Tarih:

Paylaş:

ABD ile Rusya Arasında “Esed Krizi” ve Türkiye’nin Tutumu

Benzer İçerikler

Soğuk Savaş Dönemi’nin iki kutbunu oluşturan ABD ve Rusya, son siyasi gelişmelerle birlikte gerginleşen konjonktürde eski rekabet ortamına geri mi dönüyor? Soğuk Savaş’ın açık ara galibi olan “tek süper güç” ABD, son günlerde eski süper güç Rusya’nın neden tepkisini çekiyor? Bu iki soruya cevap bulabilmek için ikili ilişkileri analiz etmek gerekmektedir.

ABD tarihinde günümüze kadar başa gelen diğer başkanlardan tamamen farklı bir çizgisi olan Trump, daha seçim propagandası döneminde, Rusya Devlet Başkanı Putin’e ve Rusya’ya sempatiyle baktığını ifade etmiş ve sıcak mesajlar vermiştir. Ancak bu sempati sebebiyle zor durumda kalmıştır: Trump’ın seçim kampanyası ekibinde yer alanların Rus temsilcilerle görüştüğü iddiası üzerine, Amerikan Kongresi’nin istihbarat servislerinden sorumlu komisyonları ve FBI araştırma başlatmıştır.

Tüm bu söylemlerden yola çıkarak Rusya’nın, ABD Başkanı olarak göreve başlayan Trump yönetiminden farklı beklentileri söz konusu olmuştur. Bu beklentiler; uluslararası siyasette aralarında eşit temelli bir ilişki modelinin kurulması, Ukrayna’da yaşananlar ve Kırım’ın ilhakı yüzünden ilan edilen ambargoların kaldırılması, Suriye’de uluslararası terörle mücadele konusunda yakın işbirliğinin kurulması, Trump’ın Kırım konusundaki yaklaşımının yumuşaması ve iki ülke arasında askeri anlamdaki gerginlik ateşinin düşmesidir.

Uluslararası arenada merak konusu olan sorular ise: “Rusya’nın beklentileri acaba ne kadar karşılık görecek? Trump, ABD dış politikasında ve dünya jeopolitiğinde köklü ve beklenmedik değişikliklere cesaret edebilecek mi? Trump gerçekten farklı bir Rusya politikası izleyecek mi ya da izlemesine izin verilecek mi?” şeklindedir.

Zira Putin, ABD başkanlık seçimlerinin sona ermesinden sonra yaptığı açıklamada, “Trump’ın başkan seçilmeden önce, ilişkilerimizi iyileştirilmeye yönelik yaptığı açıklamalarını duyduk. İlişkilerimizde -ne yazık ki- oluşan olumsuzlukları hesaba katınca bunun kolay bir yol olmayacağını anlıyoruz. Hepimiz çok iyi anlıyoruz ve biliyoruz ki, neredeyse bütün ülkelerde seçim öncesi vaatler ve gerçek politikalar arasında büyük fark vardır.” şeklindeki ifadeleriyle aslında Moskova’nın ihtiyatlı “bekle-gör” politikasını yansıtmış ve tam olarak Trump’a güvenmediğini ifade etmiştir.

Nitekim Putin öngörüsünde yanılmamış ve iki ülkenin ilişkilerinde yakınlaşmayı zorlaştıran hususlar ardı ardına oluşmaya başlamıştır. Trump’ın başkanlık görevine başladığı ocak ayından bu yana, ABD-Rusya arasında Suriye ve Ukrayna krizleriyle ilgili görüş ayrılıklarının olduğu netleşmiş; mart ayında Rusya Federasyonu, ABD’nin diyaloğa gönüllü olmadığı eleştirisinde bulunmuştur.

Rusya’da bu süreçte, Rusya Federasyonu Türkiye Büyükelçisi Andrey Karlov’a yönelik suikasttan sonra ikinci büyük terör saldırısı gerçekleşmiştir. 3 Nisan 2017 tarihinde Kırgız asıllı Rus vatandaşı Ekbercan Celilov; St. Petersburg’ta, Sennaya Ploshchad İstasyonu ve Teknoloji Enstitüsü İstasyonları arasında sefer yapan metroda intihar saldırısı gerçekleştirmiştir. Günde iki milyon yolcu tarafından kullanılan St. Petersburg metrosunda daha önce hiç saldırı düzenlenmemiştir. Ancak Rusya’nın ulaşım ağı Moskova daha önce benzer saldırıların hedefi olmuştur. 14 kişinin hayatını kaybettiği St. Petersburg terör saldırısında 45 kişi de yaralanmıştır.

