Tarih:

Paylaş:

ABD Kerç Boğazı Krizi’nin Neresinde?

Benzer İçerikler

2014 yılından beri diken üstünde olan Karadeniz bölgesinde 25 Kasım 2018 tarihinde Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik provokatif olarak yorumlanabilecek hamlesiyle iki ülke çatışmanın eşiğine gelmişti. Başta Karadeniz ve Avrupa’da yer alan aktörler olmak üzere tüm uluslararası kamuoyunu endişeye sevk eden krizin tırmanma evresinin sona erdiği ve yumuşama ya da durgunlaşma evresine girdiği söylenilebilir. Her ne kadar şimdilik bir çatışma riskinin söz konusu olmadığı bu krizin veya daha kapsamlı bir bakış açısıyla Karadeniz jeopolitiğinin geleceğini etkileyecek kriz veya krizler silsilesinin bir parçası olan bu meseleyi Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölge politikasını dikkate almadan okumaya çalışmak çok mümkün değildir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası politika açısından daha önemli bir hale gelen Karadeniz bölgesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasının ardından 1992 yılında Ren-Tuna kanalı ve aynı dönemde Volga-Don kanalı açılmıştır. Bu iki kanalın işlevsel hale gelmesiyle birlikte Karadeniz hem Kuzey Denizi’ne hem de Hazar Denizi’ne bağlanmıştır. Kanal projelerinin hayata geçmesiyle stratejik ve ekonomik önemi daha artan mevzu bahis coğrafya, SSCB’nin dağılmasıyla bir yandan güç boşluğu ve buna bağlı olarak nüfuz mücadelesinin yaşandığı diğer yandan açılan kanallardan dolayı ticari önemi artan daha stratejik bir bölge halini almıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemde bahse konu güç boşluklarından dolayı daha önce dış politikası bakımından ilgiye gerek duyulmayan bölgelere yönelik projeksiyonlar geliştirmeye başlayan Amerikalı karar alıcılar, bir yandan Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri’nde diğer yandan ise Genişletilmiş Karadeniz Projesi ile bölge politikasının ana hatlarını belirginleştirmeye başlamışlardır. Bu kapsamda ABD’nin Karadeniz politikasının ana hatları şu şekilde sıralanabilir: Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün (NATO) bölgede genişlemesi, üs veya üsler kurmak, enerji jeopolitiğini kontrol etmek, bölge ülkelerinde kamuoyu oluşturmak ve Rusya’yı kontrol etmek.

1990’lardan günümüze kadar ABD tarafından herhangi bir revize söz konusu olmasa dahi uluslararası sistemin dönüşümüne paralel şekilde Karadeniz jeopolitiğinde de ciddi değişim ve dönüşümler yaşanmaya başlamıştır. Bir yandan Putin iktidarıyla küresel inisiyatifler almaya başlayan ve tek taraflı revizyonist eylemlerde bulunan Rusya tehdidi iyiden iyiye hissedilmeye başlamış diğer yandan ise Atlantik İttifakı’nda ABD karşıtı söylemlerin tonunda ciddi artışlar söz konusu olmaktadır. Dahası ABD’nin küresel liderliğine veya hegemonyasına Asya-Pasifik üzerinden özellikle ekonomik yönü ağırlıklı gerçek bir meydan okuma gerçekleştirilmektedir.

Başat aktör konumunu ve tesis ettiği uluslararası sistemin mevcudiyetinin sürdürülebilirliği açısından Atlantik İttifakı’nın vazgeçilemez ve kaybedilemez bir parametre olduğunu bilen Beyaz Saray yönetimi bir taraftan Asya-Pasifik merkezli Çin tehdidi ile mücadele ederken diğer taraftan Avrasya jeopolitiğindeki Rusya tehdidine karşı durmak mecburiyetindedir. Bahse konu denklem bağlamında ABD, her iki tehdit karşısında da en önemli ittifak sistemi olan Avrupa’yla tesis ettiği Atlantik İttifakı’na ihtiyaç duymaktadır. Ancak Atlantik İttifakı üyelerinin Soğuk Savaş dönemindeki kadar ABD’ye ihtiyaç duymadıkları dahası ABD’yi sorgulamaya başladıkları gerçeği ciddi Washington yönetimi açısından bir paradoksu beraberinde getirmektedir.

