türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Rusya Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyeti arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması’nın üzerinden 100 sene geçmiştir. Söz konusu antlaşma, Moskova’nın Ankara Hükümeti’ni tanımasına olanak sağlamış ve günümüze kadar sürecek bir dostluğun temellerini atmıştır. Üzerinden uzun yıllar geçse de değerini ve geçerliliğini yitirmeyen; aksine her geçen gün önemi artan Moskova Antlaşması, günümüzde Türk-Rus ilişkilerinin bir “kilometre taşı” olma özelliğini barındırmaktadır.
Bu kapsamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Moskova Antlaşması’ndan bu yana geçen 100 yılda iki ülke arasında yaşananları ve günümüz Türk-Rus ilişkilerini değerlendirmek üzere alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinden alınan görüşleri dikkatlerinize sunmaktadır.
Dr. Öğr. Üyesi Emre OZAN (ANKASAM Türk Dış Politikası Danışmanı)
Konuya dair yaptığı açıklamada Dr. Öğr. Üyesi Emre Ozan, “1921 yılında imzalanan Moskova Antlaşması, Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasında diplomasinin de en az askeri zafer kadar belirleyici olduğunu gösteren bir antlaşmadır. Antlaşmayı, Mustafa Kemal Atatürk’ün başarılı diplomasisinin bir ürünü olarak görmek gerekmektedir. Atatürk’ün diplomasideki başarısı, sadece Milli Mücadele’de değil; Cumhuriyet’in ilanı sonrasında da kendisini göstermiştir. Osmanlı-Rus ilişkileri, tarih boyunca rekabete ve savaşlara sahne olsa da Atatürk döneminde Sovyetler Birliği’yle yakın bir işbirliğine gidilmesi, Türk dış politikasında önemli bir dönüm noktasıdır.” ifadelerini kullandı.
Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasında yeniden düşmanlık ilişkilerinin hâkim olduğunu ve günümüzde de Türk-Rus ilişkilerinde iniş ve çıkışların yaşandığını hatırlatan Ozan, “Fakat her iki tarafın da birbirini düşman ya da rakip olarak gördüğü günler artık geride kalmıştır. Birçok uluslararası sorunda ortaklık ihtiyacı hissedilmektedir. Anlaşmazlık konuları halen önemli olsa da Türkiye ve Rusya son yıllarda tüm sorunlara rağmen ilişkileri belirli bir seviyede tutma becerisini göstermiştir. Bunu Türkiye için değerli bir kazanım olarak görmek gerekir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Hasan KANBOLAT (Ankara Politikalar Merkezi Başkanı)
Moskova Antlaşması’nın iki devlet arasında var olan savaşları bitiren ve günümüze kadar süren istikrar dönemini başlatan bir yapıda olduğunu belirten Hasan Kanbolat, “Antlaşma son derece önemlidir. Karadeniz ve Doğu sınırlarımızın betimleyen bir antlaşmadır. Bu sayede Doğu sınırlarını güvenceye almış olan Türkiye, Batı’ya yönelmiş ve Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte antlaşmanın imzalandığı tarih, henüz imparatorlukların tasfiyesinin tamamlanmadığı bir dönemdir. Dolayısıyla iki devletin birbirlerine güvenmeleri sonucunda antlaşma imzalanmıştır.” diye konuştu.
Moskova Antlaşması’nın iki ülke arasındaki işbirliğine zemin hazırladığını belirten Kanbolat, “Moskova Antlaşması’nın hemen ardından Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu durum, ikili işbirliğini daha da artırmıştır. Söz konusu antlaşma, sadece siyasi ve askeri açıdan değil; iki ülke arasındaki ticari ve sanayi boyutunun temellerini oluşturması bakımından da son derece değerlidir. Bu sebeple de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmalarındandır.” dedi.
Günümüz Türk-Rus ilişkilerine de değinen Kanbolat, “İki ülke arasında siyasi ve askeri ilişkilerin geliştiği görülmektedir. Ekonomik açıdan bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana en önemli ağır sanayi hamlelerinde Sovyetler Birliği’nin olduğu görülmektedir. Bu durum günümüzde de değişmemiştir. Akkuyu Nükleer Santrali’nin açılmasıyla birlikte Türkiye’nin en büyük projesinin Rusya’nın desteği ve sermayesiyle yapıldığı görülmektedir. Ancak iki ülke arasındaki 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefinde, dengeler yine Rusya’dan yana olacaktır. Ayrıca son iki yıldır tarım ve hayvancılık alanında da Rusya’nın ihracatı Türk ihracatını geçmiş durumdadır. Dolayısıyla ticari ilişkilerin daha dengeli olması sadece Türkiye için değil; Rusya için de önemlidir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Prof. Dr. Sait YILMAZ (Esenyurt Üniversitesi-Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler)
Prof. Dr. Sait Yılmaz konuyla ilgili yaptığı değerlendirmesinde, “Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler, özellikle de Astana Süreci’yle birlikte Suriye konusunda işbirliği ve yakınlaşma gösterse de genel olarak Moskova’nın çıkarları ve koyduğu sınırlar çerçevesinde şekillenmekte ve bu da ilişkilerde bazı sorunlara sebebiyet vermektedir. Örneğin Rusya’nın Suriye’de birtakım sınırları bulunmaktadır. Söz konusu sınırlar aşıldığı anda maalesef Türk birliklerine saldırıların gerçekleştiği görülmüştür. Libya’da da benzer bir senaryo yaşanmaktadır. Mevzubahis durum ise Ankara-Moskova münasebetlerinin karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı olmadığını; yani çıkar farklılıklarının bulunduğunu ortaya koymaktadır.” açıklamasında bulundu.
