100. Yıl Dönümü’nde “Mart Katliamı”nı Anlamak

Paylaş

Tarih boyunca Azerbaycan Türkleri genellikle Rus ve Fars milletleri tarafından kurulan çeşitli imparatorluklar bünyesinde yaşamlarını devam ettirmiştir. Tarihin çeşitli evrelerinde bahse konu uluslar tarafından sömürgeleştirilmeye çalışılan Azerbaycan Türklerinin kimliksel farklılığı, ötekileştirme ve soykırım gibi olayların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim söz konusu nüfuz ya da baskı çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri, Azerbaycan coğrafyasının çok önemli bir jeopolitik konuma ve birçok yer altı-yer üstü doğal kaynağa sahip olmasıdır. Tüm bu etmenler tarih boyunca söz konusu ülkenin emperyalist güçlerin ilgi odağında kalması sonucunu beraberinde getirmiştir.

1721 yılında Kafkasya’ya doğru ilerlemeyi hedefleyerek; 2 yıl içerisinde Azerbaycan’ın Hazar çevresi de dahil olmak üzere Bakü’yü işgal eden Rus Çarı I. Petro, Azerbaycan halkının sert direncini görünce “Ermeni kartı”nı kullanmış ve Azerbaycan Türklerinin tarihi topraklarına; özellikle de Bakü ve Derbent’e Ermenilerin iskan edilmesi konusunda talimat vermiştir.[1] Çar I. Aleksandr ise 1802 yılında Kafkas Valisi Sisianov’a somut bir talimat göndererek; Ermenilerin mutlaka Azerbaycan hanlıklarının ele geçirilmesi kapsamında kullanılması gerektiğini bildirmiştir. Bu dönemden itibaren bölgede Rusların “böl, parçala ve yönet” stratejisi ile Ermenilerin “Büyük Ermenistan Hayali”nin tetiklediği irredentist politikaları birbirini destekler nitelikte seyir göstermiştir. İrredentizm; dil, din, soy ve kültür birlikteliği olduğu halde herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halkın üzerinden yayılmacılık stratejisi izlenmesi şeklinde tanımlanır.[2] Bölgedeki Ermeni politikaları günümüzde olduğu gibi o dönemde de ancak irredentizmle açıklanabilir.

Azerbaycan’ın bölgedeki başat aktörler olan Ruslar ve Farslar için ayrı bir önemi vardır. Bu bağlamda İranlılar ve Ruslar arasında 1813 yılında imzalanan Gülistan ve 1828’de imzalanan Türkmençay Sözleşmeleriyle Azerbaycan toprakları paylaşılmış ve Azerbaycan’ın makus tarihinin temelleri atılmıştır. Azerbaycan toprakları sistemli şekilde gerçekleştirilen sinsi bir istilanın konusu olmuş ve Ermenilerin Azerbaycan topraklarına göç ettirilme süreci başlamıştır. Aynı politika Sovyetler Birliği döneminde de devam ettirilmiştir. Yaşanan bu gelişmeler ve dış aktörlerin baskıları Azeri-Ermeni milletleri arasında kalıcı bir adavet kavramının oluşmasına sebebiyet vermiştir. Konuyla alakalı araştırmalara bakıldığında yıllarca bu kini ve düşmanlığı tetikleyen esas gücün, o zamanlarda Ermeni kilisesi ile “aydınları”; günümüzde ise bunlara ilaveten Ermeni diasporası ve lobisi olduğu görülmektedir. Ek olarak Güney Kafkasya’ya sahip çıkmak ve Rus İmparatorluğu’nu tekrar tek devlet çatısı altında birleştirme fikri çerçevesinde bölge politikalarını şekillendirmeye çalışan Rus Lider Lenin için Azerbaycan büyük bir öneme sahiptir. Zira gelişen dünya sisteminde Bakü petrolleri ve ülkenin diğer zenginlikleri Ruslar için hayati önem arz etmeye başlamış ve Azerbaycan Türkleri politik çıkarların merkezinde olmaya devam etmiştir.

