ABD’de sistem içinde, “küreselciler” ve “ulusalcılar/Amerikan milliyetçileri” arasında yaşanan güç mücadelesi artık sokaklara taşmış vaziyette. Halk üzerinden sistemi ele geçirmeye yönelik bir girişim söz konusu. Düne kadar dünyanın değişik bölgelerinde bir yöntem olarak uygulanan “sokak darbeleri” artık ABD iç siyasetini dizaynda kullanılmaya çalışılıyor.
Meselenin belki de en can alıcı noktalarından birini bu husus oluşturuyor. Nitekim ABD’nin Seçilmiş Başkanı Joe Biden da bu tespiti teyit eden şu cümleleri kuruyor: “Yapılan protesto değil, bir kalkışmadır.”, “ABD demokrasisi benzeri görülmemiş bir saldırı altındadır.”
Meşruiyet sorunu artık ABD siyasal sisteminin, yere göğe sığdıramadığı demokrasisinin gündemine girmiş ve onu “muz cumhuriyeti” kategorisine taşımaya başlamıştır. Bu noktada eski başkanlardan George W. Bush’un bu olaylarla ilgili yaptığı değerlendirme/benzetme oldukça önemlidir. Bu tür olayların, “ancak seçim sonuçlarının tartışmalı olduğu bir muz cumhuriyetinde” yaşanabileceğini vurgulayan Bush’un Trump’ın destekçilerinin Kongreyi basması karşısında dehşete düştüğünü açıklaması, ABD tarihinde bir ilke işaret etmesi açısından önemlidir.
Bush’un açıklamasında dikkat çekici bir diğer husus ise “sandığa güven” ve “sandıktan çıkan iradeye” saygı olarak kendisini göstermektedir. Bush’un “sandık” noktasındaki bu çıkışı ABD’nin değerler bağlamındaki “söylem-eylem” tutarsızlığında bir zirve noktaya işaret etmektedir. Dolayısıyla Trump’ın “sandığa güvensizlik” noktasında yaptığı çağrı adresini bulmuş görünmektedir.
Bu gelişme, hiç kuşkusuz ABD’yi var eden temel değerlerin altına dinamit yerleştirmek ve onu infilak ettirmekle eşdeğerdir. Zira ABD gücünün en temelde “söylem-eylem” zeminini, meşruiyet gerçekçisini ortadan kaldıran bir “harakiri” durumu söz konusudur. ABD inandırıcılığını ve bu bağlamda yaptırım gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir Bundan sonrası itibarıyla ABD bu enstrümanını kullanmakta ciddi anlamda zorlanacaktır.
Bir diğer önemli husus da şudur: ABD’de yaşananlar konjonktürel değil, yapısal sorunlar kaynaklıdır. Dolayısıyla Başkan Trump, bu sürecin bir nedeni değil, sonucudur! Zira Trump seçildiği gün yaptığı balkon konuşmasında şu üç önemli hususa vurgu yaparak ABD’deki yapısal sorunlara dikkatleri çekmişti: 1. ABD’nin temel sorunu ekonomisidir. ABD her geçen gün iktisadi olarak gücünü kaybetmektedir. 2. Bunun temel sebebi Çin’dir. 3. Eğer ABD bir an önce yeniden bir toparlanma sürecine girmezse, bu sorunlar ABD’yi kendi içinde bir sistem krizine sokacaktır, bunun emareleri Hillary ile yaşanılan seçim mücadelesinde görülmüştür.
Bu tespiti yapan Trump “Amerika First” politikası ile ABD çıkarlarını önceleyen bir politikayı hayata geçirmeye çalışmış ve bu bağlamda ekonomide himayeci politikalar, dış politikada ise Amerikan çıkarlarını öncelikli kılan bir siyaset izlemek istemiş ama bu ikincisinde neredeyse hiçbir adım atamamıştır, Suriye’den çekilme örneğinde görüldüğü üzere.
Trump’ın bu kararı, siyaseten onun sonunu hazırlarken, ulusalcı yapıyı da kaybetme noktasına getirmiştir. Son seçimler bu anlamda iki aday üzerinden, iki yapının hesaplaşmasına dönüşmüş ve sandıkla da sonuçlanmamıştır. Dolayısıyla sokaklar yeni hesaplaşma adresi olarak karşımıza çıkmaktadır ve “İç Savaş” sonrası (1861-1865) ABD ilk defa keskin bir şekilde iki kampa bölünme sinyalleri vermektedir. Bu bağlamda ABD’de “Pandora’nın Kutusu” artık açılmıştır!
Kuşkusuz bu süreçte ABD’nin 11 Eylül sonrası dış politikada yaşadığı başarısızlıklar oldukça önemli bir yere sahiptir. “Çok Kutuplu İttifak” taraftarlarının kararlılığı, direnci, ABD iç siyasetine yansımış ve onu kırılgan bir hale sokmaya başlamıştır.
Yaşanan gelişmeler ABD’nin sadece Çin-Rusya ağırlıklı küresel güç mücadelesini derinden etkilemeyecek, Batı dünyası üzerindeki “mutlak liderliğine” de darbe vuracaktır.
ABD’nin bundan sonraki süreçte NATO ve AB bağlamında etkisinin eskisi kadar olması pek mümkün olmayabilir. Dolayısıyla Biden’ın eli AB/Almanya ve NATO karşısında zayıflamıştır. Bu noktada Alman Dışişleri Bakanı Heiko Mass’ın “Bu görüntüler demokrasi düşmanlarını memnun edecek.” açıklaması ile NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in “Demokratik seçim sonuçlarına saygı göstermek gerekir.” çağrısını dikkate almakta fayda var.
ABD’de yaşananlar her ne kadar bu ülkenin kendi iç meselesi gibi görülse de aslında küresel sistemde yaşanan krizin bunalımların bu ülkeye bir yansıması ve nihayetinde kontrol edilemediği takdirde küresel boyutta yol açabileceği olası/öngörülebilir sonuçları itibarıyla tüm ulus-devletler açısından bir güvenlik melesidir. Dünya düne göre daha istikrarsız bir sürece girdiğinin güçlü sinyallerini vermektedir. Zira ABD bir güvenlik sorunu olmaya başlamıştır ve onun çöküşü, dağılması SSCB gibi olmayacaktır!