22 Nisan 2019 tarihinde Beyaz Saray tarafından İran’a yönelik yaptırımlar hususunda Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 8 ülkeye tanınan muafiyetin uzatılmayacağının açıklaması, Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerin nasıl şekilleneceği sorusunu gündeme getirmiştir. 2 Mayıs 2019 tarihinde ise yaptırımlar, ilk aşamada muaf tutulan söz konusu devletleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Tam da bu ortamda Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimin artması beklenirken, önce 2 Mayıs 2019 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Suriye Özel Temsilcisi olan James Jeffrey Türkiye’yi ziyaret etmiş, sonra da Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye’ye gelmek istediği açıklanmıştır. Dahası 6 Mayıs 2019 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Genel Sekreteri John Stoltenberg’in de Türkiye’yi ziyaret edeceği duyurulmuştur. Dolayısıyla Washington, bir yandan kendi imkânlarıyla diğer taraftan da başında bulunduğu savunma paktı aracılığıyla Türkiye’ye yönelik bir ikna seferberliği başlatmıştır. Şüphesiz bu ikna turlarının hedefi, Türkiye’nin dış politika yönelimlerinin değiştirilerek Batı’nın istediği çizgiye getirilmesidir. Zira son dönemde Ankara’nın güvenlik politikalarında algılanan tehdidin yönü farklılaşmış[1] ve Türkiye, Doğu’yla ittifak yapmaya yönelerek Amerikan saldırganlığını dengelemeye odaklanmıştır.
Ankara’nın Doğu’ya olan yöneliminin, özellikle de Rusya ve İran’la olan yakınlaşmasının merkezinde Astana Süreci yer almaktadır. Bahse konu olan sürecin Suriye odaklı gelişmelerin tartışıldığı bir platform olması, Jeffrey’in Türkiye ziyaretini daha da anlamlı bir hale getirmektedir. Nitekim Jeffrey’in “Görüşmeler pozitif ve yapıcıydı. Suriye konusunda ortak endişelerimizi ele alma konusunda ilerleme kaydetmeye devam ediyoruz.”[2] şeklinde açıklamada bulunması da ABD’nin temel hedefininin Ortadoğu’daki prestijini kaybetmesine yol açan Astana Formatı’nı sabote etmek olduğunu göstermektedir. Benzer bir durumu ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi’ni belirleme sürecinde de görmek mümkündür. Çünkü Trump tarafından bu göreve David Sutterfield aday gösterilmiş ve Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde de mevzubahis ismin adaylığı onaylanmıştır. Senato Genel Kurulu’nun da kabul etmesi halinde Ankara Büyükelçisi olarak atanacak olan Sutterfield’ın Astana Süreci’ne ABD Gözlemcisi olarak katılan isim olduğu düşünüldüğünde, Beyaz Saray’ın amacını anlamak kolaylaşmaktadır.[3] Üstelik Mısır, Lübnan, Suriye ve Tunus gibi ülkelerde diplomatik görevler yapmış bir isim olan Sutterfield’ın Türkiye’ye gönderilecek olması, örtülü bir “tehdit” niteliği de taşımaktadır.
Görüldüğü üzere Washington yönetimi, Ankara’yı hem sözde “dostane” mesajlar içeren ziyaretlerle ikna etmeye çalışmakta hem de ikna edemeyeceği noktada başvurabileceği sert politikaların işaretlerini vererek aba altından sopa göstermektedir. Uzun yıllardır görüntülenmeyen ve hayatta olduğu tartışma konusu olan terör örgütü Devletü’l Irak ve’ş Şam (DEAŞ) Lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin “Türkiye vilayeti” yazılı bir görselle olan fotoğrafının örgüt tarafından servis edilmesi de ABD’nin Türkiye’ye karşı DEAŞ’ı vekil aktör olarak kullanabileceğinin işareti şeklinde yorumlanabilir. Neticede ABD’li yetkililerce gerçekleştirilen ve gerçekleştirilecek olan üst düzey ziyaretler, Türkiye’nin rızasını kazanmayı amaçlasa da Ankara’nın ikna edilemeyeceği düşüncesi Beyaz Saray’a hükmetmekte ve Washington, B Planını hazır tutmaktadır.
Bu noktada üzerinde tartışılması gereken soru ise mevzubahis ziyaretler sonucunda Ankara’nın ikna edilmesinin mümkün olup olmayacağıdır. Her ne kadar konjonktürel gelişmeler olumlu bir hava oluştursa ve ilişkilerde eski müttefiklik günlerine dönüleceğine işaret etse de taraflar arasında yapısallaşmaya yüz tutan meseleler bulunmaktadır. Çünkü Türkiye, ABD’nin kendisini kuşatmaya çalıştığının farkındadır.
