ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in, Endonezya’nın Bali Adası’nda G-20 Liderler Zirvesi öncesinde gerçekleştirilen görüşme ve akabinde basın toplantısında verilen mesajlar, açıkçası şimdiden G-20 Zirvesi’ni gölgede bırakmış durumda. Özellikle Biden’ın Çin-ABD ilişkilerine yönelik “Yeni bir Soğuk Savaş olmayacağına kesinlikle inanıyorum” ifadesi, kuvvetle muhtemel bir çok başkentte “Biden ne demeye çalıştı?”, “ABD ne yapmaya çalışıyor?” ve “ABD-Çin ilişkilerinde nasıl bir gelecek?” sorularının daha da yüksek sesle sorulmasına neden olmuş vaziyette. Zira tüm aktörler biliyor ki; Washington-Pekin hattındaki ilişkilerin seyri ve sonucu, büyük ölçüde yeni uluslararası sistemin adını, çerçevesini ve dolayısıyla da bu ülkelerin geleceğini tayin edecek. Dolayısıyla her iki liderin verdiği mesajlardaki satır araları oldukça önemli.
Bir kez daha ifade etmek gerekirse, buradaki kilit ifade, hiç kuşkusuz “Yeni Soğuk Savaş”. Bu “Yeni Soğuk Savaş”ın Çin ile ABD arasında olmayacağına yönelik Biden’ın yaptığı vurgu ise çok daha önemli. Çünkü buradaki “Yeni Soğuk Savaş”ta sadece iki aktör var, çok kutuplu dünyayı savunan; hatta bu noktada ABD’yle güç mücadelesi yürüten diğer aktörler yok hükmünde. Dolayısıyla kafaları karıştıran, büyük soru işaretlerine yol açan bu ifadenin üzerinde durmakta fayda var.
Biden’ın Çin ile ABD arasında “Yeni Soğuk Savaş” olmayacak şeklindeki sözleri, açıkçası en temelde şu soruları akıllara getiriyor: ABD, Çin’le bir savaşa hazır değil mi ve bunu zaman kazanmak için mi yapıyor? Ve ABD, aslında Çin’le kontrollü bir iki kutuplu sistemin inşasında anlaşmaya hazırım mesajını mı veriyor ve bu da doğrudan doğruya Washington’un gücü Pekin’le paylaşması ve dünyayı nüfuz alanlarına bölmesi anlamına mı geliyor?
Aslında ABD-Çin ilişkilerinde nasıl bir gelecek sorusu, özellikle de 2009 yılından itibaren her iki ülkenin gündeminde. Bu bağlamda 2009-2013 yılları arasında ABD’nin Çin’i bölgesel-küresel meselelerde birlikte hareket edebileceği bir “çözüm ortağı” olarak görmeye başladığı, bu bağlamda önce “Asya-Pasifik”i merkeze alan bir bölgesel işbirliği arayışına vurgu yaptıkları, sonrasında ise Pasifik ötesini de hedefleyen bir “Yeni Model İşbirliği”ni gündeme getirdikleri görülmekteyken; 2015 senesinden itibaren farklı bir döneme girildiği dikkatleri çekiyor.
Bu kapsamda ABD’nin söz konusu işbirliği arayışlarını ve ortaya koyduğu modeli bir zafiyet olarak gören Pekin yönetiminin Washington’dan beklentilerini daha da arttırdığı, bir anlamda çıtayı yükselttiği dikkatlerden kaçmıyor. Bölgesel-küresel bazda ortaya koyduğu büyük projeler ve yumuşak güç politikası (Kuşak-Yol Projesi gibi) ve “çok kutupluluk” söylemi üzerinden bir “Ötekiler İttifakı” inşa etmek suretiyle ABD karşıtlığını teşvik eden, onu yalnızlaştırmaya çalışan, iktisadi ve siyasi boyutta zayıflatan Çin’in bu politikasını Rusya-Ukrayna Savaşı’na kadar başarıyla yürüttüğü görülüyor. Öyle ki; “Çok Kutupluluk” söylemi üzerinden yalnıza ABD-Asyalı güçler bağlamında değil, ABD-AB ve hatta ABD-NATO ilişkileri bakımından da etkili sonuçlar alıyor.
Bunun sonucunda Çin’in küresel nüfuzunu arttırabilmek için ABD’den daha “adil” ve “yeni bir güç paylaşımı” konusunda açıktan taleplerde bulunduğu, bunun için yeri geldiğinde askeri güce başvurmaktan çekinmeyeceği de görülüyor. Nitekim G20 Zirvesi öncesi Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Pekin’in askeri eğitimi güçlendireceğini ve “herhangi bir savaşa” hazırlanacağını açıklaması da hiç kuşkusuz “Amerikan Tek Kutupluluğuna-Hegemonya Arayışına” yönelik bir meydan okuma olarak kendisini gösteriyor. Düne kadar daha çok Çin’in kırmızı çizgileri noktasında (örneğin “Tek Çin Politikası”) bir kararlılık duruşu olarak ön plana çıkan savaş vurgusu, “herhangi bir savaş” ifadesiyle artık sınır tanımıyor.
