşımaktadır. BM gibi bir kurumun halkla daha fazla bağ kurabilmesi, yalnızca devletler arası ilişkilerin değil, halklar arası dayanışmanın da yeniden inşa edilmesi anlamına gelir. Ayrıca BMİHK üyelik seçimlerinin rekabetçi hale getirilmesi, veto yetkisinin sınırlandırılması gibi yapısal öneriler, kurumların etkinliğini ve hesap verebilirliğini artırma potansiyeline sahiptir.

Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer mesele de BM Genel Sekreterliği gibi sembolik ve aynı zamanda stratejik öneme sahip bir pozisyonun nasıl belirlendiğidir. Sivil toplumun başlattığı “8 milyar için 1” kampanyası, bu sürecin daha açık, kapsayıcı ve liyakate dayalı şekilde yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır.[5] Bugüne kadar hep erkeklerin yürüttüğü bu göreve, feminist değerlere sahip bir kadının getirilmesi yönündeki çağrı ise sadece cinsiyet eşitliği bağlamında değil, aynı zamanda BM’nin değişen dünyaya uyum sağlayabilmesi açısından da dikkat çekicidir.

Sonuç olarak yaşanan bu süreç, uluslararası sistemin önemli bir eşiğe geldiğini göstermektedir. Büyük güçlerin giderek daha fazla içine kapandığı ve küresel sorunları ulusal çıkarlarla sınırlı biçimde ele aldığı bir dönemde, çok taraflılık ilkesi ağır darbeler almaktadır. Ancak bu kriz, aynı zamanda bir dönüşüm fırsatını da beraberinde getirmektedir. Sivil toplumun önerdiği reformlar, bu dönüşümün daha kapsayıcı, adil ve demokratik bir yönde gerçekleşmesini sağlayabilir. Bu nedenle BM’nin yalnızca devletlerin değil, aynı zamanda halkların ve sivil toplumun da evi haline gelmesi, geleceğin barışçıl ve dayanışmacı düzeni için atılacak en önemli adımlardan biri olabilir.


[1] Firmin, Andrew. “Civil Society’s Reform Vision Gains Urgency as the USA Abandons UN Institutions.” Global Issues, https://www.globalissues.org/news/2025/04/02/39495, (Erişim Tarihi: 06.04.2025).

[2] Aynı Yer.

[3] Aynı Yer.

[4] Aynı Yer.

[5] Aynı Yer.

Ali Caner İNCESU
Ali Caner İNCESU
Ali Caner İncesu, 2012 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olmuştur. Eğitimine Kapadokya Üniversitesi Turist Rehberliği ön lisans programında devam etmiş ve 2017 yılında mezun olmuştur. 2022 yılında Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nde Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği alanlarında yüksek lisans eğitimlerini başarıyla tamamlamıştır. 2024 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde University of Maryland Global Campus (UMGC) Siyaset Bilimi lisans programından mezun olmuştur. 2023 yılı itibarıyla Kapadokya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir.2022 yılında Paraguay Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nde (Ankara) özel danışmanlık görevi de yürüten İncesu, ileri seviyede İspanyolca ve İngilizce bilmekte olup İngilizce ve İspanyolca dillerinde yeminli tercümandır.Çalışma alanları Latin Amerika, uluslararası hukuk ve turizmdir.

Benzer İçerikler