Tarih:

Paylaş:

Almanya Nereye Koşuyor?

Benzer İçerikler

Almanya’nın Chemnitz kentinde hafta sonu düzenlenen festival sırasında çıkan tartışma sonucu bir Alman vatandaşın yaşamını yitirmesi ile başlayan ırkçı protesto gösterileri, şehirde gerilimi arttırmaya devam ederken Berlin, sadece iç politikada değil dış politikada da sıkıntılar yaşıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) özellikle Avrupa’yı hedef alan açıklamaları ise tansiyonu iyiden iyiye yükseltiyor. Bu bağlamda Almanya ‘bağımsız ve güçlü Avrupa’ önceliğini benimsediklerini dile getirse de diğer yandan İdlib konusunda ABD’yle uzlaşı sinyalleri veriyor.

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), makro ve mikro gelişmeler ekseninde Almanya’yı ele alarak yaşanan ırkçı gösterilerinin nereye evrilebileceğini ve ABD-Avrupa ilişkilerinde Almanya’nın rolünü, alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinin görüşleriyle dikkatlerinize sunmaktadır.

Prof. Dr. Ayhan KAYA (İstanbul Bilgi Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

Prof. Dr. Ayhan Kaya, eski Doğu Almanya’ya ait Dresden, Leipzig ve Chemnitz gibi şehirlerin isimlerinin son yıllarda sıkça duyulduğundan bahsederek Almanya’nın Dresden kentinin, 2014 yılı itibariyle “Avrupa’nın İslamileşmesine” karşı bir iddiayla ortaya çıkan Pegida ile anıldığını dile getirdi. Kaya, “Bugün ise Chemnitz, Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e açıklama yaptıracak kadar göçmen karşıtı ırkçı ve Neo-Nazi gösterilerin ve hatta sokak saldırılarının olduğu kent olarak anılır oldu. Bu kentler aynı zamanda AfD partisinin de gücünü giderek arttırdığı yerler olarak karımıza çıkıyor.” açıklamasıyla ırkçılığın ve İslamofobinin eski Doğu Almanya kentlerinde giderek arttığı ifade etti.

Chemnitz’te sağ görüşlü göstericilerin altını çizdikleri sloganın “Daha Fazla Güvenlik” olduğunu belirten Kaya, bu sloganın aynı zamanda çoğunluk tarafından da sahiplenildiğini kaydetti. Ancak, bu bağlamda eski Doğu Almanya eyaletlerinde ve kentlerinde sıklıkla görmeye başladığımız AfD, Pegida ve Neo-Nazi oluşumlarının göç, Müslüman karşıtlığı ve mülteciler gibi nedenlerle açıklanmasının indirgemeci bir yaklaşım olacağına dikkat çeken Kaya, söz konusu oluşumların arkasında yatan nedenleri sıraladı. Kaya, “Asıl sorun 1989 yılında Şansölye Helmut Kohl iktidarında iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana batı ve doğu arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizliğin hala giderilememiş olması, Doğu Almanya kentlerindeki gençlerin sürekli çalışmak veya eğitim için Batı Almanya kentlerine göç ediyor olmaları, demografik olarak Doğu Almanya’nın giderek yaşlanan bir nüfusa sahip olması, yine bu kentlerde yaşayan insanların küreselleşme, kapitalistleşme süreçlerinden olumsuz anlamda etkilenmeleri ve en nihayetinde Almanya’nın artan zenginliğinden yeteri kadar pay alamadıklarına olan inançlarının giderek artıyor olması, bu kentlerdeki artan toplumsal ve siyasal hareketler.” ifadelerini kullandı. Sağ popülist oluşumların ve siyasal aktörlerin, İslamofobist ve göçmen karşıtı bir dil kullandığını da belirten Kaya, bu durumun ulusal ve uluslararası ölçekte bir yankı uyandırdığını da sözlerine ekledi.

Prof. Dr. Barış ÖZDAL (Uludağ Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler-Diplomasi Araştırmaları Derneği (DARD))

Prof. Dr. Barış Özdal, geçtiğimiz günlerde Saksonya Eyaleti’nin Chemnitz şehrinde ırkçı gruplar tarafından gerçekleştirilen gösterilerin ne ilk ne de son eylem olacağını söyledi. Bu gösterilerin Berlin yönetiminin provokasyonu olarak değerlendirilmesinin son derece yanlış bir tespit olduğunu belirten Özdal, “Zaten olaydan çok kısa bir süre sonra Almanya Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert yaşananları sert bir biçimde kınamış ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel de gösterileri “korkunç bir olay” olarak nitelendirmiştir. Üstelik Saksonya Eyaleti Başsavcısı da bir kişinin öldürüldüğü bu eylemler hakkında soruşturma başlatmıştır.” sözleriyle durumun Berlin ile ilişkilendirilmesinin doğru olmayacağını ifade etti. Ayrıca Batı Dünyası’nda yükselişe geçen İslamofobiye de dikkat çeken Özdal, Chemnitz’deki olaylardan dolayı başta Almanya olmak üzere, AB üyesi devletlerin tamamının yeni ve köklü stratejiler geliştirmesi gerektiğini belirtti.

