Başlık birçoğunuza çok iddialı ve ürkütücü gelmiş olabilir ama görünen köy kılavuz istemez. Daha önceki yazılarımda da ısrarla altını çizdiğim üzere, ABD müttefikini işgal eden bir “müttefik” olmamak için Türkiye’yi sistematik bir şekilde “düşman/hasım” kategorisine sokmaya çalışıyor. Krizi ısrarlı bir şekilde tırmandırması ve “çözümsüzlük dehlizine” sokmasının altında da bu “düşmanca niyet” yatıyor.
Bu bağlamda rahip Brunson ile gündeme gelen krizde ortaya konan şartların sayısının artması ve “şantaj” mahiyetine bürünmesi hatta daha da ötesi bunların birer “teslim şartı” olarak gözümüzün içine sokulması başka türlü izah edilemez. Ne mi demek istiyorum?
Birkaç gün önce basında: “Yaptırım konulmaması için İran’a 3 şart dayatan ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’ye 8 şart dayatması dikkat çekiyor” şeklinde bir iddiayı içeren haberler ve yorumlar yer aldı, eminim birçoğunuzun dikkatinden kaçmamıştır. Dikkatinden kaçan okuyucularımız için bir de ben burada o sekiz şartı,aynen basında yer aldığı şekliyle madde madde sıralayayım:
- Papaz Brunson dahil 15 Temmuz darbe girişiminde rol alan 20 ajanın ivedi serbest bırakılması. ABD, Özellikle Brunson’ın tahliyesi için 15 Ağustos Çarşamba gününe kadar Ankara’ya süre verdi.
- Türkiye’nin İran’a kapsamlı ambargo uygulaması.
- Rusya’dan S400 satın alınmaması.
- Ankara’nın Kudüs politikasını gözden geçirmesi.
- Kıbrıs Adası etrafında doğalgaz ve petrol aramaktan vazgeçmesi.
- Halkbank’a kesilecek cezaya razı olunması.
- Ankara’nın Fetullah Gülen’in iadesini talep eden dosyayı kapatması.
- Türkiye’nin sahip olduğu kritik madenlerde ruhsatların Amerikan şirketlerine verilmesi.
Şimdi sormak lazım; bunların neresi müzakere şartı? Buna dense dense “İkinci Sevr”e giden yolda “Yeni Mondros Ateşkes Antlaşması”nın maddeleri, yani “teslim ve işgal maddeleri” denilebilir. Bir tek ünlü 7. ve o dönemin Sykes-Picot projesinin hayata geçmesi açısından büyük bir önem arz eden, günümüzde ise Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile hayata geçirilmeye çalışılan 24. maddeleri eksik.
Bu arada dikkatinizi de yeri gelmişken çekmek istiyorum; ABD bu 8 şartını, Sevr’in imzalandığı tarihte, yani 10 Ağustos’ta Türk heyetinin önüne getiriyor. “Adam” daha nasıl “mesaj” versin! Eğer bunlar birer iddia değil ise, o zaman durum gerçekten çok vahim. Türkiye bir “İkinci Kurtuluş Savaşı”na gidiyor ya da “zorlanıyor” demektir!
ABD Niçin Türkiye’yi Teslim Almak İstiyor?
Cevabı çok net: ABD Türkiye’yi ikna edemeyeceğini çok net anlamış durumda. Türkiye’deki mevcut irade ile baş edemiyor. Onun taleplerini kabul etmek bir yana, onun varlığına bile tahammül edemiyor. Çünkü böyle bir şeye hiç alışık değil; en azından Türkiye boyutuyla. Bundan ötürü ABD derin bir çaresizlik ve hiddetli bir öfke içerisinde. Başkan Trump’ın Türkiye’yi korkutmaya yönelik tehditlerinin altında da bu hazımsızlık ve çaresizlik yatıyor.
Bu bağlamda ABD’nin temel hedefi; Türkiye’yi iç ve dış politikada radikal anlamda bir değişim-dönüşüm sürecine sokan iradeyi tasfiye etmek olarak karşımıza çıkıyor. Yani, ABD bir yandan Türkiye’deki yeni iç siyaseti/iradeyi tekrar eski kodlarına dönüştürmek; diğer taraftan da kontrolünden çıkmanın ötesinde kendisine meydan okuyan ve örtülü bir mücadele halinde olarak kabul ettiği dış politika anlayışı ve uygulamasını bitirmek istiyor. Kısacası, eski günlerin peşinde…
Krizdeki Kritik Tarihler…
Türkiye-ABD arasında iplerin asıl koptuğu tarihi de burada yazmıştık; 16 Kasım 2001 diye. Zira Türkiye o tarihten itibaren Yeni Dünya Düzenindeki safını ABD’ye açıktan ilan etmişti. Ve bunu da “Türkiye-Rusya-İran” üçlüsü olarak gerçekleştireceğini de 7 Mart 2002’de gerçekleştirilen “Türkiye’nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?” başlıklı sempozyum ile duyurmuştu. O yüzden ABD’nin Türkiye’ye yönelik operasyonlarının başlamasında bu iki tarih oldukça kritiktir ve o tarihten itibaren ABD Türkiye ile savaş halindedir.
