2025 yılının Mart ayında yaşanan gelişmeler, Venezuela göç krizinin artık yalnızca insani bir mesele olmaktan çıktığını; aynı zamanda jeopolitik rekabetin, dezenformasyonun ve uluslararası hukukun sınırlarının tartışıldığı karmaşık bir alana dönüştüğünü göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) aralarında Tren de Aragua üyesi olduğu iddia edilen kişilerin de bulunduğu yüzlerce Venezuelalıyı El Salvador’a sınır dışı etmesi, yalnızca Washington ile Karakas arasındaki gerginliği artırmakla kalmamış; aynı zamanda göçün suçla ilişkilendirilmesi ve siyasi amaçlarla kullanılması eğiliminin ne kadar yaygınlaştığını da gözler önüne sermiştir.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Venezuela kökenli Tren de Aragua suç örgütünün üyelerini “terörist” ve “yabancı düşman” olarak tanımlayarak sınır dışı etmesi, dikkat çekici bir dönüşümün parçası olarak görülmektedir.[1] Ancak Venezuela İçişleri Bakanı Diosdado Cabello, Trump’ın açıklamalarına karşılık olarak bu iddiaları reddetmiş ve farklı bir söylem ortaya koymuştur. Cabello, 2023 yılında örgütün etkisiz hale getirildiğini ve sınır dışı edilenler listesinde bu örgüte mensup hiç kimse olmadığını dile getirmektedir.[2]
Bu açıklamalar, uluslararası alanda gerçekliğin değil, söylemin belirleyici olduğunu göstermektedir. Göçmenlerin “suçlu” ya da “terörist” olarak kategorize edilmesi, devletlerin sınır dışı politikalarını meşrulaştırma stratejisi haline gelmektedir. Bu bağlamda ABD’nin sınır dışı etme sürecini meşrulaştırmak için “güvenlik tehdidi” söylemine başvurması, göç yönetiminin gittikçe daha fazla güvenlikçi bir anlayışa evrildiğini göstermektedir.
Trump yönetiminin göçmenlere yönelik sınır dışı etme kararları, “ulusal güvenlik gerekçesiyle uygulanan istisnai hükümler” gibi olağanüstü durumlara özgü, nadiren uygulanan bir yasal zemindir. Bir yandan ABD yargısı bu sürece müdahale ederek uçakların geri çevrilmesini istese de sınır dışı etme işlemleri büyük ölçüde gerçekleştirilmiş durumdadır. Bu durum, ulusal güvenlik gerekçesiyle insan haklarının nasıl ikinci planda kalabileceğini ve hukukun, özellikle de göçmen hukuku sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bir diğer dikkat çekici unsur ise ABD’nin sınır dışı etme işlemlerini doğrudan Venezuela’ya değil, El Salvador üzerinden yapmasıdır. Bu tercihin ardında hem doğrudan diplomatik ilişkilerin zayıflığı hem de göçmenlerin “transit bölgelere” hapsedilmesi stratejisinin yattığı düşünülmektedir. El Salvador’daki yüksek güvenlikli hapishaneye gönderilen göçmenlerin hukuki durumları belirsizliğini korumaktadır.
ABD, Venezuelalı göçmenlere yönelik sınır dışı uygulamalarını büyük ölçüde kendi iç hukukuna dayandırmakta ve bu süreçte ulusal güvenlik söylemini ön planda tutmaktadır. Ancak bu yaklaşım hem Venezuela’daki yetkililer hem de uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilmekte; söz konusu uygulamaların insan hakları ihlali oluşturduğu ve göçmenlerin söylemler üzerinden kriminalize edilerek sınır dışı edildiği ileri sürülmektedir. Eleştiriler arasında özellikle ABD Anayasası’nda güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde ciddi iddialar öne çıkmaktadır.
Kanada’nın üst düzey sekiz Venezuelalı yetkiliye yönelik aldığı yaptırım kararı, insan hakları ihlalleri ve demokrasinin zedelenmesi olarak yorumlanmaktadır. Ancak Venezuela’nın bu yaptırımları “gülünç” ve “Washington’a yaranma çabası” olarak nitelendirmesi, bölgesel ve küresel düzeyde Venezuela krizine ilişkin ortak bir tutumun hâlâ oluşmadığını göstermektedir.[3] Bu durum, uluslararası toplumun Venezuela’dan kaynaklanan göç hareketlerine yaklaşımında da parçalı ve siyasi çıkarlarla şekillenmiş bir duruş sergilediğini ortaya koymaktadır.