Rusya’yla gerçek bir dostluk ilişkisi içerisinde olmadığımızı belirten Yılmaz, “Bunun en büyük sebebi bahsi geçen durumun Rus kültürüne aykırı olmasıdır. Ruslar, kendilerini Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) birlikte bir hegemon güç gibi görmektedirler. Çünkü Ruslar, Türkler gibi duygusal değildir. Bu noktada Rusya’yı öne çıkaran en önemli özellik, ABD gibi dolaylı olarak değil; örneğin Kırım’ı ilhak etmek, Ukrayna’nın doğusunu işgal etmek gibi doğrudan saldırgan politikalar izlemesidir.” dedi.
Tüm bunlara rağmen son yıllarda Rusya’nın Batı tarafından çevrelenmesiyle ve özellikle de Ukrayna meselesinden dolayı kendisine uygulanan yaptırımlar sebebiyle köşeye sıkıştığını hatırlatan Yılmaz, “Bu köşeye sıkışmışlık nedeniyle Rusya, Türkiye’yle ilişkilerine önem vermeye başlamıştır. Bu davranışının sebebi ise gerek enerji hatlarındaki çıkarları gerekse de ekonomik açıdan Türkiye’yi iyi bir yatırım merkezi olarak görmesidir.” diyerek açıklamalarını tamamladı.
Halil AKINCI (Emekli Büyükelçi)
Emekli Büyükelçi Halil Akıncı, Rus Çarlığı’nın son dönemleriyle ilgili değerlendirmelerde bulunarak, “Rusya Çarlığı zamanında, iki devlet arasında sürekli savaş hali bulunmaktaydı. Rusya, toprak taleplerine ek olarak Sırbistan, Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerin Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını kazanmasına yardım etmiştir. 1920’lere gelindiğinde ise iki ülkede kurulan yeni hükümetlerle birlikte, toprak meselesi gündemden düşmüştür. Üstelik Türkiye, 1878 yılında kaybettiği Kars ve Ardahan’ı geri almıştır. Bir diğer ifadeyle Türkiye, ilk defa toprak kazanmıştır. 1921 yılında imzalanan Moskova Antlaşması’yla ise sınırlar iki ülke arasında değişmez nitelik kazanmıştır. Aynı yılın Ekim ayında Kars Antlaşması’nın Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’la imzalanması da bu durumu pekiştirmiştir.” dedi.
100 yıl önce imzalanan Moskova Antlaşması’yla birlikte Türkiye-Rusya ilişkilerinin geliştiğini vurgulayan Akıncı, “Antlaşma’nın ilk yansıması 1925 yılında imzalanan Türkiye-Rusya Dostluk Antlaşması olmuştur. 1930’lu yıllardaysa, Türkiye’de Ruslar tarafından tekstil sanayi kurulmuş, ilk sanayileşme planı da yine Rusya’nın desteğiyle yapılmıştır. Ancak 1945 yılına gelindiğinde bu antlaşmanın süresi uzatılmamış ve tüm dünyada olduğu gibi iki ülke arasında da Soğuk Savaş başlamıştır. Bununla birlikte Sovyetler Birliği; Boğazlar, Kars ve Ardahan üzerinden hak talep etmiştir.” yorumunu yaptı.
Akıncı, “Soğuk Savaş, 1954 yılına kadar Ankara-Moskova ilişkilerine tüm şiddetiyle yansımıştır. Fakat Josef Stalin’in ölümünden sonra, Sovyetler Birliği’nin toprak ve Boğazlar üzerindeki hak taleplerini geri çekmesi, ilişkilerde bir yumuşama yaşanmasının temeli olmuştur. Bu yumuşama, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in 1960 yılının Temmuz ayında Rusya’yı ziyaret edeceğini açıklamasıyla sonuçlanmıştır. İlginç bir şekilde araya 1960 Darbesi’nin girmesi, 1965 yılına kadar Türk-Rus ilişkilerini tekrar dondurmuştur.” açıklamasında bulundu.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in 1967 yılındaki Rusya ziyaretiyle, Türkiye’deki ağır sanayi hamlesine Moskova’nın katkısının tekrar ağırlık kazandığını hatırlatan Akıncı, “Batılı devletlerin Türkiye’de kurmak istemediği; hatta kurulmasını önlediği alüminyum sanayi, petrol rafinerileri ve demir-çelik tesisleri Rusya’nın verdiği krediyle, karşılığının Türk mallarıyla ödenmesi koşuluyla kurulmuştur. Dolayısıyla 1960’lı yıllarda Soğuk Savaş’ın karamsarlığı atlatılmış ve Türkiye’nin sanayileşmesine en çok katkıda bulunan ülke olarak tekrar Sovyetler Birliği ön plana çıkmıştır. 1980’lere gelindiğinde ilişkiler yeni bir ekonomik boyut kazanmış, bunun da en önemli etkeninin aldığımız doğalgaz bedelinin %70’inin mal ve hizmet olarak ödenmesi olduğu görülmüştür. Bu sayede Türk müteahhitleri Sovyet pazarına girmiştir. Bunu diğer alanlarda atılan adımlar izlemiş ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler gelişmiştir.” dedi.