Bu kapsamda bir diğer kritik tarih ise Mayıs 2013’tür. Nitekim Türkiye’ye isteklerini kabul ettiremeyen ABD görüşmeleri erken bitirmiştir. Neden erken bitirdiği ise daha sonra anlaşılacaktır. ABD Gezi Olayları, Mısır’daki darbe, 17-25 Aralık ve sonrasını birer birer tezgâha koymakla meşguldür.
Burada dikkatlerden kaçmaması gereken bir diğer önemli husus ise şudur: Hiçbir operasyon birkaç günde, haftada, ayda planlanıp hayata geçirilemez; özellikle de “Gezi Olayları” ve Mısır’daki askeri darbe göz önünde bulundurulduğunda. Bu da bize şunu gösteriyor: ABD aslında Türkiye’nin vereceği cevabı tahmin ediyordu ve buna yönelik olarak da A, B, C planlarının hazırlığı ile meşguldü. (Bu arada Mayıs 2013’te ne olduğu tam olarak anlaşılamamıştı, fakat şu son sekiz maddeye bakıldığında, ABD’nin Mayıs 2013’te Türkiye’den ne istediği de rahatlıkla tahmin edilebilir.)
ABD’nin dolaylı yollardan Türkiye’yi isteklerinde ikna edemeyince bu sefer “yarı doğrudan” bir araca başvurduğunu görüyoruz. Bu araç; o tarihe kadar genelde istediği sonucu veriyordu. Bunun ne olduğunu anlamışsınızdır: Darbe. Nitekim 15 Temmuz gecesi denedi ama karşısındaki gücü küçümsemenin faturasını ağır ödedi. Rahip Brunson da bunun ağır bir bedeli olarak ABD’nin kucağına bırakılmış nur topu gibi bir suçüstü durumudur ve anlaşıldığı kadarıyla “Rahip” ötmüş.
NATO’nun Üyesini “Dolaylı İşgal”den Kurtarma Operasyonu…
Dolayısıyla ABD suçüstü yakalanma psikolojisiyle hareket etmektedir ve Türkiye ile ilişkilerinin eskisi gibi olmayacağının farkındadır; en azından mevcut irade ile. O yüzden önünde tek bir seçenek kalmaktadır: İşgal. Bundan dolayı ABD’nin şartlarını “fiili işgal” öncesi Ankara’nın önünde konulan “teslimşartları” olarak okumak gerekmektedir. Ve bu işgali de tek başına değil, “dolaylı işgale” uğramış müttefikini kurtarmak için bir “NATO Kurtarma Operasyonu” adı altında gerçekleştirmeyi hedefliyor. NATO’nun 15 Temmuz gecesi Türkiye’yi “riskli” ülke ilan ettiğini bir kez daha burada hatırlatalım.
Türkiye Ne Yapmalı?
ABD’nin Türkiye’ye dayattığı şartların kabulü mümkün değildir. Bu şartların kabulü, Türkiye’nin anahtarını teslim etmek ile eşdeğer olacaktır. ABD de bunu bildiği için mümkün olmayanı istiyor. Bundan ötürü Türkiye en kötü olasılığa hazır olmalı ve bunu da muhatabına deklare etmelidir. Bunu da tek başına değil; müttefikleri ile birlikte yapmalıdır.
Bu arada Ankara, ABD bu şartlarından topyekûn vazgeçtiğini açıklayana kadar müzakere sürecini dondurmalıdır. Zira bu arayışlar; başta Türk kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyu açısından Türkiye’nin bir zayıflığı olarak değerlendirilebilir. Nitekim ABD yönetiminin takındığı “uzlaşmaz tavır”da da bu husus kendisini hissettirmektedir.
Daha da önemlisi; bu şartlar altında artık diplomasi yerini başka araçlara devredecek gibi görünmektedir. Türkiye buna hazır olduğunu bu heyeti çekmek suretiyle gösterebilir.
Bakalım o zaman kim kime şart koşacak!