1920’li yıllara gelindiğinde Hazar, sadece bölge açısından değil dünya ülkeleri arasında da jeostratejik önemi olan bir rekabet alanı halini almaya başlamıştır. Bu yıllarda en önemli jeostratejik güce sahip ülkeler Rusya, Türkiye, Almanya ve İngiltere iken jeopolitik öneme sahip merkezler ise Rusya, İran ve Bakü olmuştur.[3] Söz konusu güçler arasında Kafkasya’da oynanan politik oyuna dayalı küresel emperyalist çıkarlar bölgedeki halklar arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle de Rus Bolşeviklerin o dönemdeki etkili propagandaları Kafkasya’nın güvenliğini büyük oranda sarsmıştır. Ermeni ve Rus asıllı Bolşevikler, Güney Azerbaycan şehirlerinde konuşlanan Rus Orduları arasında bilinçli olarak propaganda yürütmüştür. Bu durumlardan ötürü 1917-1918 yılları arasında Ermeniler tarafından yapılan soykırımlarda en çok zarar gören bölgelerden biri Güney Azerbaycan olmuştur.[4]

1700’lü yıllardan itibaren bölgeyi etkisi altına alan ve artık bir kangren haline gelen bahse konu ayrıştırıcı politikalar 31 Mart 1918 tarihinde yaşanan olaylar dolayısıyla tüm dünyanın gözleri önünde vahim bir soykırım halini almıştır. Ermeniler, Azerbaycanlı Türklere karşı yaptıkları katliam eylemlerini aleni bir şekilde icra etmeye başlamıştır.

Bu dönemde bölgedeki Ermeni askerlerinin durumuna bakıldığında; I. Dünya Savaşı sonrası ittifak devletlerinin imzalamış olduğu Brest-Litovsk ve Zürih Anlaşmalarının ardından İran ve Türkiye cephelerinden geri dönen Rus-Ermeni askerlerin bir kısmı Bakü’ye yerleştirilmiştir. Söz konusu askerlerin sayısı 12 bin civarında olup yüzde 75’i Ermenilerden oluşmaktaydı. Bölgedeki varlığını genişletmek adına Ermenileri destekleyen İngiltere, Fransa ve ABD de söz konusu devlete belli miktarda maddi yardımda bulunmuştur. Şehirdeki Müslüman askerlerin varlığının ise yeterli sayıda olmadığı bilinmektedir. Türk askerilerin sayısının azlığı ve birçok dış aktörün verdiği destek, üst düzey Ermeni general Şaumyan’ın Azerbaycan’ın tüm bölgelerinin kontrol edebilme ve Türk halkını silahsızlandırma yetkisine sahip olmasına sebep olmuştur. Lenin’in himayesine ve Kafkasya’da Şaumyan ile Mikoyan’a güvenen Ermeniler Bakü ve civar kentlerde her türlü taşkınlığı yapmışlardır.

Tüm bu olaylar zincirinin sonucu olarak 1918 yılının mart-nisan aylarında Bakü, Şamahı, Guba, Gence ve Lenkeran’da Ermeniler 50 bin Azerbaycan Türkünü katlederek 10 binlerce insanı kendi yurtlarından göç etmeye zorlamışlardır. Tarihi kaynakların da açık şekilde doğruladığı gibi sadece Bakü’de 30 bin Azerbaycanlı Türk işkenceyle öldürülmüştür. Şamahı’da 58, Guba bölgesinde 122, Karabağ’ın Dağlık bölgelerinde 150, Zengezur’da 115, Erivan eyaletinde ise 211 köy yerle bir edilmiştir.