Rusya’daki saldırıya dünyadan çok sayıda kınama gelmiştir. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, Başkan Donald Trump’ın Putin’i telefonla aradığı ve “sorumluların yargı önüne çıkarılması için ‘tam destek’ vermeye hazır olduklarını belirttiği” ifade edilmiştir. Açıklamada: “Hem Başkan Trump hem de Devlet Başkanı Putin, terörün kararlı ve hızlı bir şekilde üstesinden gelinmesi gerektiği konusunda hemfikir olduklarını beyan etti.” denilmiştir.

St. Petersburg saldırısından bir gün sonra -4 Nisan 2017 tarihinde- Beşşar Esed yanlısı rejim güçleri tarafından, Suriye’nin İdlib şehrinin Han Şeyhun beldesinde, klor gazlı kimyasal silahın kullanıldığı bir saldırı gerçekleşmiştir. Bir savaş suçu sayılan bu kimyasal saldırıda çoğu çocuk 112 kişi hayatını kaybetmiş ve 320’den fazla kişi gazdan etkilenmiştir. Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Reuters haber ajansına verdiği bilgilere göre; İdlib’deki saldırıda birçok kişinin nefes alamayarak boğulduğu ya da bayıldığı; bazılarının da ağzından köpükler geldiği duyurulmuştur.

Tıbbi kaynaklar, bu belirtilerin saldırıda zehirli gaz kullanıldığının açık kanıtı olduğunu ortaya koymuştur. Kullanılan gazın “sarin gazı” olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Rejim, daha önceki vakalarda olduğu gibi kimyasal silah kullanma suçlamalarını yine reddetmiştir. Daha önce Birleşmiş Milletler, rejimin -özellikle Halep’te- klor gazı kullandığının tespit edildiğini söylemiştir. Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada; “katliam iddialarının aksine, Suriye Hava Kuvvetleri’nin cihatçı grupların kimyasal silah ürettiği bir depoyu vurduğunu” belirtmiştir. Savunma Bakanlığı Sözcüsü Igor Konaşenkov, gerçekleşen hava saldırısının Han Şeyhun’un doğusundaki bir silah deposunu hedef aldığını duyurarak depoda toksik gazlar içeren mermiler üretildiği ve bunların Irak’a ulaştırıldığını aktarmıştır. Açıklamada ayrıca kimyasal mühimmatın, 2016 yılının sonunda Halep’de de cihatçılar tarafından kullanıldığı, Han Şeyhun’da kimyasaldan etkilenen sivillerin, Halep’deki kimyasal mağdurlarıyla aynı semptomları gösterdiği ifade edilmiştir.

Suriye Hükümeti’nin kimyasal silah kullandığına dair iddialar daha önce de birçok kez ortaya atılmış ve bunlar Şam yönetimi tarafından reddedilmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, Suriye ordusunun 2014 ve 2015 yıllarındaki saldırılarında en az 3 kez klorin kullandığını saptamıştır. Ayrıca DAEŞ terör örgütü militanlarının da hardal gazı kullandığı ortaya çıkmıştır. Rusya ordusu yaptığı açıklamada; “4 Nisan Salı günü İdlib Eyaleti civarında herhangi bir hava operasyonu düzenlemediklerini” ifade etmiştir. Saldırı, uluslararası toplumun tepkisini çekmiştir. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada; “bu menfur olayın uygar dünya tarafından göz ardı edilemeyeceği” belirtilmiştir. Beyaz Saray Sözcüsü Sean Spicer: “Beşşar El-Esad rejiminin bu korkunç eylemleri, bir önceki (ABD) yönetimin zayıflığının ve kararsızlığının bir sonucudur.” demiştir.

Kimyasal saldırı düzenlendiğine yönelik iddiaların ortaya atılmasının ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmesi yapan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, saldırıyı “katliam” olarak tanımlayarak; “saldırının insanlık dışı ve kabul edilemez” olduğunu, “Astana Barış Süreci’ndeki emekleri heba etme riski taşıdığını ve tehlikeye attığını” söylemiştir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise saldırıların insanlık suçu olduğunu belirtmiş: “Esed rejimi yıllardır halkı katlediyor.” ifadelerini kullanmıştır.