Küresel rekabetin ve buna bağlı olarak orta büyüklükteki devletlerin tercihlerinin neden olduğu krizlerden birisi olan 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakıyla zirve yapan Moskova-Kiev krizinin temelinde de Ukraynalı politikacıların Rusya’ya karşı Batı’yı tercih etmesi yer almaktadır. Bu argümandan hareketle esasında Batı, daha doğru ifadeyle ABD ile Rusya arasında bir mücadelenin oyun sahası olan Ukrayna teritoryası ve Karadeniz bölgesi, günümüzde sadece ABD-Rusya mücadelesinin değil buna ek olarak ABD-Avrupa ve ABD-Çin mücadelesinin oyun alanı haline gelmiştir. Bu öngörüden hareketle Kerç Boğazı krizi, ABD perspektifinden okunduğunda üç ana husus üzerinden tartışılması gerekmektedir.

Birinci husus; Ukrayna jeopolitiği, ABD ve Rusya açısından bir oyun sahasıdır. Bu kapsamda Ukrayna’yı tampon olarak gören Rusya, söz konusu ülkenin gerek doğu gerekse batısında kendisine yönelik herhangi bir tehdidin yerleşmesini beka sorunu olarak ele almaktadır. Bu nedenle söz konusu jeopolitik bağlamında ister NATO üzerinden ister doğrudan olsun ABD’nin herhangi bir projeksiyonuna göz yummayan Moskova yönetimi, Washington’un bölge ülkelerinde kamuoyu oluşturma strateji bağlamında kendisine yakın isimlerin iktidarları ele geçirmelerini veya söz konusu iktidarların sürdürülebilir olmasını da istememektedir.

ABD ise bütün bu gerçeklerden hareketle dolaylı müdahalelerle Rusya’yı provoke ederek bir tehdit olarak sunmaya çalışmaktadır. Böylece Karadeniz jeopolitiğine müdahil olmaya çalışacak ve Rusya tehdidi gerekçesiyle bölge devletlerinin NATO eksenine girmesi sürecini aktive edecektir. Aralık 2017 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) yeni dönem ajan veya casusluk projeksiyonu ele alındığında söz konusu iddianın çok yanlış olmadığı görülecektir.

İkinci husus; Atlantik İttifakı’nda aykırı sesler yükselmekte ve bölge ABD-Avrupa mücadelesi açısından bir oyun sahasıdır. Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Almanya ile ilişkilerde çalkantılı bir dönem başlamıştı. İlişkilerin gerginleşmesinde ana sebep ise ekonomi olup ABD yönetimi, Almanya’yı hem ekonomik meselelerden suçlamakta hem de NATO bağlamında maliyetlerin ABD’ye yüklenilmesini eleştirmekteydi. Almanya’nın Kıta Avrupası’nda en büyük rakibi olan Fransa da son dönemde Avrupa Ordusu çıkısıyla ABD karşıtı bir çizgiye evrilmeye başlamıştır. Kıta Avrupası’nın en önemli iki gücü olan Avrupa bütünleşmesinin merkezinde yer alan Almanya ve Fransa, Atlantik İttifakı’nın sürdürülebilmesi için yegâne iki devlettir. Bu noktada iki hususun altının çizilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki; Avrupa bütünleşmesi İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın edilgen bir rol aldığı ve kendisine dikte edilen bir projedir. Almanya her iki dünya savaşı sonrasında da özellikle Batılı aktörler tarafından sistemin pasif aktörü haline getirilmiş ve güçlenmesi her zaman engellenmeye çalışılmış bir devlettir. Dolayısıyla kendi iradesinin dışında tesis edilen sistemin mevcudiyetine sıkı sıkıya bağlı değildir. İkinci husus ise Fransa, tarihsel olarak Avrupa’nın güvenliğini Avrupalı aktörlerin sağlamamasını savunan ve NATO’yu ABD’nin kıtadaki tahakküm aracı olarak gören bir yaklaşıma sahiptir. Nitekim gerek Fransa gerekse Almanya açısından ABD tahakkümü çok arzu edilir bir strateji gibi durmamaktadır.