Bahse konu dönemde dünya üzerindeki tüm aktörlerin Türklerin tarihten silinmesi için çabaladığı gözlemlenmiştir. Bu olaylar Azerbaycan’ın bölgedeki tek müttefiki olan Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı sürece denk gelmiştir. Fakat 1918 yılı itibariyle Osmanlı’nın da desteklediği doğudaki ilk Türk Cumhuriyeti olan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, kuruluşunun ilan edildiği tarih itibariyle bölgedeki dengeleri değiştirmeye başlamıştır. Artık bölgede başkaları tarafından tanınma sorunsalı olan bir cumhuriyet vardı. Bu Türk Cumhuriyeti’nin varlığını özgürce devam ettirebilmesi için dönemin de şartlarına uygun olarak Ermenilerle aynı çatı altında bölgesel entegrasyon içerisinde olması talep edilmiştir. O dönemin Azerbaycan temsilcileri bu durumu hoş karşılamış ve bölgesel bir federasyon kurma yolunda çalışmalar yapmıştır. Ancak söz konusu federasyon dışarıdan bağımsız şekilde kendi içerisinde bir yönetime sahip olamamış düşmanca stratejiler dolayısıyla Azerbaycan tekrar Rusların güdümüne geçmiştir.

Emperyalist güçlerin maşası haline gelen Ermeniler, bu kargaşa dönemini fırsata çevirmek ve “Büyük Ermenistan” hayallerine kavuşmak niyetindeydiler. Bu bağlamda Osmanlı’nın içten dağılmasının en büyük etkenlerinden biri hiç şüphesiz bir zamanlar Osmanlı tarafından “millet-i sadıka” olarak anılan Ermenilerin sadakatsizliği olmuştur. Fransızlar ve daha sonra da Ruslarla işbirliğine giden Ermeniler Osmanlı’yı tabiri caizse arkadan hançerlemiştir. Yine Rusların kontrolünde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) çatısı altında yetmiş yıl bir arada tutulan ve Ermenilerle yakınlaşan Azerbaycan halkına Dağlık Karabağ Savaşı da reva görülmüştür.

Azerbaycan halkı tarih boyunca birçok kez bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için mücadele vermiştir. Bu duruma iki örnek verilebilir; 31 Mart 1918 tarihinde soykırıma maruz bırakılan Azerbaycanlıların kanı dökülerek federal cumhuriyet kurulması ve bu olaylardan ders alınmaması hasebiyle 20 Ocak 1990 tarihinde Bakü Katliamı’nın yaşanmasıdır. Hakikaten de tarihten gereken dersler alınmamış ve dolayısıyla tarih, aktörler değişse dahi aynı düzlemde tekerrür etmiştir. 31 Mart Olaylarından gerekli çıkarımların yapılamaması Hocalı Soykırımı’nı beraberinde getirmiştir. Artık bu gidişe Türk milleti olarak dur demenin vakti gelmiştir. Nitekim bu mesele sadece Azerbaycan’a ait değildir; bahsi geçen Ermeni irredantizminin ana hedefi Türklerdir. Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Türk Cumhuriyetleri Ermeni meselesine olan hassasiyetlerini açıkça göstermekten çekinmemeli ve uluslararası politikada ortak bir tavır sergilenmelidir. Düşmanın silahı dezenformasyon oluşturmak, militarist, irredentist politika izlemek ise Türk milletleri de aynı silahları hasma karşı kullanmalıdır. Bulunduğu coğrafyalarda kendi değerlerine sahip çıkarak bölgesel barış ve işbirliğini sağlamak adına ortak tarih ve değerler paylaşan Türkiye ve Azerbaycan, özellikle siyasi açıdan hassas konularda birlikte hareket etmelidir. Aksi halde Türkler, farklı yıllarda gerçekleştirilen soykırımların hedefi olmaya devam edecektir.