Dolayısıyla Obama’nın son döneminden itibaren kendisini gösteren, Başkan Donald Trump ve Obama’nın yardımcılarından mevcut Başkan Joe Biden’la devam eden “Çin tehdidi”, bugün ABD dış politikasının merkezinde yer alıyor. Özellikle de Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte Moskova’nın her türlü güç kaybına uğraması ve Rusya’nın nüfuz alanlarında Çin’in boy göstermesi, açıkçası Washington’u yeni bir tehdit ve işbirliği değerlendirmesine itmiş görünüyor. Bir diğer ifadeyle Çin’in Pasifik başta olmak üzere, ABD’den daha fazlasını istemesi, hiçbir şekilde gücünü ve nüfuz alanlarını başka aktörle paylaşmayı kabul etmeyen Washington’u yeni bir politika izlemeye sevk etmiş durumda. Nitekim ABD’nin özellikle de Rusya-Ukrayna Savaşı üzerinden Çin’in çok kutuplu politikasını hedef alan yeni stratejisinin sonuçlarının Başkan Biden’ın bu son konuşmasında da etkili olduğu dikkatleri çekiyor.
Söz konusu açıklamanın Cinping’in ABD ile Çin arasında iki kutuplu bir dünya inşası yönünde verdiği dolaylı mesajlara zamanlama olarak denk gelmesi de elbette tesadüf olarak nitelendirilemez. Dolayısıyla Biden, Çin’in kararlılığını net bir şekilde gördüğünün ve onunla birlikte hareket edebileceğinin mesajını veriyor. Cinping’in buna cevaben Çin’in mevcut uluslararası düzeni değiştirmeye, ABD’ye meydan okumaya veya onun yerini almaya niyeti olmadığını belirten açıklaması da açıkçası “ben hazırım” anlamına geliyor ve akıllara 2009-2015 arası döneme dönüşü ve bir nüfuz alanı paylaşım mutabakatını getiriyor.
Sonuç olarak, “Çok Kutupluluk” söylemiyle gücüne güç katan, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda zayıflamış bir Rusya’yla bu gücünü nüfuz sahaları itibarıyla daha da pekiştirmeye çalışan ve yeri geldiğinde askeri güce başvurmaktan çekinmeyeceğini açıkça deklare eden Çin’e karşı, ABD’nin önündeki iki seçenekten birini şu an için gündemine aldığı görülüyor: “Kontrollü İki Kutupluluk” adı altında paylaşımı esas alan bir yaklaşım. Zira ABD, “Tek Kutupluluk” hedefine iktisadi, siyasi ve hatta askeri olarak uzak görünüyor ve Çin’le açıktan bir savaşı göze alamıyor. Dolayısıyla karşımızda “Soğuk Savaş 2.0” versiyonu söz konusu. Sovyetler Birliği’nin yerini alan Çin’le “Soğuk Savaş”a devam diyen Washington, dünyayı nükleer silahlar üzerinden tehdit eden ve mevcut siyasi haritayı statükonun korunması adına ihlal eden “revizyonist güçlere” karşı statükoyu savunan Pekin’le devam diyor gibi görünüyor. Bu da tek kelimeyle çok kutuplu dünya anlayışına karşı ortak bir duruşu ortaya koyarken; yeni bir paylaşım sürecine işaret etmesi açısından da oldukça önemli.
Peki, bu noktada ABD-Çin arasındaki paylaşımın adresi neresi olabilir? Açıkçası tüm göstergeler şu an için Güney Asya’ya işaret ediyor. Bölgesel-küresel bazda yaşanan son gelişmelere dikkatlice bakıldığında, Myanmar’la (Burma) başlayan sürecin diğer gelişmelerle birlikte daha derinleşeceği-genişleyeceği öngörülüyor. Zira her iki aktör de kendilerine başka bir rakip istemiyor ve mutabakata vardıkları, “Yeni İşbirliği Modeli” olarak sundukları kontrollü iki kutuplu sistem inşası noktasında hamlelerini yapmayı sürdürüyorlar. Dolayısıyla ABD-Çin bağlamında yaşanan güç mücadelesinin her geçen gün bir paylaşım mücadelesine dönüşmesinin altında da bu gerçeklik yatıyor. Biden da zaten bunu söyledi.