Öte yandan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “bugün Meksika üzerinden Venezuela’ya uçuş yapılmadı” şeklindeki açıklamasının hemen ardından, ilgili uçağın Karakas’a iniş yapmış olması, dezenformasyonun iki taraflı işlediğine işaret etmektedir.[4] Hem ABD hem Venezuela yönetimleri, kamuoyunu yönlendirmek ve meşruiyetlerini güçlendirmek amacıyla söylemleri araçsallaştırmakta; göçmenlerin durumu ise teknik ya da insani bir sorundan ziyade siyasi bir tartışmanın malzemesi hâline gelmektedir.
Göçmenlerin yaşadığı deneyimlerin yalnızca güvenlik, hukuk ya da siyaset bağlamında ele alınması, onların insan onuruna dayalı hak taleplerini görünmez kılmaktadır. Oysa her bireyin ardında bir yaşam öyküsü, travmaları, kayıpları ve geleceğe dair umutları bulunmaktadır. Bu çok katmanlı gerçeklik, toplu sınır dışı uygulamalarının soyutlaştırıcı ve indirgemeci doğasına karşı daha kapsayıcı, bireysel koşulları gözeten ve hak temelli politikaların ne kadar elzem olduğunu ortaya koymaktadır. Göçmenlerin yalnızca sayılarla, statülerle ya da kimlik etiketleriyle değil; özne olarak, yaşama hakkı ve insanlık onuruyla değerlendirilmesi hem hukuki hem de vicdani açıdan daha faydalı bir yaklaşım olacaktır. Aksi hâlde göç olgusu, teknik bir yönetim meselesinden çok insani duyarlılığın aşındığı bir alan hâline gelebilir.
Sınır dışı edilen kişilerin aile fertlerine ve hukuki temsilcilerine erişimlerinin engellenmesi, göçmenlerin maruz kaldığı travmanın yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal boyutlarının da derinleştiğine işaret etmektedir. Özellikle El Salvador’daki yüksek güvenlikli cezaevlerine gönderilen bireylerle ilgili süreçler, yakınlarının akıbeti hakkında bilgi alamayan aileleri derin bir belirsizlik ve çaresizlik içinde bırakmaktadır. Uluslararası insan hakları normları, bireylere adil yargılanma, bilgilendirilme ve hukuki yardım alma gibi temel güvenceler sağlamaktadır. Ne var ki pratikte göçmenlerin bu haklara erişiminde ciddi sınırlamalarla karşılaşıldığı görülmektedir.
Sonuç olarak Venezuela çevresinde gelişen kitlesel göç hareketleri, yalnızca ekonomik sıkıntılar ya da güvenlik kaygılarıyla açıklanamayacak kadar derin ve çok boyutlu bir krize işaret etmektedir. Bu kriz hem bölgesel hem de küresel düzeyde uluslararası sistemin şeffaflık, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi temel ilkeler açısından yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bir yanda güvenlik temelli ve çoğu zaman bireysel risk değerlendirmesi yapılmaksızın uygulanan sınır dışı politikaları, diğer yanda siyasi belirsizliklerin ve iletişim eksikliklerinin şekillendirdiği söylemler arasında kalan göçmenler; devletlerarası ilişkilerin karmaşıklığı içerisinde savunmasız ve belirsiz bir pozisyonda bırakılmaktadır. Bu durum, göç olgusunu yalnızca siyasi ve idari bir mesele olmaktan çıkararak aynı zamanda uluslararası toplumun ahlaki sorumluluğunu da içeren insani bir sınav hâline getirmektedir.
[1] Sequera, Vivian. “Venezuela Minister Says No Tren de Aragua Members among US Deportees”, Reuters, https://www.reuters.com/world/americas/venezuela-minister-says-jailed-deportees-us-not-tied-tren-de-aragua-2025-03-21/, (Erişim Tarihi: 28.03.2025).
[2] Aynı Yer.
[3] Aynı Yer.
[4] Aynı Yer.