Bahse konu olan kuşatma durumunu açmak gerekirse, ilk olarak terör örgütü Partiya Yekîtiya Demokrat-Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) ve onun silahlı kanadı olan Yekîneyên Parastina Gel-Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) ABD’den gördüğü desteğe bakılmalıdır. Bilindiği gibi Washington yönetimi, PYD’ye hem silah desteği sağlamakta hem örgütün Suriye’nin kuzeyindeki varlığını sürdürmesi için bahsi geçen terör yapılanmasını korumakta hem de örgüt üyesi teröristlere eğitim vermektedir. Her ne kadar Beyaz Saray tarafından bu destek, “İran’a karşı” denilerek konjonktürel bir ittifak şeklinde nitelendirilse de ABD’nin PYD aracılığıyla Türkiye’yi güneyden kuşatmak istediği açıktır. Üstelik Romanya ve Bulgaristan’ın 2007 yılında NATO’ya üye olması aracılığıyla Karadeniz’in bir NATO Gölü’ne dönüştürülmesi ve bahse konu olan örgütün gerek ABD’nin liderliğindeki bir yapıya sahip olması gerekse de üyesi olmasına rağmen Türkiye’nin mevcut lideri ile kurucu liderini kendi tatbikatında hedef tahtasına koymuş olması, Türkiye’ye yönelik çevrelemenin yalnızca ülkenin güneyiyle sınırlı kalmadığını gözler önüne sermektedir.
Dahası Türkiye’nin güneyindeki durum da PYD unsurlarıyla sınırlı değildir. Çünkü Doğu Akdeniz’de ABD’nin müttefikleri olan İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de Türkiye karşıtı bir ittifak oluşturmaya çalıştığı bilinmektedir. Ayrıca Amerikalı Senatör Bob Menendez’in GKRY’ye uygulanan silah ambargosunun kaldırılmasını içeren öneriyi Senato’ya sunması da gözden kaçırılmamalıdır. Bununla birlikte Menendez, mevzubahis öneriyi takiben GKRY’yi de ziyaret etmiş ve bu ziyarette, GKRY’nin NATO üyeliği ile bu ülkede NATO üssünün kurulması gibi konular konuşulmuştur.[4] Kısacası ABD, tüm gücünü kullanarak Türkiye’yi jeopolitik bir kıskacın içine almak istemektedir.
Yukarıda belirtilen gelişmeler, Türkiye’nin algıladığı tehdidin yönünün değişmesinde etkili olan başlıca faktörlerdir. Anlaşılacağı üzere, Ankara’nın bu şartlarda S-400’leri satın alma hususundaki kararlılığının değişmesi de İran’a uygulanan yaptırımlara dahil olmayı kabul etmesi de beklenmemelidir. Aksine Ankara, Tahran’la olan ticaretini sürdürebilmek için INSTEX benzeri bir mekanizmanın kurulması için çaba harcamaktadır.[5] Dolayısıyla Ankara ile Washington arasında aşılması zor sorunlar bulunmakta olup; bunlar birkaç görüşmeyle geride bırakılacak meseleler değildir. Neticede Amerikalıların Türkiye’ye gerçekleştirmekte olduğu ziyaretler, Ankara’nın rızasını kazanmayı amaçlasa da bu hedef, mevcut şartlarda başarısızlığa mahkum gözükmektedir. Bu da Washington’un elindeki baskı unsurlarıyla birlikte düşünüldüğünde, yapılan diplomadik temaslar, yaşanacak çok daha sancılı günlerin habercisi olarak yorumlanabilir.
[1] “ABD Saldırmayacaksa Neden korkuyor? Türkiye’ye S-400 İşte Bunun İçin Şart”, Yeni Akit, https://m.yeniakit.com.tr/haber/abd-saldirmayacaksa-neden-korkuyor-turkiyeye-s-400-iste-bunun-icin-sart-702789.html, (Erişim Tarihi: 03.05.2019).
[2] “ABD: Jeffrey’in Türkiye’deki Görüşmeleri Pozitif ve Yapıcıydı”, Yeni Şafak, https://www.yenisafak.com/dunya/abd-jeffreyin-turkiyedeki-gorusmeleri-pozitif-ve-yapiciydi-3469149, (Erişim Tarihi: 03.05.2019).
[3] “ABD’nin Ankara Büyükelçisi Adayı Satterfield’a Komiteden Onay”, Yeni Şafak, https://www.yenisafak.com/dunya/abdnin-ankara-buyukelcisi-adayi-satterfielda-komiteden-onay-3469154, (Erişim Tarihi: 03.05.2019).
[4] “Kongre’nin Güney Kıbrıs Adımlarına KKTC’den Tepki, Amerika’nın Sesi, https://www.amerikaninsesi.com/a/kongrenin-guney-kibris-adimlarina-kktcden-tepki/4878158.html, (Erişim Tarihi: 03.05.2019).
[5] “Çavuşoğlu: ABD, İran Kararını Gözden Geçirmeli”, IRNA, http://www.irna.ir/tr/News/3693483, (Erişim Tarihi: 03.05.2019).