Ve ABD ağzındaki baklayı çıkardı: “Türkiye Rusya ve İran ’dan uzaklaşsın, kendisine teslim olsun.” ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Wilson Center’da yaptığı “ABD ve Avrupa: Batı İttifaklarını Güçlendirmek” başlıklı konuşmasında bu mesajı doğrudan ve dolaylı bir şekilde verdi. Dolaylı kısım, elbette “kendisine teslim olmasıyla” ilgili olan yerdi.
Tillerson’ı bu kadar cüretkâr kılan hususun ne olduğunu üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kan davasına dönme eğilimi gösteren “Zarrab hadisesi” öyle görünüyor ki Washington’u fazlasıyla heyecanlandırmış vaziyette. Aşırı heyecan beraberinde kafa karışıklığı ve çelişkileri de getirmiş görünüyor. Bundan dolayı olsa gerek Başkan Trump başka bir dilden, Pentagon ise çok daha farklı bir telden çalıyor, söylüyor.
Kuşkusuz Bakan Tillerson Pentagon, daha doğrusu Neo-Con ağzıyla konuşuyor. Daha yerinde bir ifadeyle ABD derin devlet yapılanmasındaki “muktedir kesimin” sözcüsü gibi. O yüzden Wilson Center’da yaptığı konuşmayı daha derinlemesine irdelemekte fayda var.
Tillerson’un üzerinde özellikle durduğu husus Cenevre süreci ve bunu bir anlamda anlamsızlaştıran, zayıflatan Astana sürecinin aktörleri. Zira ABD Cenevre üzerine inşa ettiği İki Kuzey (Kuzey Irak ve Kuzey Suriye) merkezli Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ndeki inisiyatifi kaybetme noktasında.
Kuzey Irak’ta başlayan dalga, anlaşıldığı kadarıyla Kuzey Suriye’ye de ulaşmış durumda. Türkiye’ye yönelik PYD/YPG noktasındaki iki farklı açıklama bunun önemli bir göstergesi. ABD ne eski müttefikinden ne de “yenisinden” vazgeçemiyor, vazgeçecek olsa bile bunu nasıl yapabileceğini bilemiyor. Ama sonuçta eskisi ve “yenisi” bağlamında ciddi bir güven kaybıyla karşı karşıya…
Dolayısıyla, Pentagon’un PYD/YPG/ PKK terör örgütüne yönelik bize güvenmeye devam edin mesajı, aslında ABD’ye yönelik Kuzey Irak’taki güven duygusunu daha da derinleştirmiş vaziyette. Kendi içerisinde muktedir bir görüntü veremeyen ABD’nin başkaları üzerinde muktedir olmasının artık eskisi kadar kolay olmayacağı yeni bir döneme girilmiş durumda.
Bu acziyet durumu, ABD dış politikasında daha agresif bir takım tedbir-uygulamaların önümüzdeki günlerde devreye sokulacağını gösteriyor. Zira sahada kaybetmeye başlayan ABD’yi diplomasi masasında da kaybetme korkusu sarmış vaziyette. Bunun için Tillerson Suriye’deki münakaşanın Cenevre görüşmelerinde hal edilmesi gerektiğinin ısrarla altını çiziyor. Aksi takdirde kendisi ve arkasındaki güç “hal edilecek”.
Cenevre-Astana Mücadelesi…
ABD, düne kadar küçümsediği Astana sürecinin/inisiyatifinin gücünü her geçen gün daha iyi anlamaya başlamış görünüyor. Astana’da masa dışında bırakılan ABD, bunu Cenevre ile telafi etmek istiyor. O yüzden Cenevre’yi bir adım ön plana çıkarma derdinde.
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın Wilson Center’da yaptığı konuşmada Türkiye’yi İran ve Rusya ile yaptığı anlaşma konusunda uyarması ve özellikle de İran’la arasında mesafe bırakmasını istemesi bu açıdan oldukça dikkat çekici. Burada vurgu yaptığı “Rusya tehdidi” ve müttefikleri ile bu bağlamda daha yakın işbirliği çağrısı da, aslında Ankara’ya yönelik “ayağını denk al” çağrısından/uyarısından farksız.