Atlantik İttifakı’nı kaybetmesi küresel liderliği açısından bir son olabilecek ABD, Almanya ve Fransa merkezli sorgulamalar bağlamında uygulayacağı stratejiyi iki sacayağı üzerine inşa edecek gibi durmaktadır: 1) Almanya-Fransa tarihsel rekabetinin yeniden kaşınmasıyla kıta içi tehditler, 2) Rusya’nın yayılmacılığını tahrik etmek suretiyle kıta dışı tehditler. Başkan Trump’ın Avrupa Ordusu’na cevaben sosyal medyada yayınladığı mesajlar bu noktada doğrudan bir hamle olarak kıta içi tehditlere yapılan vurgu olarak ele alınabilir. Kıta dışı tehdit bağlamındaysa Rusya’nın Karadeniz ve Doğu Avrupa üzerinden askeri bir tehdit olarak yeniden ortaya çıkması olarak ifade edilebilir. Böylece kendi imkân ve kapasiteleriyle Rusya’ya karşı koyamayacak Avrupalı devletler yeniden Atlantik İttifakı’nın sadık aktörleri haline gelmek mecburiyetinde kalacaklardır.

Üçüncü husus; Karadeniz bölgesi, ABD hegemonyasının karşısından challenger rolüne soyunan Çin ile mücadelenin bir parçasıdır. Çin’in liderliğinde yürütülen 21. Yüzyıl’ın İpek yolu olarak adlandırılan Kuşak-Yol projesinin merkezi öneme sahip lokasyonlarından birisi Karadeniz bölgesidir. Hem bölgenin enerji kaynaklarının hem de deniz yollarının kontrolü ABD açısından da başat aktörlüğe aday olan diğer aktörler açısından da oldukça önemlidir. Bu kapsamda Beyaz Saray açısından güzergahların ya da diğer bir ifadeyle kuşak ve yolların istikrarsızlaştırılması çok önemlidir. Diğer bir konu ise Çin ile mücadelede Türk ve İslam Dünyası, ABD açısından önemli bir partner olarak görülmektedir. Rusya ise Soğuk Savaş boyunca Türk Dünyası sonrasındaysa İslam Dünyası üzerinde gittikçe eli güçlenen bir aktör olmaya başlamıştır. İstikrarsızlık unsuru olarak görülecek Rusya’nın hem Türk hem de İslam Dünyası açısından bir tehdit kategorisinde değerlendirilmesi ABD açısından en tercih edilir seçeneklerin başında yer almaktadır. Böylece Çin ile iyi ilişkilere sahip Rusya tehdidi söz konusu aktörler ABD’ye yakınlaştıracak ve Çin’i çevreleme stratejisinin başarılı olması adına önemli bir mesafe kat edilecektir.

Sonuç itibarıyla Tunus’ta başlayan ve sonrasında Arap Baharı olarak adlandırılan olaylarla ilgili olarak Zbigniew Brzezinski’ye atfedilen “ABD, olayların arkasında değilse önünde olmalıdır” cümlesinin Karadeniz jeopolitiği açısından da geçerli olduğunu iddia etmek mümkündür. Bu bağlamda Kerç Krizi’nin ABD’den bağımsız olduğunu ileri sürmenin yanılgı olacağı ifade edilebilir. Kesin olarak söylenebilecek husus ise ABD’nin Kerç Krizi’nde en kazançlı aktörlerin başında yer aldığıdır.

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.