Tarih:

Paylaş:

ABD-İran Hesaplaşmasının Yeni Oyun Alanı “Yemen”

Benzer İçerikler

2013 yılında Ruhani iktidara geldiğinde Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti, “Aynı amaç, farklı bir dille (gerçekleştirilecek)” demişti. Aynı durumun günümüzde ABD için geçerli olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat bu sefer tam aksine; Ruhani dönemiyle birlikte ABD-İran ilişkileri yumuşama dönemine girmişti, Trump dönemiyle ise ilişkilerde tekrar çatışma dönemine geri dönülüyor. Obama’nın “kucaklayıcı pasif tavrı” yerini Trump’ın “yıkıcı söylem etiğine” bırakmıştır. ABD’nin yeni Başkanı Trump’ın, Beyaz Saray’a çıkar çıkmaz İran’la hesaplaşma arayışına girmesi, ABD ve İran arasındaki gerginliği tırmandırmış ve Ortadoğu, tarafların birbirlerine ders verme niteliğindeki misilleme eylemlerine sahne olmaya başlamıştır.

Öyle ki, “siyasete uzak olduğundan mıdır” bilinmez, Trump Irak Başbakanı İbadi’yi bile İran tehdidi konusunda uyarmıştır. Ayrıca Trump, İbadi’den İran’a karşı tavır almasını istemekle kalmamış, bu konuda İbadi’ye işbirliği dahi teklif etmiştir. Suudi Arabistan Kralı Selman ile görüşerek “Suriye ve Yemen’de güvenli bölgeler oluşturulması” konusunda anlaşan Trump, Katar ve Kuveyt emiriyle de görüşerek savunma alanında işbirliği hususunda ve İran’ın bölgedeki olumsuz faaliyetlerini önleme mekanizmaları konusunda görüş teatisinde bulunmuştur. Ortadoğu’nun yeni güç mücadelesi Arap Yarımadası’nın güneyine kaymakta ve Körfez ülkeleriyle işbirliği, küresel ve bölgesel güçler için kaçınılmaz ve acil öneme haiz bir faktöre dönüşmektedir.

Ruhani’nin, göreve gelmesinden bu yana ilk kez 12 Şubat 2017 tarihinde Umman ve Kuveyt’e resmi bir ziyarette bulunması, benzer şekilde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12-15 Şubat tarihleri arasında sırayla Bahreyn, Suudi Arabistan ve Katar’a ziyaret gerçekleştirmesi ve Trump’ın Körfez ülkeleriyle gerçekleştirdiği telefon diplomasisi, bölgesel ittifak ilişkilerinin sağlamlaştırılmaya çalışıldığının bir göstergesidir. Yemen İç Savaşı, bu bağlamda Arap Yarımadası’nın güneyinde gerçekleşen güç mücadelesinin temel odağı ve hızlandırıcı faktörü olmuştur. İran’dan ideolojik, retorik ve maddi destek alan Yemen Husileri, 2004 yılından beri Yemen güvenlik güçleriyle girdiği çatışmalarda önemli bir aşama kaydetmiş ve 2014 yılının son aylarında başkent Sana’nın önemli bir kısmını ele geçirmişlerdir.

Husilerin (Şiiliğe yakın) Zeydi mezhebine mensup olmaları ve daha çok Suudi Arabistan sınırına yakın bir bölgede yaşamaları, bölgede artan Vahhabi yayılmacılığı ve Yemen hükümetinin ABD ve Suudi Arabistan işbirlikçisi olmaları, Husilerin savaş motivasyonlarının temelini oluşturmaktadır. Şubat 2015 tarihinde Mansur Hadi hükümetinin devrilmesiyle oluşan güç boşluğu sebebiyle, Husilerin Suudi Arabistan ve ABD’ye karşı olan savaş motivasyonu daha da artmıştır. Husiler, geçmişte kendisine karşı savaş verdikleri devrik Cumhurbaşkanı Ali Salih taraftarlarıyla birlikte günümüzde Suudi rejimi ve onun müttefiklerine karşı İran’ın da desteğiyle bir mücadele yürütmektedir.