ABD, 7 Nisan’da Suriye’nin İdlib kentinde Esed rejim uçaklarınca düzenlenen kimyasal saldırıya, rejimin bu saldırıyı düzenlerken kullandığı hava üssünü vurarak yanıt vermiştir. Humus kentindeki Şayrat Hava Üssü, 59 Tomahawk Land füzesi ile vurulmuştur. ABD Savunma Bakanlığı’ndan gazetecilere açıklama yapan Albay Jeff Davis: “Başkan’ın (Donald Trump) talimatıyla ABD kuvvetleri, Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait bir üssü yerel saatle 4.45’te seyir füzeleri ile vurdu.” ifadelerini kullanmıştır. Davis, fırlatılan Tomahawk Land füzelerinin Doğu Akdeniz’de konuşlu USS Porter ve USS Ross destroyerlerinden fırlatıldığı bilgisini vermiştir. Suriye Ordusu’ndan yapılan açıklamada 6 askerin öldüğü, üste ise büyük maddi hasar oluştuğu belirtilmiştir. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, vurulan hava üssünün “neredeyse tamamen imha edildiğini” duyurmuştur.

5 Nisan Çarşamba günü, Rusya Federasyonu Suriye’deki Esed rejiminin İdlib’de yaptığı zehirli gaz saldırısıyla ilgili kınama kararının BM Güvenlik Konseyi’nde oylanmasına mani olmuştur. ABD’nin Suriye’deki Humus yakınlarında bulunan Esed rejimine ait Şayrat Askeri Üssü’nü vurmasından sonra ise ABD ile Rusya arasında ciddi büyük bir kriz meydana gelmiştir. Bu gelişmeler üzerine 11 Nisan Salı günü Moskova’ya gidecek olan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Suriye’deki kimyasal silah saldırısı nedeniyle Rusya’nın, Esad rejimine verdiği desteği gözden geçirmesini istemiştir. Tillerson, Moskova’nın saldırıda ölenlerin “manevi sorumluluğuna ortak olduğunu” da söylemiştir. ABD’nin bu hamlesini “düşüncesiz” olarak niteleyen Rusya Dışişleri yetkilileri ise: “ABD sadece mevcut sorunları derinleştiren ve global güvenliği tehdit eden böylesi düşüncesiz bir adımı ilk kez atmıyor.” diyerek bunun mevcut sorunları derinleştirdiğini savunmuştur.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Akdeniz’den Suriye’ye füzeler ateşlendiğinde; Rusya’nın Suriye’de konuşlandırdığı S-300 ve S-400 hava savunma sistemi bataryalarının neden karşılık vermediği sorusu, Trump ile Putin arasında “danışıklı dövüş” iddialarını da gündeme getirmiştir. Rus RIA haber ajansının aktardığı açıklamada: “saldırının İdlib’teki kimyasal saldırı öncesi hazırlandığı” iddia edilmiştir. Rus siyaset bilimci İgor Eydman, Trump’ın Russiagate skandalına son vermek için Putin’in dostu olmadığını halkına göstermesi gerekiyordu. Trump’ın emriyle ateşlenen füzeler bu problemi çözdü. Tabi şimdi Putin’in Trump’tan istekleri olacaktır.” iddiasında bulunmuştur. Ancak durumun pek de öyle olmadığı görülmüştür.

Devlet Başkanı Putin’in saldırıyla ilgili ilk tepkileri oldukça serttir. Putin: “Saldırı ABD-Rusya ilişkilerine belirgin bir zarar verdi ve ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalesi uluslararası hukukun ihlalidir.” diyerek keskin çıkış yapmıştır. Kremlin’den yapılan açıklamada ise: “Saldırı egemen bir devlete düzenlendi.” ifadesi kullanılmıştır. Rus haber ajansı Ria Novosti’de yer alan habere göre, Rusya Federasyon Konseyi Savunma Komitesi Başkanı Viktor Ozerov, ABD’nin Suriye bombardımanını, “bu eylem BM üyelerine karşı yapılan agresif bir eylem” diye nitelendirmiş ve Rusya’nın Suriye’de ABD ile “askeri işbirliği kanallarını kesebileceği” uyarısında bulunmuştur.

