Avrupa, 2025 yılında yoğun ve kritik bir olaylarla karşı karşıya kalacaktır. Birçok ülkede gerçekleşecek parlamento, yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca ulusal düzeyde değil, kıta genelinde de siyasi dinamikleri etkileyebilecek öneme sahiptir. Özellikle Avrupa Birliği’nin (AB) karşı karşıya olduğu yapısal ve politik sorunlar, bu seçimlerle birlikte yeniden şekillenecek bir gündeme işaret etmektedir. Yükselen popülizm, ekonomik eşitsizlik, göç politikaları ve iklim değişikliği gibi sorunlar, seçim kampanyalarının ve siyasi söylemlerin merkezinde yer alacaktır.
1. 2025’te Yaşanması Beklenen Zorluklar
2025 yılı, Avrupa için karmaşık bir siyasi ve ekonomik tablo sunacaktır. Uluslararası arenadaki dinamikler, bu durumu daha da çetrefilli hale getirmiştir. Avrupa’nın siyasi parçalanmışlığı, ekonomik kırılganlık ve jeopolitik gerilimler, kıtayı tarihinin en tehlikeli yıllarından biriyle karşı karşıya bırakmıştır. Fransa’daki iç huzursuzluklar, Almanya’daki yaklaşan seçimler ve İngiltere’nin ekonomik sıkıntıları, Avrupa’nın liderlik kapasitesini zayıflatmıştır. Güvenlik, enerji politikaları ve göç gibi temel konularda üye devletler arasındaki bölünmüşlük, birliğin karar alma mekanizmalarını sekteye uğratmıştır.
Uluslararası alanda, Ukrayna’daki savaş ve Orta Doğu’daki gerilimler, Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden iki ana cephe oluşturmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2024 seçimlerini kazanan Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, Avrupa-ABD ilişkilerinde derin değişiklikler getirmiştir. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO)yönelik desteğin azaltılması ve Avrupa’ya karşı korumacı ticaret politikalarının uygulanması, kıtanın güvenlik ve ekonomik çıkarlarını riske atmıştır. Özellikle ABD’nin Ukrayna’ya desteğini kesmesi durumunda, Rusya’nın saldırgan tutumu daha da cesaretlenmiştir.
Orta Doğu’da ise AB, bölgede barış ve istikrarı sağlamak adına çeşitli hedefler belirlemiştir. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından kapsayıcı bir yönetim tesis edilmesi, İsrail ve Filistin arasında iki devletli çözüm çabalarının güçlendirilmesi ve Akdeniz bölgesinde iklim, istihdam ve göç gibi sorunlara çözüm üretilmesi temel öncelikler arasında yer almıştır.Ancak, AB üye devletleri arasında ortak bir vizyon oluşturulmadıkça bu hedeflerin gerçekleştirilmesi zorlaşmıştır.
ABD ve Çin’in yanında AB, üçüncü bir jeopolitik güç olarak görülmektedir. Ancak 2025, bu vizyonu sınayabilir ve birliğin ciddi bir jeopolitik krizle karşı karşıya kalmasına yol açabilir. Bu durum iki temel faktörle şekillenebilir. İlk olarak Pekin-Washington ilişkileri beklenmedik şekilde aniden gerginleşebilir. ABD-Çin rekabeti derinleşirken AB, bu sürecin dışındakalabilir. Birlik, etkili bir politika oluşturmak için hem siyasi iradeden hem de birliktelikten yoksun görünmektedir. Bu durum, özellikle çip arzındaki sıkıntılar gibi ekonomik sorunları daha da derinleştirebilir.
İkinci olarak, Trump’ın başkanlığı, Çin’in Avrupa’yla ilişkilerini yeniden şekillendirmesi için bir fırsat olabilir. Pekin, AB ülkeleriyle birlikte ABD politikalarına karşı daha yakın işbirliğikurabilir. Bazı Avrupa ülkeleri bu işbirliğini memnuniyetle karşılarken, diğerleri Pekin’in niyetlerine temkinli yaklaşarak direnç gösterebilir. Bu zorlu tabloda AB, ABD’ye olan bağımlılığını, Çin’le artan gerilimleri ve iç bölünmeleri yönetmek zorunda kalacaktır. Kararlıbir tutum ve birlik sağlanamazsa 2025 yılı, AB’nin jeopolitik hedeflerinin büyük zorluklarla karşılaştığı bir dönüm noktası olabilir.
Ayrıca 2025 yılında Nordik ve Baltık ülkelerinin bu kapsamlı hazırlık yaklaşımını AB genelinde yaygınlaştırıp yaygınlaştıramayacağı gündeme gelecektir. Avrupa Komisyonu’nun, üye devletlerin farklı kapasitelerini ve politik çerçevelerini göz önüne alarak dirençliliği AB sistemlerine entegre etmesi kritik önemdedir. Ancak siyasi irade, belirleyici bir faktör olmaya devam etmektedir. Nordik ve Baltık ülkelerinin, toplam savunma anlayışını Avrupa’ya ihraç etmesi belirsizdir ama imkânsız değildir. Rusya’dan gelen hibrit saldırıların tırmanması, Avrupa’nın barış dönemi düşüncesini sarsan bir olgudur. Özellikle savunma gerekliliğini artan şekilde fark eden Almanya, yeni hükümeti altında kilit bir katalizör rolü oynayabilir.
