Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan sonra dünya enerji dengelerinde yaşanan gelişmeler özellikle Avrupa enerji güvenliğinin Orta Asya ve Türkiye ekseninde değerlendirilmesini ön plana çıkarmıştır. Bu noktada, Avrupa’nın birlik olarak Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) ortak hareket ederek Rusya’ya bir petrol ambargosu uygulamasının ve aynı zamanda %40 civarında seyreden Rus ithalatına karşı yeni seçeneklerle ilgili kararlar almasının hatırlanması gerekmektedir.
Avrupa’nın kararlarından en önemlisi ilk olarak petrole karşı bir ambargo uygulanması kararının alınmış olmasıdır. Avrupa, Rus petrolüne uyguladığı yasaklarla petrol, doğalgaz ve kömür konusunda Avrupa’nın en büyük tedarikçilerinden biri olan Rusya’nın büyük bir gelir kaybı yaşayacağını planlamaktaydı. Ukrayna Savaşı sırasında yaşanan çatışmalar, Rusların Avrupa’daki en büyük destekçisi olan Almanya, Fransa ve İtalya gibi Avrupa Birliği (AB) ülkelerini bile zor durumda bırakmıştır. Rusya, petrolüne uygulanan ambargoya ilk tepki olarak satışlarını Asya piyasalarına kaydırmış, Çin ve Hindistan’ı kendisine en büyük müşteriler haline getirmiştir. Bu ülkelere, piyasa fiyatının 25-30 dolar indirimle hatta bazı yerlere 35 dolar altında Rus petrolü satılmıştır. Ek olarak özellikle Çin ve Hindistan’daki rafinerilerin ihtiyaçları için daha düşük fiyatlar ve orta vadeli kontratlarla Rus petrolü satılmıştır. Her iki ülke de bu durumdan oldukça memnundur. Zira ekonomilerindeki Brent petrol fiyatının 120 dolara kadar yükselmesinin etkisiyle ithalattan kaynaklanan cari açık azalmaya, halk daha ucuz benzin almaya ve rafineriler daha düşük fiyatlara petrol almaya başlamıştır. Avrupa ekonomileri için felakete dönüşen petrol fiyatları, Asya’daki iki büyük markette çok daha makul fiyatlarda seyretmiştir.
Yeni oluşan bloka göre Rusya’nın en büyük iki alıcısı Hindistan ve Çin olmuştur. Özellikle Hindistan, Rus petrolünün %40’ını alan bir ülke konumuna gelmiştir. Deniz taşımacılığıyla satışı yapılan Rus petrolünün %20’si Hindistan’a gitmektedir. Bu durum, ABD’nin hiç hoşuna gitmese de sonuç ortadadır.
Savaşın ve yaptırımların sonucunda AB enerji piyasalarında çok daha karmaşık bir durum oluşmuştur. Çünkü Rusya’ya yakın olan ve Druzhba Boru Hattı üzerinden petrol alan Macaristan, Slovakya ve Çekya gibi AB üyesi ülkeler, Rus petrol ambargosunu, Rusya’ya yüksek bağımlılıkları nedeniyle hemen uygulamaya koyamayacaklarını en az 6 aylık bir süreye ihtiyaçları olduğunu ve kendilerine yaptırımlar noktasında bir muafiyet tanınması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bunun sonucunda AB; Macaristan, Slovakya ve Çekya’ya ucu açık bir şekilde Rusya’dan gelen boru hattı üzerinden petrol almaya devam edebilmeleri için bir muafiyet tanımıştır. Bu muafiyet kararı, AB’nin ortak karar alma noktasındaki bölünmüşlüğünü ortaya çıkarması sebebiyle önem arz etmektedir. Enerji güvenliğini ülkeler tek tek sağlamaktadırlar ve AB tüm üye ülkeler noktasında müzakere edemedikçe Rusya, AB içerisindeki bahsş geçen kendine yakın ülkeleri kullanarak avantaj sağlamıştır. Bu ülkelere henüz AB üyesi olmasa da Sırbistan’ı da eklemek mümkündür. Kısacası, enerji güvenliği hususunda ortak bir karar çıkarmayı başaramasa da 2022 yılının sonuna kadar Rusya’nın petrol ve rafine edilmiş petrol ürünlerinin ithalatını sıfırlamayı amaçlayan AB, önemli bir karar almıştır.