Almanya’nın savunma politikalarında izleyeceği yol haritasını da değerlendiren Özdal, “Konuya Almanya özelinde bakıldığında, bir tutarsızlık varmış gibi gözükebilir. Ancak konuya AB’nin ortak bir dış politika ve güvenlik politikası izleme kapasitesi üzerinden bakıldığında, bu tutarsızlık ortadan kalkmaktadır. Daha net bir biçimde ifade etmek gerekirse, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından uluslararası sistemde kendisine yeni bir kimlik tanımlamaya çalışan AB, 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarından sonra, bu çabasında başarısız olmuştur. Başarısızlığın temel sebebiyse, üye devletlerin güvenlik ve savunma politikalarında bir üst otoriteye; yani AB’ye yetki devrinde bulunmaktan kaçınmalarıdır.” dedi. Ekonomik ve siyasi konularda AB’ye yetki veren üye devletlerin konu İdlib gibi bir güvenlik meselesi olduğunda buna yanaşmadığını vurgulayan Özdal, AB üyesi olan eski Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik ve savunma alanlarında NATO ittifakını ekonomik olarak daha rasyonel bulduklarını; ancak AB’nin artık kendi savunma gücünü oluşturmasının da ihtiyaç haline geldiğini söyledi. Özdal, söz konusu ihtiyacın Almanya ve Fransa gibi aktörler tarafından yüksek sesle dile getirilmeye başlandığını da belirterek “Zira Orta Doğu’da veya Kuzey Afrika’da ya da coğrafi olarak Avrupa’nın yakın çevresinde gerçekleşen herhangi bir olay, AB’yi hem mülteci krizi gibi konularda hem de güvenlik bağlamında etkilemektedir.” açıklamasında bulundu.

Prof. Dr. Mustafa Nail ALKAN (ANKASAM Avrupa Birliği Danışmanı)

Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan, Almanya’daki protesto gösterilerinin dönem dönem yaşandığını ifade etti. Irkçı siyasetiyle gündeme gelen AfD’nin sosyal demokratları geçtiğine dikkat çeken Alkan, AfD gibi bir partinin Hitler döneminden sonra parlamentoya girmeyi başardığını ve “Almanya’nın bir gerçeği” olduğunu kaydetti. Alkan, “Almanya’da sürekli mülteci ve ırkçılık konularında sıkıntılar yaşanıyor ve çözüm bulunamıyor. Bu sene sonbahardaki seçimlerde AfD’nin oylarını alabilmek için diğer partilerin söylemleri de sertleşerek mültecileri hedef alıyor. Hatta neredeyse Merkel’in mülteci politikaları sebebiyle hükümet düşecekti. Almanya’da hükümet sonunu göremeyecek gibi duruyor.” sözleri ile ülkede ırkçı siyasetin giderek popüler bir hal aldığını kaydetti.

Diğer yandan Almanya’nın ABD’ye olan tavrının “ulusal çıkarlar” çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Alkan, Berlin’in Washington’la tüm ilişkilerini bozamayacağını ifade etti. Alkan, “Almanya, bazen ABD’nin yanında bazen de karşısında yer alıyor. Merkel, geçen hafta Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’a gitti. Yani dış politikasında değişik açılımlar peşinde. Hem Ortadoğu’ya sıcak bakıyor hem de diğer ülkelerle ticari ilişkilerini sürdürüyor.” ifadesiyle Almanya’nın kendi çıkarları doğrultusunda bir siyaset izlediğine dikkat çekti. Alkan, Berlin’in bu tavrını tipik bir Avrupa ülkesi taktiği olarak nitelendirerek “Almanya, konjonktür ne gerektiriyorsa onu yürütüyor; askeri konularda değil, genelde ekonomik ya da diplomatik söylemlerle müdahil oluyor. Bunlarla sorun çözülmüyor ama Almanya pastadan pay almak istiyor.” dedi.

Doç. Dr. Murat ÖNSOY (Hacettepe Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

