Küresel güç dengeleri, Ukrayna Krizi etrafında yeniden şekillenirken; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, Avrupa Birliği (AB) ve Çin arasındaki jeopolitik rekabet daha karmaşık bir boyuta ulaşmıştır. ABD’nin Ukrayna politikası, yalnızca bölgesel bir çatışmayı yönetmekten öte Batı ittifakını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye yönelik stratejik bir hamle olarak değerlendirilmiştir.
AB’nin uluslararası sistemdeki konumu zayıflarken; Rusya ile ABD arasındaki doğrudan müzakereler, Batı içindeki ayrışmaları derinleştirmiştir. Bu durum, Çin’i Avrupa’yla ilişkilerini güçlendirmeye yöneltmiştir. Bu çerçevede ABD’nin Ukrayna’ya yönelik dayattığı ekonomik ve diplomatik hamleler, küresel düzenin yeni bir dönüşüm sürecine girdiğini göstermiştir.
ABD’nin Ukrayna Krizi’ne yönelik attığı adımlar, küresel dengeleri sarsan ve Batı ittifakı içinde ciddi ayrışmalara neden olan bir süreci beraberinde getirmiştir. 27 Şubat 2025 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen ABD-Rusya müzakereleri, Washington’un Avrupa’yı dışlayarak doğrudan Moskova’yla görüşmeyi tercih ettiğini göstermiştir. Bu durum, Trump yönetiminin Batı diplomasisini ikiye bölen ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) geleneksel anlayışını inkâr eden bir politikayı benimseyerek Rusya’yla doğrudan diyalog yoluyla AB’nin uluslararası sistemde daha da zayıflatmaya çalıştığını ortaya koymuştur.
Ukrayna’nın ABD’yle doğal kaynak antlaşmasına çekinceli yaklaşması, Kiev yönetiminin yalnızca ekonomik destek değil, uzun vadeli güvenlik güvenceleri arayışında olduğunu göstermiştir. Ancak ABD, sunduğu ekonomik yardımlar karşılığında Ukrayna’yı tamamen kontrol altına almayı hedefleyen bir süreci işletmektedir. Bu durum ise ABD’nin Ukrayna meselesinde AB’den tamamen bağımsız hareket ettiğini ortaya koymuştur.
Trump yönetiminin Rusya’yla doğrudan diplomasi yürütmesi ve Avrupa’yı dışlaması, Batı’nın geleneksel ittifak yapısına ciddi bir darbe vurmuştur. NATO’nun birleştirici rolünü zayıflatmaya yönelik bu hamleler, ABD’nin Avrupa’dan uzaklaşarak kendi küresel çıkarlarını önceleyen bir stratejiye yöneldiğini göstermiştir. Washington’un Avrupa’ya yönelik %25’lik vergi dayatması gibi ekonomik baskı mekanizmalarını devreye sokması, AB’nin küresel sistemdeki rolünü daha da zayıflatmayı amaçlayan bir stratejinin parçası olarak değerlendirilmiştir.[1]
AB’nin uluslararası arenadaki etkisinin giderek azaldığı, 24 Şubat 2025 tarihinde BMGK’de yapılan oylamayla da gözler önüne serilmiştir. Oylamada 65 ülkenin çekimser kalması, küresel çapta Ukrayna meselesine dair net bir bloklaşma yaşanmadığını ve AB’nin diplomatik etkinliğinin giderek azaldığını ortaya koymuştur.[2] İsrail’in ret oyu vermesi ve Macaristan gibi bir AB üyesinin çekimser kalması, Avrupa’nın birlik içinde hareket etme yeteneğinin zayıfladığını göstermiştir.[3] ABD’nin bu süreçteki politikaları, AB’nin uluslararası sistemde özerk bir güç merkezi olma iddiasına büyük bir darbe vurmuştur.