Petrol ambargolarının yarattığı ortam nedeniyle Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) bu durumu fırsata çevirerek sanki Rus petrol arzında kesinti varmış gibi ek üretim miktarını düşük tutmuştur. Söz konusu piyasa şartlarında OPEC’in petrol üretimini 2,5 milyon varil artırması beklenirken OPEC’te yalnızca 658 bin varillik bir artış gerçekleşmiştir. Bu durum da dünya piyasalarındaki petrol fiyatlarının 120-125 dolar bandını görmesine yol açmıştır. ABD hem kendi üreticilerinin hem de OPEC’in petrol üretimini arttırmamasından son derece rahatsızdır ve dolaylı yollardan Venezüella’ya petrol satışı noktasında izin vermiştir. Venezüella uzun bir zaman sonra İtalya’ya petrol ticareti gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda İran da yavaş yavaş piyasaya petrol sağlamaya başlamış ve markete yaklaşık 60 milyon varil arz gerçekleştirmiştir. Tüm bu Rusya-Ukrayna Savaşı boyunca hiç beklenmeyen iki ülke olan İran ve Venezüella petrol satmaya başlamıştır.
Bu kadar yüksek seyretmesi beklenmeyen petrol fiyatları, Avrupa ve Türkiye’de dahil olmak üzere dünya genelindeki enerji güvenliğini yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’deki petrol fiyatları da uluslararası fiyatlandırmalara bağlı olduğu için litre başına yaklaşık 30-33 Türk lirasına çıkmış durumdadır. Dolayısıyla enerji piyasalarındaki yangının sönmesi için ABD üreticileri, Venezüella ve Körfez Bölgesi’nin Arap üreticileri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) üretimi artırması gerekmektedir. Ek olarak ABD Başkanı Joe Biden buralara ziyaret gerçekleştirerek petrol üretimi yapması için baskı kurmaktadır.
Bakü-Ceyhan Boru Hattı aktif bir şekilde kullanılabilmekte ve bu durum daha fazla Türkmen ve Kazak petrollerinin taşınabilmesi noktasında önem arz etmektedir. Çünkü Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru (BTC) Hattı’nın ana kaynağı olan Azer-Çırak-Güneşli Petrol Sahası’nda yaşanan üretim düşüşleri nedeniyle BTC tam kapasite çalışamamaktadır. Dolayısıyla Kazak ve Türkmen petrollerinin bu boru hattını beslemesiyle günlük 1 milyon 2502 bin varil taşıyabilecek hale gelir ve bu durum petrol fiyatlarının dengelenmesi açısından dünya piyasalarını rahatlatabilir. Ancak OPEC üyelerinin artırmasına odaklanılmaktadır. Venezüella’nın ise ciddi rezervi bulunması ve enerji oyununa geri dönmeye çabalamasını ön plana çıkmaktadır. Lakin ABD’nin kurguladığı plan, Venezüella ve İran’ın tek başına güvenmeyi temel almamaktadır. O yüzden Irak’ta da hareketlenmeler başlamış ve Bağdat’ın hoşuna gitmese de Kürt Bölgesi’nden petrol üretimi ve ticareti için iki ayrı bölgesel hükümete bağlı şirket kurulmuştur. Bu şirketler, kendi aramaları ve ticari girişimleriyle dünya piyasalarına petrol satmayı amaçlamaktadır. Irak, en büyük petrol rezervine sahip olmanın yanı sıra en az üretim maliyetine de sahiptir. Bu sebeple petrol fiyatlarının dengelenmesi için başat aktör olabilir. Bu bağlamda 1,7 milyon varil/gün kapasiteye Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı, en kritik altyapıdır. Dolayısıyla, BTC’nin tam kapasiteye ulaştırılması için henüz Irak’ta bu üretim düzeylerine erişilememiş durumunda olsa da en azından Kürt Bölgesi’ndeki petrolün bu boru hattıyla taşınması mümkündür. Üstelik, söz konusu tedarik kısa sürede gerçekleştirilebilir ve 2022 yılının sonuna kadar Irak petrolünü satacak hale gelinebilir. Bu kapsamda AB enerji arzı güvenliği açısından en kısa sürede sağlanacak bu çözüm, Türkiye üzerinden gerçekleşmiş olacaktır.