Rusya Meclisi alt kanadı Duma Savunma Komitesi Başkan Yardımcısı Yuriy Şvıtkin: “Bugün ABD’nin, DAEŞ’i kendi jeopolitik çıkarlarının kararını vermek için bir araç olarak kullandığını bir kez daha görüyoruz ve DAEŞ ile mücadele eden Suriye ordusuna ateş açılması endişe uyandırıyor. Bu, ABD’nin bir kez daha uyguladığı çifte standart politikasıdır; bunu başka şekilde adlandıramazsınız. ABD kime karşı savaşıyor? DAEŞ’e karşı mı DAEŞ ile mücadele edenlere karşı mı?” diye sormuştur. Rusya, Esed rejimine ait hava üssüne düzenlenen ABD saldırısının ardından BM Güvenlik Konseyi’nin acilen toplanmasını talep etmiştir. ABD ile imzaladığı ve Suriye hava sahasında iki ülkenin uçaklarının arasında kazaları önlemeye yönelik güvenlik protokolünü askıya almıştır. Moskova daha sonra da, ABD ile Suriye’de koordinasyon amacıyla oluşturulan iletişim hattını 8 Nisan’dan itibaren durduracağını açıklamıştır.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’nin Suriye’deki hava üssüne yönelik operasyonunu “saldırganca bir eylem” olarak nitelendirmiş ve bunun 2003 yılında Irak’a düzenlenen operasyonu andırdığını söylemiştir. ABD’nin Birleşmiş Milletler’deki Büyükelçisi Nikki Haley, 7 Nisan’da New York’taki Dünya Kadınları Zirvesi’nde yaptığı konuşmada Başkan Donald Trump’ın Rusya’yı “problem” olarak gördüğünü açıklamıştır. Halley, Amerikan yönetiminin politikalarını nasıl değerlendirdiğini Rusya’ya gösterdiğini söylemiştir. Rusya’nın Ukrayna anlaşmazlığındaki tutumunu, Kırım’ı ilhak etmesini ve Suriye’deki Esed rejimine destek vermesini kınayan Nikki Haley; “böyle yaklaşımların kabul edilemez olduğunu ve Rusya’ya bunun defalarca iletildiğini” belirtmiştir. “Hatalarını Rusların yüzlerine vurduğunu” ifade eden Haley, konuşmasında Başkan Trump’ın “icraatına göre değerlendirilmesini” istemiş ve “Trump’ın dediklerine değil, yaptıklarına bakmak gerektiğini” söylemiştir.

Sonuç olarak, ABD ve Rusya ilişkilerinin diplomaside zaman zaman dengeli olmaya çalışsa da kırılgan ve kaygan bir zeminde olduğu görülmektedir. Suriye meselesi, ikili ilişkilerde en önemli kırılma noktası olmuştur. Özellikle Rusya’nın Suriye’de Esed yönetimini tutan tavrı krizi arttıracak ve dengeleri altüst edecek seviyededir. Suriye’de Esed rejiminin “2011’de başlayan barışçıl ayaklanmaları, şiddet kullanarak bastırma girişimlerinden sonra artan protestolarla ülkede iç savaşa dönüşen ve yedinci yılına giren savaşta” günümüze kadar en az 300 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Beş milyondan fazla Suriyeli, komşu ülkelere sığınmıştır. Ülke içinde de altı milyondan fazla kişi evinden olmuştur. Bu savaştan ve krizden en fazla etkilenen ülkelerden biri şüphesiz Suriye’nin yanı başındaki ülke, Türkiye olmuştur. Gerek göçmenlere yaptığı ev sahipliği gerekse çözüm sürecinde barış sürecine yaptığı katkıları ile Türkiye zor bir görev üstlenmiştir.

İdlib’de yapılan son saldırıda özellikle masum çocukların hedef seçilmesi, olayın vahametini bir kez daha göstermiştir. Bir taraftan barış görüşmeleri sürerken bir taraftan Esed rejimi saldırılarını sürdürmüştür. Kriz kabul edilemez bir hal almıştır. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da İdlib saldırısını bir katliam olarak nitelendirmiş ve bu konudaki net tavrını ortaya koymuştur. Uluslararası ilişkilerde her ne kadar çıkarlar gereği hareket edilse de bu olay dünya kamuoyunun uzun yıllar gündeminden düşmeyecektir. Çok sayıda masum insanın öldüğü İdlib saldırısından ziyade, ABD’nin üsleri hedef aldığı saldırının ön plana çıkması ise düşündürücüdür.