Moskova, Washington’la doğrudan müzakere masasına oturmayı Batı ittifakını parçalamak için stratejik bir fırsat olarak değerlendirmiş ve İstanbul’da gerçekleşen görüşmeler, Avrupa’yı dışlayan ve Rusya’yı Batı’dan koparmaya çalışan bir girişim olarak okunmuştur. Washington, Moskova’yla temas kurarak Brüksel’i uluslararası sistemde devre dışı bırakmaya çalışırken, Rusya ise bu süreci Batı içindeki bölünmeleri derinleştirmek için kullanmayı hedeflemiştir. ABD’nin Ukrayna’da yaptığını birçok uzman, “neokolonyal” -bir diğer ifadeyle “yeni sömürgeci” ekonomik antlaşmalar olarak yorumlarken, Moskova tarafından Washington’un bölgede tek taraflı çıkarlarını artırmaya yönelik bir hamle olarak değerlendirilip Rusya, bu diplomasi aracılığıyla NATO’nun doğuya genişlemesini sınırlamayı ve Ukrayna’yı Batı’yla entegrasyondan uzaklaştırarak tarafsız bir tampon bölgeye dönüştürmeyi amaçlamıştır. Karadeniz’e erişimini güvence altına almak için mevcut politikalarını sürdüren Moskova, Washington’la müzakere sürecinde hedeflerin başında uluslararası alanda meşruiyet kazanmaya çalışırken, Ukrayna’nın NATO ve AB arasında tarafsız bir statüye kavuşturulmasını ve denize sınırı olmayan bir “kara devleti” hâline getirilmesini jeopolitik bir öncelik olarak görmesi olası senaryo olarak düşünülmektedir. ABD ise Ukrayna’da dolaylı olarak kendisine bağlı bir yönetim inşa etmeye çalışarak ülkenin geleceğini kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlamaktadır.
Bu süreçte ABD’nin Rusya ile Ukrayna üzerinden yürüttüğü müzakerelerin Çin’i yalnızlaştırmayı amaçlayan bir jeopolitik hamle olduğu değerlendirilmiştir. Münih Güvenlik Konferansı’nda Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Avrupa’yı “çok kutuplu dünyada önemli bir kutup” olarak tanımlaması ve “İki taraf rakip değil, ortaktır” şeklindeki açıklaması, Pekin’in Batı’daki ayrışmayı kendi lehine çevirerek Avrupa’yla yeni işbirlikleri geliştirme çabasına işaret etmiştir.[4]ABD’nin Rusya’yla doğrudan temas kurarak AB’yi diplomatik ve ekonomik anlamda yalnız bırakması, Çin’in Avrupa’da kendine alan açmasını sağlamıştır. Pekin, ABD-AB ittifakının kırılgan hâle gelmesini fırsat bilerek Avrupa kıtasında etkisini artırmaya ve stratejik ortaklıklarını güçlendirmeye çalışmıştır.
ABD-Rusya müzakereleri, Ukrayna’yı bölme ve Batı’dan uzak, ABD merkezli bir yaklaşımı benimseyerek AB’yi dışlayan, Rusya’yı kendi tarafına çekerek Çin’i yalnızlaştırmayı amaçlayan bir stratejik hamle olarak değerlendirilmiştir. ABD’nin Ukrayna’ya dayattığı ve nadir toprak elementleri üzerinden ekonomik bağımlılık yaratan antlaşma yönündeki yorumlar, bu sürecin jeopolitik açıdan tarihsel örneklerle benzerlik taşıdığını göstermiştir. Tarihsel bir örneğe değinildiği zaman, Almanya ve Sovyetler Birliği’nin 29 Eylül 1939 tarihli gizli protokolüyle Polonya’yı paylaşmasına benzer şekilde, Ukrayna’nın da bir nüfuz mücadelesine sahne olduğu, ABD’nin bölgedeki ekonomik ve siyasî varlığını güçlendirirken, Rusya’yı AB ve NATO’dan kopuk bir tampon devlet statüsüne itme stratejisi izlediği gözlemlenmiştir.
Bu durum, Batı anlayışında ayrışmalara yol açarak AB’nin uluslararası örgüt statüsüne darbe vurmuş, %25 vergi dayatması gibi ekonomik baskı mekanizmalarıyla AB’yi yıpratma sürecini başlatmıştır. NATO’nun geleneksel anlayışını reddeden bu yeni süreç, ABD merkezli radikal bir dönüşüm yaratarak küresel sistemde kalıcı bir güç dengesi değişimini tetiklemiştir. ABD’nin Rusya ile Ukrayna üzerinden yürüttüğü müzakereler, küresel güç mücadelesinde Batı içindeki dengeleri bozarken, Çin’in Avrupa’da kendine yeni işbirlikleri aramasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler, uluslararası ilişkilerde yeni bloklaşmaların ve güç mücadelelerinin hız kazandığının bir işareti olmuştur.
ABD’nin Ukrayna üzerinden yürüttüğü ekonomik ve diplomatik hamleler, küresel güç mücadelesinin merkezinde yer almaya devam ederken, Washington’un Avrupa’yı dışlayan ve Rusya ile doğrudan temas kurmaya yönelik stratejisi, yeni bir denge politikası oluşturmayı amaçlamaktadır. ABD, Rusya ile sınırlı işbirliği yaparak Ukrayna’nın tam anlamıyla Batı’nın kontrolüne girmesini önlemek ve Moskova’yı kısmen de olsa dengeleyerek Çin’in etki alanını daraltmak istemektedir. Ancak bu süreçte ABD’nin AB’yi devre dışı bırakma eğilimi, NATO’nun geleneksel işleyişine zarar vermekte ve Washington’un küresel liderlik iddiasını yalnızca ekonomik güç üzerinden şekillendirmesine neden olmaktadır. Trump yönetiminin AB’yle olan ekonomik gerilimi artırması ve gümrük vergisi gibi hamlelerle Avrupa ekonomisini baskı altına alması, ABD-AB ilişkilerinde kalıcı bir kırılmaya yol açabilecek ve Avrupa’nın küresel sistemde bağımsız hareket etme arayışını hızlandırabilecektir.