Öte yandan AB’nin enerji güvenliğinin bir diğer yönü ise doğalgazdır. Avrupa ülkeleri, Rus doğalgazına bağımlılıktan bir gecede kurtulamayacağının farkındadır. Bu kapsamda AB, Rus doğalgazından kurtuluşun ilk adımı olarak ABD ve Katar sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) almaya başlamıştır. Eldeki ek kapasiteler ve bunları yeniden yönlendirmelerle AB’nin Rus doğalgaz talebinin yaklaşık %15-20’sini karşılayabilecek durumdaydı. AB, orta ve uzun vadeli planlar yapıp bu planlar sonrasında yeni bir döneme geçmesi gerekiyordu.
Rus gazını Avrupa’ya götüren 175 milyar metreküplük boru hatlarından önce Polonya daha sonra Almanya, İtalya, Fransa’da gaz kesintileri yaşanmıştır. Diğer taraftan diğer alternatif kaynaklarda yaşanan sıkıntılar, Cezayir’in İspanya’yla yaşadığı sıkıntılar gibi doğalgaz tedarikinde bir düşüş yaşanmıştır. Yeterli miktarda LNG kargoları fiyatının Avrupa fiyatı olan TTF’nin Asya fiyatlandırması olan JKM’nin üzerine çıkması gerekmekteydi. Dolayısıyla Katar ve Arap ülkeleri, LNG’leri Asya piyasalarından çekip Avrupa’ya gönderildiği görülmüştür. Bu noktada hava sıcaklığının yüksek seyretmesi nedeniyle Asya piyasalarının taleplerindeki azalış da önemlidir. Ancak ABD, kendisine koyduğu 50 milyar metreküplük LNG’yi Avrupa’ya göndermek istese de yalnızca İspanya’da ve sınırlı bir şekilde Adriyatik’te tesis bulunmaktadır. Hem bu doğalgazı kabul edecek tesisler açısından hem de ABD’li LNG üretimiyle ilgili kapasite genişleme kararı alamaması nedeniyle Amerikan LNG’sinin Avrupa’ya gelişi beklenmemektedir. Bu nedenle ABD, Katar’la çalışmakta ve Katar’ı devreye sokarak ABD’li şirketlerden LNG gelene kadar Katar’la idare etmeye çalışmaktadır.