Akıncı, “1991 yılında, henüz Sovyetler Birliği resmi olarak dağılmadan önce, Rusların 1945 yılında süresini uzatmadığı Dostluk Antlaşması da yeniden imzalanmıştır. İmzalanan antlaşmanın 16. maddesi çok önemlidir. Söz konusu madde, ‘Sovyetler Birliği, Sovyet Cumhuriyetlerinin Türkiye’yle olan ilişkilerini teşvik eder’ şeklindedir. Bu durum, iki ülke arasındaki güven duygusunun üst seviyede olduğunu göstermektedir. Bahse konu olan antlaşma, 1992 yılında; yani Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Rusya Federasyonu’yla yeniden imzalanmış ve 16. maddenin genel çerçevesi korunmuştur.” açıklamasında bulundu.
Gelinen noktada antlaşmaların ve buna bağlı olarak ilişkilerin “zikzaklı” bir seyir izlediğini ifade eden Akıncı, “Taraflar anlaşmaya varılamayan konuları pas geçerek bu ilişkileri sürdürmüş, anlaşılan konular üzerinden de ilişkileri geliştirmiştir. Nitekim bu yaklaşım, iki ülke arasında derin sürtüşmeleri önlemiştir. İlişkiler, bu pragmatik yaklaşımla devam edecektir.” yorumunu yaptı.
Son olarak Akıncı, “Tüm bunlar değerlendirildiğinde, bir yandan çekişmeli; diğer taraftan da uyum içinde gelişen ilişkilerin varlığı görülmektedir. Türkiye, Rusya’yla olan münasebetleri vesilesiyle Batı’yla olan ilişkilerini dengelemeye; Rusya da Türkiye’yi mümkün olduğu kadar Batı’dan uzaklaştırmaya gayret etmektedir. Ancak gelinen noktada, ilişkilerin tonu ve kapsamı üzerindeki belirleyici unsurun Moskova’nın tavrı olduğunu da unutmamak gerekir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Cenk BAŞLAMIŞ (Gazeteci)
Gazeteci Cenk Başlamış, “16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması’nın yıldönümü, ‘Türk-Rus ilişkilerinin 100. Yılı’ olarak Türkiye ile Rusya arasında kutlanmıştır. Türkiye’nin günümüzdeki sınırlarını belirleyen bu antlaşma, tarihi önem taşımaktadır; ancak iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin geçmişi 1490’lara kadar uzanmaktadır. 524 yıl önce başlayan ilişkiler, savaş dönemlerinden dostane ilişkilere kadar farklı süreçlerden geçmiştir. Türk-Rus savaşları, 1568-1918 tarihleri arasındaki 350 yıl içerisinde önemli bir zaman dilimini içermektedir. Zira iki imparatorluk, tam 69 yılı savaş durumunda geçirmiş ve kaba bir hesapla her 25 yılda bir savaşmıştır.” dedi.
Türkiye ve Rusya’nın tarih boyunca birçok kez savaşmasının tesadüf olmadığını hatırlatan Başlamış, “Her iki ülke de aynı bölgede liderlik peşinde koşan hırslı ve iddialı ülkelerdir. Çelişkili gibi görünse de bu durum, iki ülkeyi tarih boyunca sık sık işbirliği yapmaya da zorlamıştır. Söz konusu durumu, ‘karşımda olacağına yanımda olsun’ taktiğiyle açıklamak mümkündür. İşte bu taktik, Türkiye ve Rusya’yı günümüzde de pek çok alanda, örneğin Suriye’de yakın çalışmaya itmektedir. Normal şartlarda Ankara da Moskova da rakibini Suriye sahasında görmek istemeyecektir. Ayrıca zorunlu işbirliğinin üçüncü ülkeleri ilgilendiren bir yönü de bulunmaktadır: İki taraf da karşılıklı ilişkilerini Batı’ya karşı koz olarak kullanma eğilimindedir.” şeklinde konuştu.
Son olarak Başlamış, “Medyada sıklıkla ‘Türk-Rus balayı’ ve ‘Türk-Rus stratejik ortaklığı’ gibi manşetlere şahit olmaktayız. Ancak Ankara-Moskova ilişkileri esas olarak pragmatizmin öne çıktığı ve çıkarların sık sık çatışması nedeniyle bozulma potansiyeli barındıran ilişkilerdir.” diyerek sözlerini tamamladı.