2. 2025 Yılındaki Seçim Takvimi
2024 Avrupa seçimleri, kıtadaki siyasi dinamikleri büyük ölçüde şekillendirmiştir. Son yıllarda sağ popülist partilerin hızla yükselmesi ve AB karşıtı söylemlerin daha fazla duyulması, Avrupa’da radikal değişimlerin habercisi olmuştur. Almanya’da, Almanya için Alternatif (AFD) gibi sağcı partilerin giderek güç kazanması, ülkenin geleneksel siyasi yapısını tehdit edebilir. AFD’nin artan popülaritesi, özellikle göçmen karşıtı söylemler ve Euro bölgesinin geleceği hakkında kaygılar, Almanya’nın Avrupa’daki etkisini ve iç politikasını etkilemiş olabilir.
Fransa’da ise aşırı sağcı partilerin güçlenmesi, Emmanuel Macron’un başkanlık döneminin sonlarına yaklaşırken, ülkenin AB’ye karşı daha temkinli bir tavır almasına yol açmıştır. Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Birlik’in (RN) AB karşıtı retoriği, Birlik’in bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşturmuştur. Fransa’nın gelecekteki politikası, AB’nin özellikle ekonomik reformlar ve göç politikalarındaki stratejileri üzerinde doğrudan etkili olmuştur.
Doğu Avrupa ülkelerinde, örneğin Polonya ve Macaristan’da sağ popülizmin hızla güçlenmesi, Rusya’yla olan ilişkilerin giderek daha karmaşık bir hale gelmesine neden olmuştur. Polonya’daki seçimler, Avrupa’nın doğusunda, özellikle Rusya’nın etki alanındaki ülkelerde AB’nin gücünü ve birliğini test etme anlamına gelmiş olabilir. Macaristan, Viktor Orban’ın liderliğinde AB’ye karşı bağımsız bir yol izlerken, Rusya’yla olan güçlü ilişkileri de AB için büyük bir endişe kaynağı olmuştur. Bu ülkelerin politikaları, AB’nin güvenlik stratejilerinin şekillenmesinde belirleyici faktörlerden biri olmuştur.
Güney Avrupa’da, özellikle İtalya ve İspanya gibi ülkelerdeki yerel seçimler de Avrupa’nın geleceğini etkileyen bir başka dinamik olarak öne çıkmıştır. İtalya’da Giorgia Meloni’ninliderliğindeki sağ hükümetin AB karşıtı söylemleri ve yerel seçimlerdeki olası zaferi, Avrupa’nın ekonomik stratejilerinde köklü değişikliklere yol açmış olabilir. Aynı şekilde İspanya’daki siyasi belirsizlik, özellikle Katalonya’nın bağımsızlık meselesi etrafında şekillenen tartışmalar, AB’nin bu tür iç bölgesel krizlere nasıl yaklaşacağı konusunda ipuçları vermiştir. Norveç ve İsveç gibi ülkelerdeki seçimler Avrupa’nın geleceği üzerinde ciddi etkilere yol açmış olabilir. Özellikle Norveç’in AB dışı bağımsız duruşu, ülkedeki popülist akımların güç kazanmasıyla birlikte kıtanın gelecekteki dış politika stratejileri için bir dönüm noktası olmuştur.
2025 yılı, Avrupa’nın politik geleceği için kritik bir dönüm noktası olacaktır. Sağ popülistlerin güç kazandığı ve AB’ye yönelik eleştirilerin arttığı bir dönemde, kıtada daha fazla ayrışma, ekonomik krizler ve sosyal huzursuzluklar yaşanabilir. Bu durum, AB’nin birleşik ve güçlü kalabilmesi için etkili bir siyasi strateji geliştirmeyi zorunlu hale getirmiştir. Avrupa’nın geleceği, sadece liderlerin politikalarına değil, aynı zamanda halkın taleplerine ve endişelerine nasıl yanıt verileceğine bağlıdır. İç bölünmeler ve dış baskılar, Avrupa’nın küresel etkisini azaltmış, bu da kıtanın birliğini koruma çabalarını daha da önemli kılmaktadır. Bu dönemde, merkez sağ ve sol partilerin yanı sıra aşırı sağ ve sol hareketlerin seçmen üzerindeki etkisi büyük bir öneme sahiptir. Seçmen davranışlarındaki kutuplaşma ve değişen tercihler, Avrupa’nın geleceği açısından belirleyici olacaktır. Sonuç olarak 2025 yılı, sadece ulusal siyasi gündemleri değil, Avrupa’nın demokratik yapısını, ekonomik işbirliğinive uluslararası ilişkilerini şekillendirecek kritik bir dönemeçtir.