LNG konusunda Saros Körfezi’ne yapılacak yeni Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi (FSRU) ve Marmara Ereğlisi’ndeki LNG terminali ve diğer tesislerde dahil olmak üzere Türkiye ön plana çıkmaktadır. Türkiye’nin bu tesislerine getirilecek LNG’ler, Türk boru hattı üzerinden ve Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı-Trans Adriyatik Boru Hattı (TANAP-TAP) üzerinden direkt Yunanistan’a ve oradan Avrupa’ya ya da Bulgaristan üzerinden şu anda boş 14 milyar metreküplük kapasite Batı Hattı projesinden Ukrayna ve Polonya’ya kadar götürülebilir. Türkiye’nin burada yükleneceği ve üstleneceği çok önemli roller bulunmaktadır. Türkiye sadece Güney Gaz Koridoru’nun parçası olarak TANAP-TAP sistemi üzerinden Azeri doğalgazını önermemekte, aynı zamanda bu sistemin içine Türkmen doğalgazının eklenebileceğini ileri sürmektedir. Azerbaycan ve Türkmenistan arasında bu bağlamda diyaloglar gerçekleşmeye başlamıştır. AB’nin Türkmenistan’la bir anlaşma imzalaması durumunda Azerbaycan, Türkmen doğalgazının önü açılabilir. En az 8-10 milyar metreküplük Türkmen doğalgazı, hızlı bir şekilde TANAP’ın kapasitesinin 31 milyar metreküpe çıkarılmasıyla Türkiye ve Türkiye üzerinden TAP hem Yunanistan hem de Bulgaristan, Arnavutluk ve İtalya gibi Avrupa ülkelerine taşınabilir. İkincisi ise BOTAŞ’ın kendi ülke içindeki boru hattı sistemi içerisinde ciddi bir atıl kapasitesi bulunmaktadır. Bu atıl kapasite, transit taşımacılıkta kullanılır hale gelebilmesi için bazı inşaat çalışmaları, yatırımlar ve kompresörlerin yerinin değiştirilmesi gibi teknik çalışmalar gerekmektedir. Ancak tüm bunlar çok kısa sürede gerçekleştirilebilir. Türkiye, altyapı yatırımlarıyla ve küçük inşaat projeleriyle hazır olarak AB açısından 6-8 ay gibi bir sürede, Türkmenistan ve Azerbaycan gazını kullanarak çözüm üretebilecek tek ülkedir.
AB, Rus gazını ikame edebilmek için Cezayir doğalgazını almayı planlamaktaydı. Ancak Cezayir ve İspanya arasındaki anlaşmazlık nedeniyle Cezayir, Tunus üzerinden geçerek direkt olarak İtalya’ya doğalgaz satmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda Kuzey Afrika ülkeleri de ön plana çıkmaktadır. Cezayir’in doğalgaz rezervleri bulunmakta, Tunus bir geçiş ülkesi haline gelmekte ve Libya’da petrol şoklarından önce de AB açısından İtalya’ya yakınlığıyla avantaj sahibi bir ülkedir. Bu nedenle Libya’nın tekrar enerji oyununa geri dönmesi gerekmektedir. Diğer tarafta doğalgaz üreten ve tesisleri dolu olan Mısır da vardır. Mısır’ın kaynaklarının hangi boru hattıyla taşınacağı belirsizdir. Akdeniz’den Avrupa’ya giden iki adet deniz boru hattı bulunmaktadır, bunların kapasitesinin artırılmasıyla Mısır doğalgazı Avrupa’ya taşınabilir. Ayrıca Cezayir, Mısır doğalgazını da alarak eş zamanlı olarak Avrupa’ya kendi doğalgazıyla birlikte tedarik edebilir. Fakat bu durumda daha büyük kapasiteli bir boru hattı ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Mevcut boru hatlarına ekleme yapılarak en fazla 20 milyar metreküp taşınabilir. Avrupa’nın ihtiyacı ise 170 milyar metreküptür. Bu ihtiyacın 20-30’unu Amerika’dan, 20’sini Libya-Cezayir’den bulsa da hala bir açık bulunmaktadır. Bu nedenle yine Türkiye üzerinden taşınacak doğalgaz arzına ihtiyaçları bulunmaktadır.