Suriye buhranının siyasi yollarla çözülmesi gerektiğini ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)nin 2245. kararına göre Esad ve ailesinin gelecekteki hükumette hiçbir etkisinin olmaması gerektiğini söylemesinin altında da aslında bu husus yatıyor.
Tillerson biliyor ki, hem Astana hem de Soçi süreçlerinde “Türkiye-Rusya-İran Üçlüsü”nün üzerinde mutabakata vardığı bu husus halen kırılgan bir yapıya sahip. Ve bu yeni oluşumun belkemiğini ise Türkiye oluşturuyor. Dolayısıyla bu zayıf noktadan bir çıkış yapıyor ve Esad için bir kez daha “siyaseten ceset” demek suretiyle Ankara’nın kafasının karıştırmaya çalışıyor.
İran’ı Hedef Gösterme…
Tillerson, İran’ı sadece ABD boyutuyla değil; başta Türkiye olmak üzere, müttefikleri açısından da hedef gösteriyor. Bu bağlamda Wilson Center’daki yaptığı konuşmada İran’la ilgili şu ifadeleri gözden kaçmamalı: “AB’li ortaklarımızdan İran’ın yıkıcı davranışları karşısında bizimle birlikte olmalarını istiyoruz. Ne ABD ne AB ülkeleri İran’ın tıpkı Kuzey Kore gibi atom bombasına sahip olması tehdidiyle karşılaşmak istemiyor. Bizim hiçbirimiz İran’ın Fars Körfezinde hegemonya kurmasını, Irak ve Suriye’de teröristleri destekleyerek güç kazanmasını ve balistik füze programı yapmasını istemiyoruz… Türkiye’nin coğrafi olarak İran’ı görmezden gelemeyeceğini biliyoruz…”
“Nükleer Anlaşma, ABD’nin İran siyasetinin merkezinde değil, ABD, İran’ın tehditleri karşısında kararlılıkla duracaktır.” ifadelerini kullanan Tillerson’un Türkiye’nin birNATOüyesi olarak, ortaklarına öncelik vermesi ve İran›dan uzaklaşması gerektiğini söylemesi burada meselenin bam telini oluşturuyor.
Bu noktada ABD Dışişleri Bakanı’nın sarf ettiği şu cümlesi oldukça önemli: “NATO müttefiki olarak Türkiye’den, NATO müttefiklerinin ortak savunmasına öncelik vermesini istiyoruz. İran ve Rusya, Türk halkına, Batı ülkeleri camiasına üye olmanın sağladığı ekonomik ve siyasi faydaları sunamaz.” Yani, Tillerston Ankara’ya; “salla İran ve Rusya’yı, kal bizim kulüpte, ol lejyonerimiz, öl yeni Korelerde” diyor.
Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinin dip yaptığı ve NATO’dan kopma sürecinin hızlandığı bir dönemde Tillerston’ın yaptığı bu konuşma oldukça önemli. Tillerson aba altından sopa gösteriyor ve bu sopa anlaşıldığı kadarıyla, “mesaj alınmadığı takdirde” eski Başkan Obama’nın beyzbol sopasından daha sert geliyor. O yüzden fazlasıyla dikkatli olunması gereken bir sürece girmiş durumdayız; zira işin şakası yok!
Peki, Türkiye Ne Yapmalı?
Çok basit, şu ana kadar izlediği politikayı devam ettirmeli. Özellikle de saha hâkimiyetine dayalı operasyonlarını hızlandırmalı. Bu çerçevede, Tillerson nezdinde ABD’ye verilecek en güzel cevaplar: 1) Afrin ’e girmek; 2) Aralık ayı başındaki Astana sürecinde “Türkiye-Rusya-İran Üçlüsü” olarak daha kararlı mesajlar vermek; 3) Astana’da mümkünse güvenlik eksenli yeni bir işbirliği örgütü yapılanmasına yönelik somut açıklamalarda bulunmak; 4) S-400’leri bir an önce getirmek, konuşlandırmak olarak sıralanabilir.
Kısacası, ABD ile anladığı dilden konuşmaya devam etmek ve en ufak bir şekilde geri adım atmamak gerekiyor. ABD, eninde sonunda “Yeni Türkiye”yi anlayacak ve ona göre bir üslup takınacaktır. Aksi takdirde Türkiye’yi kaybedecektir. Türkiye’yi kaybeden ABD ise sadece Ortadoğu’da kaybetmez!