Husiler, 1962 devrimiyle kaybettikleri Zeydi İmamlar Devleti’ni İran’ın devrim tecrübesinden yararlanarak yeniden canlandırma düşüncesindedirler. Husiler ve İran arasında ciddi bir stratejik kenetlenme ve ortaklık vardır. İran’ın Suriye ve Irak’ta elde ettiği zaferler sonrası yaşadığı ideolojik ve konvansiyonel güç zehirlenmesi, İran’ı yeni maceralara atılma konusunda daha cesur bir hale getirmektedir. Böylesi bir dönemde Trump’ın çatışmacı bir üslupla Beyaz Saray’a çıkması ve artan gerginlik, savaş motivasyonunun İran merkezli olmasa da daha çok ABD kaynaklı yeniden yükseltileceğini göstermektedir. İran cephesinde ise temel çatışmacı söylem ve cevap niteliğindeki misilleme eylemler, Devrim Muhafızları tarafından üretilmekte ve yönlendirilmektedir. Bu kapsamda İran’ın geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği balistik füze denemesi ve bir İranlı Devrim Muhafızı komutanın Yemen’de zaferin yakın olduğuna dair açıklamalarda bulunması, bunun yanı sıra Husilerin geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’a ait savaş gemisini vurarak batırması, bölgesel tansiyonu arttırmış ve Trump yönetiminin İran’a ders verme konusundaki hedef ülkeyi belirleme stratejisine yardımcı olmuş veya bu konudaki kararlılığını arttırmıştır.

Körfez ülkeleriyle oluşturulan Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon, Yemen Husilerinin gücünü kırmayı ve nihayetinde yok etmeyi amaçlarken; ABD’nin gerçekleştirdiği operasyonlarda temel hedef Arap Yarımadası El Kaidesi olmaktadır. ABD, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona son iki yıldır havadan yakıt ikmali ve “drone” aracılığıyla keşif faaliyetleri dahil olmak üzere çeşitli desteklerde bulunmasına rağmen, Trump döneminde bu dolaylı destek doğrudan bir hal alabilecektir. Obama, İran’ın Husilere olan desteğini hafife almakta ve önemli bir tehdit olarak görmemekte idi. Fakat Husilerin Ekim 2016 tarihinde ABD’nin Aden Körfezi’ndeki gemilerine ateş açması ve daha sonra Suudi Arabistan’a ciddi füze saldırıları gerçekleştirmesi, ABD’nin operasyonel odağını Yemen Husilerine kaydırmasına yol açmıştır. Bu doğrultuda ABD Ordusu, Ekim 2016 tarihinde Yemen’in sahil şeridinde bulunan ve Husilerin kontrolünde olan 3 radar yerleşkesini Tomahawk füzeleriyle vurmuş ve bu saldırı, ABD’nin Yemen’de devam eden vekalet savaşına ilk doğrudan müdahalesi olmuştur. Bu noktadan sonra hem ABD hem Suudi öncülüğündeki koalisyon İran’ı bölgede geriletmek amacıyla Husilere ciddi bir ders verme yolunu seçebilecektir.

Afganistan, Irak, Suriye ve şimdi ise Yemen. Bush, Obama ve Trump’ın politik argümanları farklılık gösterse de hesaplaşma; ABD’nin Ortadoğu’yu şekillendirirken kullandığı etnik mezhepsel ayrışma pratiğinin en önemli meşrulaştırıcı siyasal retoriğini oluşturmuştur. Trump’ın İran’ı “bir numaralı terörist devlet” olarak nitelendirmesi, hesaplaşmada yeni bir döneme girildiğinin göstergesidir. Fakat güç mücadelesinde yeni bir oyun alanına ihtiyaç vardır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Suriye ve Irak’ı kapsayan kuzey ayağı, Türkiye hariç olmak üzere büyük oranda gerçekleştirilmiştir. Güney ayağında ise, domino etkisi yaratması muhtemel başarısız bir ülke olarak Yemen ön plana çıkmaktadır. Körfez ülkeleri üzerine yoğunlaşan diplomasi trafiği, bölgede küresel ve bölgesel savunma işbirliği ve ittifaklarının sağlamlaştırılmaya çalışıldığını göstermektedir. Trump’ın çatışmacı söylemi, Ruhani’nin seçim arifesinde itidalli yaklaşımını terk etmesine yol açmakta ve Devrim Muhafızları’nın direniş motivasyonunu arttırmaktadır. Bu doğrultuda Yemen, giderek ABD-İran hesaplaşmasının yeni bir oyun alanı haline dönüşmektedir.

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.