AB stratejik olarak bir hata yapmış, İsrail ve Mısır’dan doğalgaz alımıyla ilgili 12 Haziran 2022 tarihinde bir mutabakat zaptı imzalamıştır. Bu kaynakların 5 yıl sonra bile 20-25 milyar metreküplük kaynak sağlayıp sağlayamayacağı bile belli olmayan iki ülkeyle yapılmış bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın geçerli olabilmesi ve hızlı bir müdahale sağlanabilmesi için, boru hatlarıyla 300 km’lik İsrail gazının Mısır’a ulaştırılması Mısır’dan da yine boru hatları ya da iddia edildiği gibi LNG şeklinde Avrupa’ya üretilerek satılması gerekmektedir. Ancak LNG depoları zaten Mısır tarafından doldurulmuş bir haldedir ve İsrail’e ayırılacak kapasite bulunmamaktadır. Bu noktada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) söz konusu anlaşmadan dolayı eli boş kalmıştır. Zira hiç kimse GKRY’den ve onların gerçekleştirdiği denizi aşan boru hattından bahsetmemiştir. Yunanlıların bu kadar fazla öne çıkıp, Türkiye’ye bu kadar saldırmalarının nedeni de Türkiye’nin AB’nin bu kritik gününde hazır altyapısıyla en önemli alternatif kaynakları getirebilecek en güvenilir ülke olduğu gerçeğinin üstünü kapatmaya çalışmaktadır. Atina, bu bağlamda Doğu Akdeniz’de büyük rezervler bulunmakta ve bu rezervlerin Avrupa’ya 1 yıl içinde gaz üretebilecek potansiyeli var gibi yansıtmaktadır.
Mısır ve İsrail doğalgazının 3-5 yıl içinde Avrupa’nın doğalgaz açığını doldurabilecek kapasitesi bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye’nin transit olarak kullanılabilecek 31 milyar metreküplük TANAP, 15 milyar metreküplük BOTAŞ sistemi ve boş bir Batı hattı bulunmaktadır. Ayrıca LNG tesisleri nedeniyle Türkiye ile SWAP Anlaşması yapılarak tesisler kullanılabilir. Türkiye tüm bu altyapılarıyla acil ve hızlı bir şekilde Avrupa sınırlarına doğalgaz taşıyabilir.
Ek olarak Türkiye, Karadeniz bölgesinde doğalgaz keşfi yapmıştır. Karadeniz’de Romanya’yla birlikte çalışmak, Türkiye’nin Avrupa enerji arzı güvenliğine ciddi katkı sağlaması anlamına gelmektedir. Bu noktada Avrupa için Doğu Akdeniz gazından önce Karadeniz gazının değerlendirilmesi daha makul bir seçenektir. Türkiye hem Karadeniz gazı hem de bu kapsamda Romenler ve Bulgarlarla işbirliği geliştirerek hem Karadeniz gazının Batı hattına bağlanmasıyla Avrupa arz güvenliğini sağlayabilir hem de hazır olan TANAP-TAP sistemiyle Avrupa’ya enerjisine ciddi katkıda bulunabilir.
20 trilyon metreküp rezerve sahip Türkmenistan doğalgazının göz ardı edilmesi anlaşılabilir bir durum değildir. Hali hazırda Türkmenistan, üretilebilir ve hemen taşınabilir durumda 40 milyar metreküp doğalgaz rezervine sahiptir. Bu kapsamda AB’nin Türkmenistan’la bir anlaşma imzalaması ve Azerilerin bu doğalgazı taşımak üzere Türkmenlere taahhüt vermesi gerekmektedir. Mevcut durumda Azerbaycan ve Türkmenistan arasında bir SWAP Anlaşması bulunmaktadır. Bu anlaşma kapsamında İran-Azerbaycan sınırında Türkmenistan-İran-Azerbaycan kapsamında 2 milyar metreküplük bir SWAP Anlaşması’yla sağlanan bir ticaret bulunmaktadır. Ancak, Hazar Denizi’ni geçen boru hatlarına ekler yapılarak Türkmen doğalgazının