ABD, Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler elbette bundan sonra farklı bir boyut alacaktır. Ancak Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da belirttiği gibi; “Türkiye ne ABD ve ne de Rusya için bir taraf olmak durumunda değildir.” ABD müttefik bir ülkedir. Türkiye’nin Rusya Federasyonu ile başta enerji ve turizm olmak üzere ticari anlaşmaları bulunmaktadır.

Türkiye, Suriye krizinde özellikle Ortadoğu ülkeleri arasında moderatör rolü üstlenmiştir. Türkiye ve Rusya siyasi-ekonomik ilişkilerinin, iki ülkenin dönemsel özellikleri ile paralel olarak rekabetçi bir zeminde gelişme gösterdiği ortadadır. Türkiye-Rusya ikili ilişkileri dengeli karşılıklı bağımlılıktan ziyade kriz zamanı işbirliği şeklinde gelişme göstermektedir. Türkiye’nin, Rusya ile Kırım konusunda ve Suriye’de Esed rejim yanlısı tutumu dolayısıyla anlaşmazlıkları vardır. Burada en önemli hususlar: Suriye sorununun bir an önce çözüme kavuşması, uluslararası terörizmle mücadele, barış sürecinin gerçekleşmesi ve bölge halkının güvenliğinin bir an önce sağlanmasıdır.

Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN
Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN
Prof. Dr. Giray Saynur Derman halen Marmara Üniversites, İletişim Fakültesi Halka İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Kişilerarası İletişim Anabilim Dalında görev yapmaktadır. 1991 yılında Lisans, 1995 yılında, Yüksek Lisans, 2003 yılında doktora eğitimini Marmara Üniversitesi’nde Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde tamamlamıştır. 1992-2003 Yılları arasında Marmara Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi, 2004-2011 yılları arasında Sakarya Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. ve 2011-2016 yılları arasında Doç. Dr. Akademik ünvanıyla aynı üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümünde çalışmıştır. Uzmanlık alanı Türk Dış Politikası, Siyasi Tarih, Uluslararası ilişkiler üzerinedir. Başlıca ilgi alanları Türkiye- Rusya, ABD, AB İlişkileri, Ukrayna-Kırım, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Orta Doğu ve Karadeniz Bölgesi'nin dış ve güvenlik politikaları olup, etnik çatışma alanları, ve dış politika analizi de ilgi alanları arasındadır. “Siyasi Tarih”, “Türk Dış Politikası”, “Türk Dünyasında Siyasi Gelişmeler”, “Kafkasya’da Siyasi Gelişmeler”, “Dış Politika Analizi”, “Diplomatik Yazışmalar” lisans dersleri, “Rus Dış Politikası”, “Rusya Tarihi”, “Rusya-AB ilişkileri”, “AB’nin Orta Asya ve Kafkasya Ülkeleri ile İlişkileri” yüksek lisans dersleri ve “Global Politikalarda Karadeniz”, “Bölgesel ve Küresel Güçlerin Orta Asya-Kafkasya Politikaları” doktora derslerini vermektedir. Çok sayıda ulusal ve uluslararası bildiri, makale ve kitapları bulunmaktadır.1905-1907 Yılları Rusya Müslümanlarının Siyasi Kimlik Arayışı, (İst. Doğu Kütüphanesi Yayınları 2008), Blue Black Sea: New Dimensions of History, Security, Strategy, Energy and Economy, (İngiltere,Cambridge Scholars Publishing 2013), Ukranian Foreign Policy and the Internal Determinants, (Almanya, Berlin Lambert Academic Publishing 2015), Rus Dış Politikasındaki Değişim ve Kremlin Penceresinden Yeni Ufuklar, (Ankara SRT Yayınları, 2016) kitaplarının yazarıdır. En son çalışması The Struggle for Power in Central Asia and the Caucasus: Geopolitics and the Great Game After the Cold War, (İngiltere Tauris 2017)’dır. Amerika Birleşik Devletleri University of Texas/UTD, St. Petersburg Devlet Üniversitesi ve Kırım Devlet Sanayi ve Pedagoji Enstitüsü’nde misafir akademisyen olarak görev yapmıştır. İngilizce, Rusça ve Kırım Tatarcası bilmektedir.