31 Mart Soykırım Olayları Ermenilerin Azerbaycanlılara uyguladığı en geniş çaplı, sistemli ve bilinçli eylem olmasından dolayı yaşanan en büyük tarihi facia ve soykırım eylemi olarak kaydedilmiştir. “Azerbaycanlıların 31 Mart Soykırımı Günü” sadece hüzün-yas günü değildir; tarihten ders alınması gereken bir gündür, milli beraberlik günüdür. Ermenilerin insanlık adına; en azından kendi halkı adına uyguladığı yıkıcı politikalardan vazgeçirilmesi bölgesel barışa hizmet edecektir. Bunun yanı sıra işbirliği imkanlarını arttırma politikaları güdülmesi bölge ve dünya için atılacak önemli bir adımdır. Böylesi bir adım bağlamında bölgede geniş imkân ve fırsatlar mevcuttur.

Bu vesileyle yaşanan olaylarda şehit olan Türk halkını sevgi ve saygıyla anarak; onlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Yaşanan soykırımın dünya kamuoyu tarafından doğru okunması ve tüm gerçekliğiyle objektif olarak yorumlanmasını temenni ediyoruz.


[1] Richmond W., The Northwest Caucasus (Past, Present, Future), Routledge, London 2008, p. 48.

[2] T. Ambrosio, “Irredentism: Ethnic Conflict and International Politics”, Westport: Preager Publishers, 2001, p. 151.

[3]“Алиев И. Каспийская нефть Азербайджана. Москва: Известия”, 2003, 712 c, http://ebooks.preslib.az/pdfbooks/rubooks/ilxm.pdf, (Erişim Tarihi: 25.01.2018).

[4] V. Abışov,  Azerbaycanlıların Soyqırımı (1917-1918-ci iller), Nurlan, Bakü 2007, s. 78.

Doç. Dr. Samir GULİYEV
Doç. Dr. Samir GULİYEV
2001 yılında Selçuk Üniversitesinde lisans, 2004 yılında ise Ankara Üniversitesi Uluslarası İlişkiler bölümünden yüksek lisans eğitimini bitirmiştir. Yüksek lisans tezi olarak savunduğu “Bağımsızlıktan sonra Azerbaycan-ABD ilişkileri” adlı tez kitab olarak basılmıştır. 2004 yılında Qazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimine başlamıştır. 2005-2006 yılları arasında Fransanın Sorbonne Üniversitesinde fransızca dil hazırlığını bitirmiştir. 2007 yılında Fransanın Montesquieu Bordeaux IV Üniversitesinden Siyaset Bilimi üzerine ikinci yüksek lisans yapmış, aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmiştir. 2007-2008 yılları arasında Fransada Bordeaux Science PO-dakı Strateji araştırmalar merkezinde araştırmacı olarak görev yapmıştır. 2008-2017 yılları arasında Azerbaycanda Qafqaz Üniversitesinin Uluslararası İlişkiler bölümünde araştırma görevlisi çalışmaya başlamış, öğretim üyesi olarak görevine devam etmiştir. Aynı zamanda 2010-2015 yılları arasında Azerbaycanda Bakü Slavyan Üniversitesinin Diplomasi ve Dış Politika bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. 2015 yılında “Azerbaycan neft stratejisi ve Kafkasyada güvenlik sorunları” adlı tezi savunarak doktorasını bitirmiştir. 2018 yılında Bakü Mühendislik Üniversitesinin doçenti vazifesini yürütmektedir. Dış politika, Uluslararası politika, Enerji diplomasisi, Güney Kafkasyada güvenlik sorunları, Karadeniz havzasında devetler arasındaki ilişkiler, Bölgesel entegrasyon derslerine girmektedir. Türkçe, İngilizce, Rusca ve Fransızca makaleleri uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmıştır.  2017 yılından itibaren Azerbaycanda Bakü Mühendislik Üniversitesinin Uluslararası İlişkiler bölüm başkanı görevinde çalışmaktadır. Enerji güvenliği, Bölgesel güvenlik sorunları, Petrol, Geopolitik, Bölgesel etnik sorunlar, Azerbaycan dış politikası, Kafkasyadakı sorunlar ve ikili ilişkiler çalışma alanları arasındadır.

Benzer İçerikler