Batı için en olası senaryo, ABD’nin AB’yi dışlamaya yönelik politikalarına karşı yeni bir jeopolitik yönelim arayışına girmesi olacaktır. AB’nin, ekonomik özerklik politikalarını güçlendirmesi ve enerji bağımsızlığı başta olmak üzere ABD’ye olan bağımlılığını azaltacak uzun vadeli planlar oluşturması beklenebilir. Washington’un Ukrayna meselesinde Avrupa’yı dışlaması, AB içinde NATO’nun geleceğine dair tartışmaları da artıracak, Macaristan’da olduğu gibi diğer AB ülkelerindeki radikal sağcı partilerin yükselişiyle birlikte ilerleyen süreçlerde AB içerisinde kırılmaların yeni aşamalarının yaşanabileceği öngörülmektedir. ABD’nin Avrupa’nın güvenliğini sağlamaya yönelik angajmanlarını azaltması, özellikle Almanya’nın savunma harcamalarını artırmasına ve Fransa’nın uzun süredir savunduğu Avrupa Savunma Gücü konseptinin tekrar gündeme gelmesine neden olabilecektir. Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna’daki savaş sonrası pozisyonu, Avrupa’nın NATO ekseninde kalıp kalmayacağı konusunda belirleyici bir faktör olmaya devam edecektir. ABD’nin doğrudan Rusya’yla görüşme sürecine girmesi, Avrupa’da güvenlik garantileri konusunda belirsizlik yaratmış ve AB içindeki bölünmeleri derinleştirmiştir.
Bu jeopolitik denklemde Çin’in en rasyonel hamlesi, Avrupa’da ortaya çıkan boşluğu doldurarak Batı ittifakındaki kırılganlığı avantaja çevirmek olacağı öngörülmektedir. ABD’nin Rusya’yla müzakere sürecine girmesi, Pekin’i küresel sistemde daha temkinli bir strateji izlemeye zorlamaktadır. Çin, AB’yle ticari bağlarını güçlendirerek Avrupa pazarında daha etkin bir konum elde etmeyi ve ABD’nin Avrupa üzerindeki ekonomik baskısını dengelemeyi hedefleyecektir. Çin’in özellikle Fransa ve Almanya gibi ülkelerle ticaret ve yatırım antlaşmalarını genişletme çabaları hızlanabilir. Bu bağlamda Pekin’in Avrupa’daki ekonomik ve teknolojik etkisini artırarak, ABD’nin Batı ittifakı içinde yarattığı bölünmeleri kendi lehine çevirmesi yüksek bir olasılık olarak öne çıkmaktadır. Rusya’nın ABD ile doğrudan müzakere sürecine girmesi ise Çin açısından stratejik bir risk oluşturabileceğinden, Pekin’in Moskova ile ilişkilerini koruyarak Rusya’nın Batı’yla tam anlamıyla uzlaşmasını engellemeye yönelik adımlar atması muhtemeldir. Sonuç olarak ABD’nin Avrupa’yı dışlayan ve Rusya’yla doğrudan müzakere yürütmeye dayalı politikası, küresel güç dengelerinde kalıcı veya geçici olsa dahi uzun vadeli bir değişimlere yol açacağı ve Çin’in Avrupa’daki etkisini artırmasına olanak sağlayacağı düşünülmektedir.
[1] “Tramp Prodlil Deystviye Sanktsiy v Otnoshenii Rossii”, TASS, https://tass.ru/mezhdunarodnaya-panorama/23265255, (Erişim Tarihi: 28.02.2025).
[2] “Resolution Adopted by the General Assembly on 23 February 2023”, United Nations General Assembly, https://docs.un.org/en/a/RES/ES-11/6, (Erişim Tarihi: 28.02.2025).
[3] “UN General Assembly ADOPTS Resolution…”, UN News – X, https://x.com/UN_News_Centre/status/1894064279902437688, (Erişim Tarihi: 28.02.2025).
[4] “A Steadfast Constructive Force in a Changing World”, Ministry of Foreign Affairs The People’s Republic of China, https://www.fmprc.gov.cn/eng/wjbzhd/202502/t20250215_11555665.html, (Erişim Tarihi: 28.02.2025).