TANAP sistemine bağlanarak Avrupa’ya gitmesi değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak, Avrupa’nın bir medet umarak bir şeyler almaya çalıştığı Mısır ve İsrail kısa hatta orta vadeli bir opsiyon bile değildir. Bu projenin tamamlanıp AB’ye doğalgaz tedariki yapmak minimum 3-5 yıl sürecektir. LNG olarak ABD hızlı bir şekilde yatırım kararlarına erişebilir, Katar’da bunu destekleyebilir. Ancak ne olursa olsun Türkiye’nin kendi içindeki boru hattı sistemleri, LNG tesisleri ve boş Batı hattının kullanılmasıyla Türkiye, AB enerji arz güvenliğinin kısa vadeli gerçek ilacıdır. Eğer AB, hala ısrarla Mısır ve İsrail’le anlaşmaya çabalıyorsa bu durumu Doğu Akdeniz’de savaşı kaybetmiş gözüken Yunanlıların ve GKRY’nin bir oyunu gibi görmek gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye, AB için kritik öneme sahip bir aktör haline gelecektir. Zira Türkiye, LNG tesisleri üzerinden hemen, boru hatlarıyla 6 ayda Avrupa enerjisine katkı sağlayabilecek durumdadır. 1 sene içerisinde bu katkı ikiye katlanabilir. Hiçbir ülke ve hiçbir kaynak AB için bu denli kritik bir öneme sahip olamayacaktır. Zira Türkiye’nin mevcut sistemleri daha az maliyetle hayata geçirebilecek gerçekçi projelerdir. Var olan altyapı sistemlerine, Türkmenistan-Azerbaycan doğalgazının eklenmesinden ibarettir. Dolayısıyla sanki Türkiye’nin AB açısından öneminin artmasını istemeyen bir kesim bulunmakta ve Türkiye’nin AB’nin bu zor zamanlarında alternatif arz kaynaklarını (Türkmen, Irak Karadeniz gibi) Avrupa’ya taşımasının önüne geçilmektedir. Bu doğrultuda Türkiye’nin Avrupa enerjisi için kritik bir konuma gelmesiyle, “AB üyelik talebini bastırabilir” düşüncesi nedeniyle AB’nin Mısır ve İsrail’e yöneldiği öngörülebilir. AB’nin gerçek amacı, doğalgaz açığını kapatarak enerji arz güvenliğini sağlamak mıdır? Bilinmemektedir. Diğer yandan doğalgaz arz güvenliğini önde tutup özellikle kısa vadede yeni gaz kaynakları bulup Rusya doğalgazını ikame ederek fiyatları düşürmesi gerekirken Türkiye, Orta Asya ve Ortadoğu gibi yakınındaki aktörleri bypass etmesinin mantığı anlaşılmamaktadır. Demek ki AB, yüksek fiyatlarla yaşamayı kabul etmiş gözükmektedir. AB, Türkiye ile işbirliği yapmazsa enerji fiyatları artacak ve ekonomileri patlayacaktır. 2025 yılına kadar çok yüksek doğalgaz ve petrol fiyatlarıyla yaşayacağımız söylenebilir.
Bu kapsamda şöyle bir sonucu da ulaşmak mümkündür; AB’nin gerçek amacı, kendi ekonomilerini rahatlatırken doğalgazda Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmanın yanında bunu Türkiye’ye karşı bir koz olarak da kullanmaya çalışmak olabilir. Zira başka türlü Türkiye’yi görmezden gelmeleri anlaşılabilir bir durum değildir. 2002 yılında Nabucco Doğalgaz Boru Hattı projesi teklif edildiğinde, tüm bunlar öngörülmüş ve Türkiye, İran ve Orta Asya ülkelerinin önemi anlatılmıştır. Ancak AB, o dönemde Rusya’yla iyi ilişkilere sahip olduğundan bu anlatılanları ciddiye almamıştır. Aynı hata bugün de tekrarlanmaktadır. Türkiye’nin AB’ye üye olmayı hak eden bir ülke olduğu, bu Rusya kriziyle bir kere daha gözler önüne serilmiştir.