Doç. Dr. Murat Önsoy, Almanya ve ABD ilişkilerini tarihsel bir sürece dayandırdığı açıklamasında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan bir “dünya düzeni” olduğunu söyleyerek bu düzen içerisinde Avrupa’nın önemli bir rol oynadığını ifade etti. Önsoy, “Avrupa da Sovyetler’in yayılmasını engellemek üzere ABD ile savunma politikasının bir parçası oldu. Almanya’nın Avrupa Birliği (AB) üyeliğiyle birlik, daha önce olduğundan daha farklı bir yapılanmaya girerek ekonomik ve siyasi bir hal aldı. Ve yavaş yavaş belli konularda dünya örgütü olmaya çalıştı.” sözlerini kaydetti. ABD açısından bakıldığında cumhuriyetçilerin başa geçmesiyle ülkede bir içe kapanma olduğuna dikkat çeken Önsoy, ABD’nin “First Amerika” (Önce Amerika) mottosu ile Amerikan sanayisini ve sanayicisini korumayı amaçladığının altını çizdi. Önsoy, söz konusu durumun “gümrük duvarlarının kaldırılması” anlamına geldiğini ifade ederek bu gelişmelerin başta Almanya olmak üzere otomotiv üreticilerini etkilediğini ve ticaret savaşlarına neden olduğunu söyledi. Berlin’in özellikle Suriye ve Ortadoğu’da alan açmaya çalıştığını ancak Almanya’nın anayasası gereği dışarıda savaş yürütemediğini hatırlatan Önsoy, “Suriye sahasında belirli aktörlerden bahsediyoruz. Bunlar, Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ya da Hizbullah, Rusya’nın desteklediği Esad ve Amerika’nın desteklediği YPG (Halk Koruma Birlikleri) ve bir de Türkiye. Almanya burada doğrudan bir aktör gibi görünmüyor. Ama savaş sonrası belli bölgelerde bir etki alanı oluşturacaktır.” dedi.

Almanya’nın Chemnitz şehrinde yaşanan protestoları değerlendiren Önsoy, “Almanya ırkçılığı kendi içinde bilerek mi hortlatıyor bilemeyiz ama ırkçılık, Almanya’da bastırılmış bir şeydir.” sözlerini kaydetti. Almanya’nın geç dönemde devletleşmesi sebebiyle sanayileşme ve emperyal tarafta yer kapma mücadelesinin sonucu olarak Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın çıktığını ve akabinde Almanya’nın ırkçılığa tövbe ettiğini hatırlatan Önsoy, bu durumun daha çok Batı Almanya üzerinde etkili olduğunu da sözlerine ekledi. Önsoy, Merkel’in uzun süredir devam ettirdiği mülteci siyasetinin Almanya içerisinde bir öfke yarattığını vurgulayarak bu öfkenin artık mülteci karşıtı bir yönelim gösterdiğini ve ırkçılık tartışmalarının gün yüzüne çıktığını kaydetti. Avrupa’da ve genel olarak dünyada radikal hareketlerin etkin olduğunu olduğunu vurgulayan Önsoy, “Bu hareketlerin en önemlisi AfD’dir (Alternative für Deutschland/ Almanya İçin Alternatif Parti). Bu bağlamda Neo-Nazinin palazlandığını görüyoruz ve bunlara en fazla etki mülteci siyasetinde yaşanıyor.” açıklamasında bulundu.

Dr. Nuri KORKMAZ (ANKASAM Avrupa Birliği ve Balkanlar Danışmanı)

Dr. Nuri Korkmaz, Almanya’nın dış politikasını tartışmadan önce Trump’ın durumuna bakmak gerektiğini söyleyerek Trump’ın azledilmesi halinde politikaların daha da muhafazakarlaşacağını ifade etti. ABD’nin Almanya ile ticaret dengesinin negatif olduğunu hatırlatan Korkmaz, Washington’ın Berlin’in politikalarını düşmanca algıladığını dile getirdi. Korkmaz, “ABD, Almanya kalitesinde ürün geliştirmekten ziyade Alman ürünlerine vergi uygulayarak Amerikan seçmenine 2008 finansal krizi sonrası eriyen orta sınıfa popülizm yapmaya çalışıyor.” dedi. Almanya’nın tek başına değil ancak “Avrupa” olarak etkin bir rol oynayabileceği öngörüsünde bulunan Korkmaz, Rusya’nın da zikredildiği Avrupa Savunma Oluşumu’nu işaret ederek bu gelişmenin önemine dikkat çekti.

Almanya’da yaşanan protestoları Berlin’in mülteciler konusundaki başarısızlığı olarak yorumlayan Korkmaz, Almanya’nın bu tip ırkçı protestoları sık sık yaşadığını belirterek bu atmosferde zaten sağlıklı bir göçmen politikasının da izlenemeyeceğini kaydetti. Korkmaz, “Bunlar yaşanırken medya da ırkçılığı körükleyici haberler yapmaktan kaçınmamıştır. Almanya yabancılara karşı entegrasyonu yıllarca tartışmış ancak içini dolduramamıştır. Aslında burada beklenen asimilasyondur. Entegrasyonda mevcut kimlik korunurken asimilasyonda bunun terk edilmesi beklenir.” sözlerini kaydetti

Korkmaz, Almanya’nın savunma konusunda ABD’ye, siyasi ve dış politika konusunda ise AB’ye dayalı bir politika yürüttüğünü belirterek Avrupa’nın birlik olarak ortak dış politika oluşturma çabalarının başarılı olamadığını ifade etti. Bunun nedeni olarak NATO’ya üye olan ve olmayan ülkeler arasındaki ayrıma işaret eden Korkmaz, “Çünkü tüm ülkelerin çıkarları aynı olmadığından birlik içinde bir çatlak meydana gelmiştir. Avrupa kendisine yeniden bir savunma topluluğu oluşturmak istese, bunu hangi ülkelerin kabul edeceği tartışılmaktadır.” açıklamasında bulundu.